Bugün mecliste yemin töreni (krizi mi demeli) gerçekleştirilecek. Muhtemelen önümüzdeki dönemde Türkiye'deki siyasetin yol haritasını belirleyecek gelişmelerin işaret fişeği niteliğinde 'tavır-alış'lara tanık olacağız. Seçim öncesi yaşanan aday krizi ve seçim sonrası aynı hat üzerinde devam eden vekillik krizinin bir yanıyla "devlet aklı" olan bir siyasi irade ile izah edilmesi zor. Pratik siyasetin ayak oyunları ile, karşılıklı rövanş mantığı içinde bu gelişmeleri izah etmek için elde yeterince delil mevcut. Statükocu yapının iktidarı zora sokmak, hatta bir tür intikam için böylesi bir manipülasyonu gerçekleştirdiğini savunanlar bile var. Türkiye'de siyasetin işleyiş tarzına bakıp bu iddialarda haklılık payı bulunabilir.
Oysa tarihsel sürece daha derin bakıldığında yaşanmakta olan krizin bir 'paradigma krizi' olduğunu görebiliriz. Türkiye'de gerek devlet aklını temsil ettiğini varsayan siyasal erkin gerekse toplumsal kesimlerin tümünün üzerinde konuşması gereken temel konu bu paradigma krizidir.
Pek çok başlık gibi Kürt sorunu da paradigma krizinin sonuçlarından sadece biridir.
Önümüzdeki dönemde başta siyasi iktidar olmak üzere memleketi yönetenlerin, aydınların, cemaatlerin, sivil toplumun önünde yüzleşmeleri gereken acil sorunların yanı sıra çözülmesi beklenen temel sorunlar var. Muhtemelen hükümeti de zorlayacak birikmiş siyasi sorunlarla Türkiye sancılı bir süreçten geçecek. Ertelenen, yüzleşmekten kaçınılan pek çok sorun toplumsal ve siyasal anlamda Türkiye'yi zorlayacak.
Mevcut sorunlara dair günlük siyasetin dar çerçevesinden bakarak çözüm üretileceğini sanmak, palyatif tedbirlerle geçiştirilebileceğini düşünmek yersizdir. Özellikle Kürt meselesinin paradigmayı sorgulamadan sistem içine dahil edilmesini önceleyen statükocu çözüm arayışı devlet katında hakim gibi görünüyor.
Bu yaklaşıma göre, Kürtlere kültürel ve kimlik hakları verilirerek etno-seküler paradigmanın ömrünün uzatılması amaçlanmaktadır. Buna göre sistemin temelini oluşturan seküler ulus kimliği üzerine seküler-Kürt kimliği ilave edilerek sorunun çözüleceği varsayılmaktadır.
Buradan bakılınca statükoyu korumaya çalışan seküler temelli etnik anlayışı esas alan paradigmanın seküler Kürt hareketiyle paradigmatik düzeyde bir sorunu olduğu söylenemez. Bu aşamada tanık olduğumuz son durum, paradigmayı krize sokan Kürt hareketinin; sisteme yani Kemalizm'e dahil edilme çabaları ve pazarlıklarıdır ancak.
Bu anlamda Öcalan başta olmak üzere Kürt Kemalistlerinin kendilerine sistem içinde yeniden tanımlanmış bir konum arayışında oldukları söylenebilir. Öcalan'ın "M. Kemal Kürtlerin haklarını verecekti ama şartlar elvermedi" veya "etrafındaki İttihatçı çemberi aşamadı" türünden uzlaşmaya yönelik tarih yorumu başka nasıl açıklanabilir.
Siyasi iradenin kısa vadede meclisteki temsil sorunu, sahada Kürt ayaklanması denemeleriyle meşgulken uzun vadede paradigma krizinin nasıl aşılacağı meselesine kafa yorması beklenir.
Oysa paradigma krizinin sonucu olarak ortaya çıkan başta PKK silahlı örgütlenmesi ve onun siyasal uzantılarını, sorunun bizzat kendisi olarak görmek yapılacak en büyük yanlış olacaktır. Bu nedenle bazı etkili STK'ların hazırladığı raporlar PKK'nın silahsızlandırılması, Kürt siyasetinin demokratikleşmesine enerji harcarken uzun vadede ortaya çıkması muhtemel yeni sorunları yok saymak gibi bir hataya düşüyor. Temel kaygısı Kürt sorununun aktörlerini Kemalizm'e entegre etmek olan seküler Türk elitleri ve siyaset erki paradigmayı tartışma dışında tutmaya çalışıyor. Kürt Kemalistlerinin bu çerçevede paradigmanın temel esprisi ile fazla bir sorunları olmadığı açık...
Tekrar başa dönecek olursak, önümüzdeki dönem siyasal ve toplumsal olarak sancılı günler geçirileceği muhakkak. Bu süreçte ortaya çıkacak en büyük yanlış, bunların birer sonuç olduğunu unutup, paradigmayı adeta kutsayarak, mutlaklaştırarak sorgulama dışı tutmak olacaktır.
Yeni bir paradigmanın oluşması için önce mevcut doğrulardan kuşku duymak, yani sonuçlarıyla yüzleştiğimiz sorunları üreten nedenleri keşfetmekle işe başlamak gerekir.
İslami hassasiyeti olan kesimleri sisteme entegre ederek en büyük muhalefeti yanına çektiğini varsayan "akıl" benzer yöntemle Kürt sorununu da çözebileceğini düşünüyor olabilir. Hem iktidarı hem devlet aklını ve hem toplum vicdanını temsil edenler, paradigma krizini çözmek konusunda bir adım atmadıkları takdirde, krize dair çözüm taktikleriyle zaman kaybedilmiş ve temel soru sadece son kez ertelenmiş olacak. 'Hak ve taviz' ikilemi şeklinde ortaya çıkan durum paradigma krizinin tipik tezahürüdür. Bu ikilemi aşmanın yolu paradigmanın sorgulanmasıdır.
YENİ ŞAFAK