Hepimiz bir yol ayırımındayız. Üç gün önce DTK'nın Aysel Tuğluk'un ağzından ilan ettiği 'demokratik özerklik', sadece ve sadece Kürt siyasetinin iç sorunlarıyla ilgili, kendi içindeki ayrışmanın başlangıcı olacak bir yol ayırımı.
Aynı gün yüreğimizi yakan 13 askerin kaybı ise, belki de Türkiye'nin geri kalanı için bir yol ayırımı. İkisinin üst üste çakışması, her birini tek başına ifade ettiği anlamın çok ötesinde bambaşka bir yere taşıyor. DTK toplantısına 13 askerin haberi geldikten sonra, demokratik özerkliğin programlandığı şekilde açıklanması, bildirgenin içeriğinden daha önemli. 13 askeri, bugüne kadar kaybettiğimiz 5.900 şehidin listesine eklerken duyduğumuz öfkenin farkı, yine bugünün Türkiye'sinin farkından geliyor.
Başbakan 'Kürt sorunu yok, PKK sorunu var' sözünü bu olaydan sonra da tekrarladığına göre devlet vizyonuna dair önemli bir tespiti ifade ediyor olmalı. Türkiye, Kürt sorununu hal yoluna koydu. PKK, hal yoluna sokulan bu sorunun türeviydi. Şimdi bu sorun yoluna girdiği halde PKK sorunu devam ediyor. Başbakan'ın tekrarladığı bu hükmü şu muhakemenin süzgecinden geçirelim: PKK'nın hangi eylemi Kürt sorunu ile alâkalı? PKK, kazandığı gücü bir derebeylik düzenine dönüştürmek istiyor. Türkiye'nin geri kalanından önce sivil Kürt siyaseti PKK'nın tasallutu altında bulunuyor.
'Demokratik özerklik' ilanının, ortalığı germek, çözümü ertelemek ve Kürtlere mesaj vermek dışında fiilî ve pratik hiçbir karşılığı ve anlamı yok. 'Bu gidişle bağımsızlık ilan edecekler' diyenlerin de, öfkeyi bir kenara bırakıp şu soruyu sormaları lâzım: 'İlan ettiler de ne oldu?' Bu sorunun da, sakin düşününce tek karşılığı var: 'Hiçbir şey olmadı'. Ve hiçbir şey de olmayacak. Bir tür kendi kendini tatmin hali. Başka hiçbir anlamı yok.
Demokratik özerkliğin kuralları ve kurumları nelerdir? Demokratik özerklik nasıl işleyecek? Bölgesel sınırları ve temsilcileri kimlerdir? Demokratik özerklik denilen şeyi, ne olduğunu anladıktan sonra Kürtler isteyecek mi? Bu ve benzeri soruların hiç birinin makul bir cevabı yok. Demokratik özerklik, bu şartlarda demokrasi ile yakından uzaktan alâkası olmayan bir derebeylik ilanından başka bir şey değil. PKK, kendi derebeyliğini ilan ediyor. Hangi devlet vatandaşlarını silahla hâkimiyet sağlayan bir derebeyinin insafına terk edebilir? Türk devleti kendi hukukundan önce o bölgede yaşayan vatandaşlarının hukukunu korumak için bu derebeylik iddialarına izin vermemek zorunda.
'Demokratik özerklik' içi kof bir Kürt ulusalcılığı talebinden ibaret. Bu bildiriyi açıklayanların; 'özerklik', 'kültürel otonomi', 'coğrafî veya siyasî federasyon', 'kolektif haklar' gibi kavramları ve statülerin yol açacağı pratik sonuçlar ve uygulamalar açısından karşılaştıracak donanımları ve bilgileri yok. 'Demokratik özerklik' derken sadece Kürt ulusalcılığına yeni bir mevzi kazandırmayı amaçlıyorlar.
Birbiriyle ilişkili, ama çözümü bütünüyle farklı üç sorunumuz var: Kürt sorunu, terör sorunu ve Kürt ulusalcılığı sorunu. Dil sorunu başta olmak üzere 'eşit ve onurlu vatandaşlık' hakları, Kürt sorununu çözmenin yegâne yolu. Terör sorunu, PKK sorunu demek ve çözmek için bu örgütün silah bırakması ve tasfiye edilmesi gerek. Kürt ulusalcılığı sorunu ise kendisini 'statü arayışı' ile dışa vuran sıradan bir gecikmiş milliyetçilik sorunu. Kürtler için demokrasi, Türkiye'nin tamamı için yükselecek demokrasi ile olgunlaşacak. Genel anlamda (CHP'nin de gündeme getirdiği biçimde) bir yerel yönetimler reformu ile çözülecek sorunları 'Kürtlere özel' hale getirmek, sadece ulusalcılara özgü 'üzüm yemek yerine bağcı dövmek' sapkınlığı ile açıklanabilir.
'Demokratik özerklik' ilanı, sadece Kürt siyaseti içinde bir yol ayırımı. Özerklik devlete karşı, Kürt siyaseti içinde bir güç gösterisi olarak ileri sürülüyor. BDP milletvekili Altan Tan'ın, bu tek taraflı ilana itiraz etmesi, özerkliğin değil başka şeylerin hesabının görüldüğünü gösteriyor. Keşke imkân olsa, 'demokratik özerklik' ilanı, iddia edilen coğrafyada referanduma sunulsa. İlk geri adım atanlar BDP'liler olacaktır.
ZAMAN