“Muhafazakâr demokrat” kavramı üzerinde bir hayli emeği olan Yeni Şafak yazarı Yasin Doğan, dünkü yazısında (Yeni Şafak – 11 Kasım 2011) Başbakan Erdoğan’ın 10 Kasım’daki açıklamalarına yer verdi. Doğan, Kemalistleri mahkûm etmekle birlikte Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında ret, inkâr ve asimilasyonu 1940’lardan başlatan söylemiyle Mustafa Kemal’i bütün suçlardan ve yanlışlardan beri kılan yaklaşımını da öne çıkarıyor.
Başbakan Erdoğan’ın ilk Meclis’teki ‘millet’ vurgularına yaptığı atıfları öne çıkaran Yasin Doğan, muhafazakârlığın bütün sorumluluğu İnönü’ye yükleyen yaklaşımını hatırlatmakta. Bu muhafazakâr yaklaşıma göre 1938’e kadar sorunsuz işleyen idari ve ideolojik sistem adeta Mustafa Kemal’in ölümüyle birlikte rayından çıkmış ve özellikle İnönü Dönemi ile birlikte laikleştirme ve Türkleştirme politikalarıyla devlet ve halk arasında sorunlar baş göstermiştir.
“Atatürksüz bir dünya veya dönem mümkün mü?” sorusuna sadece Kemalist-Atatürkçü çizginin değil maalesef muhafazakâr-demokrat çizginin dahi “hayır” cevabını verdiği bir vasatı yaşıyoruz. Atılacak tüm adımlar, muhafaza edilecek tüm alışkanlıklar, revize edilecek bütün alanlarda referansın Mustafa Kemal’e dayandırılması neredeyse “toplumsal bir saplantı”ya dönüşmüş durumda.
Mustafa Kemal’in öğretilerinden uzaklaşmak veya söz konusu öğretilere kayıtsız kalmak demek Türkiye siyasetinde en kötü, en yanlış ve en gayrı meşru yaftalamalarla boğulmak anlamına geliyor. Siyaset ve toplumun mahkûm edilmek istendiği bu fasit daireyi kıramadıkça adalet ve özgürlüklerin teminat altına alınabilmesi mümkün mü?
İşte Yasin Doğan’ın “Atatürk ve millet” başlığıyla kaleme aldığı ve çıkmaz sokak siyasetini geçer akçe olarak sunmaya çalıştığı yazısı muhafazakâr siyasetin korku ve kaygılarla örülmüş kısa bir değişim-dönüşüm hikâyesi olarak karşımızda duruyor.
HAKSÖZ-HABER
***
Atatürk ve 'millet'...
Yasin Doğan / Yeni Şafak
Başbakan Erdoğan, dünkü 10 Kasım töreninde yaptığı konuşmada 'millet' kavramı üzerine önemli bir söylem ortaya koydu. Bu tür törenlerde beylik ve klişe laflar edilir, 'anmak'tan 'anlama'ya bir türlü geçilemez.
Erdoğan, yeni anayasada gündeme gelecek millet kavramına Atatürk'ün sözleri üzerinden farklı bir ışık tutmuş oldu.
Gazi Mustafa Kemal, cumhuriyeti kuran ruhu ve felsefeyi anlatırken şunları söylüyor: "Zengin bir hatırat mirasına sahip bulunan; beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvaffakatte samimi olan; sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleştirilmesinden vücuda gelen cemiyete MİLLET namı verilir. Maziden, müşterek zafer ve yeis mirası, istikbalde tahakkuk ettirilecek aynı program, beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak... Bunlar, elbette bugünün medeni zihniyetinde diğer her türlü şartların üzerinde mana ve şumul alır."
Erdoğan Atatürk'ün sözlerini tefsiren şunları vurguladı: "MİLLET, aynı ırkın, aynı kabilenin, aynı kavmin mensupları değil, geçmişleri ve gelecekleri müşterek olan, sevinçleri, hüzünleri ve ümitleri ortak olan, yek vücud olarak kader birliği eden bir cemiyettir."
Erdoğan'a göre Atatürk'ün millet tanımı ve tasavvuru ilk Meclis'te somut olarak tezahür etmiş, cumhuriyet bu millet tanımından yola çıkılarak "çok renklilik, birlik, kardeşlik ve dayanışma" temelleri üzerinde yükselmiştir.
Bugün bir kısım Kemalistlerin tektipçi, dışlayıcı ve ayrıştırıcı 'ulus' tanımı yapmaları, geçmişte yaşanan sorunları beslediği gibi, Türkiye'nin bugünkü birlik ve beraberliğini de güçlendirmiyor, aksine bir kısım riskler üretiyor. Nitekim Kürt meselesi yanlış kurgulanan bir 'millet' anlayışının tezahürü olarak ortada duruyor.
Erdoğan da böyle bir millet anlayışının inkar politikaları yaşanmasına sebep olduğunu şu cümlelerle vurguladı: "1940'lardan sonra ortaya çıkan asimilasyon, red ve inkar politikaları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesine olduğu kadar, Atatürk'ün millet tarifine de bütünüyle aykırıdır."
Başbakan'ın 10 Kasım günü böyle teorik bir tartışmaya girmesinin sebebi 'millet' kavramının yeni anayasa sürecinde yeniden ele alınması gerektiğine inanması...
Eğer özgürlükçü ve demokratik bir anayasa yapılacaksa, ayrıştıran ve dışlayan değil birleştiren ve kucaklayan bir fikri çerçeve üretilmesi gerekiyor. Bu yüzden Erdoğan konuşmasını "İşte yeni Anayasa'nın, böyle bir ruh ve anlayışla yazılması, bireyi, vatandaşı, özgürlükleri öne çıkarması, ülkenin birlik ve bütünlüğünü daha da pekiştirmesi en büyük arzumuzdur" diyerek tamamlıyor.
Millet kavramı üzerine elbette çok şeyler söylenebilir, farklı analizler yapılabilir.
Yeni anayasada nirengi noktalarından birisi 'millet' kavramının içinin nasıl doldurulacağıdır. Eğer 'biz'i doğru tanımlayamazsak, 'senlik-benlik' çekişmesi birlik değil ayrılık üretir.