Ahmet Kekeç / Star
Kızıldere’den nasılsa sağ kurtulmuş ve Kürt kimliğiyle ünsiyetini bilmediğimiz Ertuğrul Kürkçü, “Kürt meselesini İslâm kardeşliği çözer.” sözüyle dalga geçiyordu.
Bir yerde bir “mesele” varsa, öncelikle o meseleyi oluşturan nedenler araştırılır ve ona göre bir çözüm stratejisi geliştirilir.
Örneğimizdeki mesele “Kürt meselesi”yse, evet, bu meselenin kaynağı bellidir:
İnkâr politikaları ve sistematik asimilasyon...
Bu politikayı terk etmek, Kürt kimliğini tanımak, sistematik asimilasyona son vermek, meseleyi sadece bir “asayiş meselesi” görmemek ve “hakların iadesi” yoluna gitmek...
Bunlar, mahut meselenin çözümünü kolaylaştırır.
Hatta “mesele” dediğimiz şeyi, mesele olmaktan çıkarır.
Bir görüşe göre, “İslâm kardeşliği” lafzı burada çok da işlevsel durmuyor.
Öyle denilebilir...
Demokratik mücadele çerçevesinde “İslâm kardeşliği” lafzı pek de “iyileştirici” fonksiyon icra etmeyebilir... Hadi diyelim ki öyledir.
İyi de, birlikte var olacaksak, birlikte üreteceksek, aynı kaderi üleşeceksek, aynı ülkenin “eşit vatandaşları” olacaksak, farklılıklarımızı ayrılık sebebi saymayacaksak, İslâm kardeşliği dışında hangi vasat bizi bir arada tutacak?
Bu vasatı gözden çıkarmalı mıyız?
Çıkarabilir miyiz?
Bizi “kardeşleştiren” değerlerden vazgeçebilir miyiz?
Bu kadar kolay vazgeçmeli miyiz?
Kaldı ki, AK Parti iktidarı, tam tersine, “İslâm kardeşliği” lafzının kolaylığına sığınmadan “inkâr ve asimilasyon politikaları”na son verdi. “Kürt kimliği” üzerindeki anlamsız yasakları kaldırdı. Bir kimliğin kendini var etmesi için yapılması gerekli her şeyi bihakkın yerine getirdi.
İlginçtir, Wolfowitz’e tetikçilik yapan, başka da bir vasfı bulunmayan duayen gazeteci de, Ertuğrul Kürkçü’yle aynı dalga boyunda, “Çözer mi?” diyordu, “Hiç İslâm kardeşliği Kürt meselesini çözer mi? Erdoğan rüya mı görüyor?”
Bu iki örneği not edin...
Sonra, HDP’nin sürekli yüksek adrenalin salgılayan ve hep bir gerilimden bakan Eş başkanı Figen Yüksekdağ’ın kışkırtıcı açıklamalarıyla, elinin kanıyla sazın teline dokunan Selahattin Demirtaş’ın sorumluluktan uzak “beyanatlarını” yan yana koyun...
IŞİD üzerinden yürütülen kara propagandanın “İslâm kardeşliği” lafzına yönelik olduğunu ve sürekli bizi kardeşleştiren değerlerin vurulduğunu göreceksiniz.
Bay Eş Başkan, “IŞİD ve türevleri” diyor.
Bayan Eş Başkan kafa sallayarak onaylıyor: “Evet, IŞİD ve türevleri...”
Kandil’in yayın bülteni gibi çıkan provokatör Cumhuriyet gazetesi, “IŞİD ve türevleri” diyor.
Halka “silahlanın” çağrısı yapan ve iç savaşın fitilini ateşleyen Cemil Bayık, “IŞİD ve türevleri” diyor.
Paralel yayın organları, “IŞİD ve türevleri” diyor.
MİT TIR’larına yönelik baskını organize eden, Reyhanlı’daki terör saldırısı kendisine haber verildiği halde kılını dahi kıpırdatmayan, MİT’in operasyon teklifini “İşimize karışmayın” diyerek reddeden paralel savcı, “IŞİD ve türevleri” diyor. Ve bu manyak örgütle Türkiye’yi yan yana getirmeye çalışıyor.
İlginçtir (hakikaten ilginç) İslâm kardeşliğine vurgu yaptığınız an, IŞİD’çi ve terör destekçisi oluyorsunuz. (Bu durumda, “yüzde 52” olarak ifade edilen oy çoğunluğu da otomatikman IŞİD’çi ve terör destekçisi oluyor.)
Efendim çözüm süreci, müzakere masası, “silah bırak” çağrısı...
HDP’nin çözüm süreci diye bir derdi olmadı. Hasbelkader kurulmuş masayı tekmeleyip kalkmak dışında işe yarar bir politika geliştirmedi. “Haklar” temelinde yapılan iyileştirmeler karşısında sürekli mutsuzları oynadı. “Silah bırak” çağrısını ise, “hoş” ama aynı oranda “boş” bir temenni olarak karşıladı.
Bugün Türkiye’nin HDP diye bir meselesi var.
Bu mesele halledilmeden (HDP gerçekten de “Türkiye partisi” olmadan) ülkeye barış ve huzur gelmez. Gelmeyecek.