Yüksek tansiyonlu bir tartışma sürecinin ardından EVET’in zaferiyle sonuçlanan referandum, 26 maddelik bir anayasa değişikliği oylamasının ötesinde anlam kazandı bu süreçte. Bir yandan AK Parti politikaları açısından bir güven oylamasına bir yandan da Türkiye’deki statükonun şöyle ya da böyle değişmesinden yana olanlarla statükocuların çekişmesine dönüştü.
“EVET”, batıda “HAYIR”la, Kürdistan’da ise “BOYKOT” ile yarıştı. Üç uçlu bir kamplaşmanın olduğu referandumda bu kamplaşmanın neticesinde, referandum öncesi çok hesaplanılamayan ancak referanduma yüklenen aşırı anlamın da bir sonucu olarak siyasi partilerin toplumsal tabanlarında ciddi kaymalar yaşandı.
BDP ve boykot kararı
BDP ve BOYKOT bu polarizasyonun tam ortasında yer tuttu. BDP’nin bu kararının açıklananlar yanında açıklanmayan bir çok nedeni var şüphesiz.
BDP’nin boykotu yalın olarak bakıldığında siyasal bir parti açısından başvurulabilecek yöntemlerden biri olarak kabul edilmeli. Sonuçta taleplerinizin dikkate alınmadığını düşündüğünüz bir referandumun meşruiyetini tartışma konusu yapmak amacıyla boykot kararı alabilir ve onu uygulayabilirsiniz.
BDP boykotu yalın olarak böyle anlaşılabilir ancak boykot, arkasındaki saikler ve sürecin karmaşıklığı itibariyle bu yalın gerçeklikle açıklanabilecek kadar basit değil. Nitekim bu kararın arkasında başka saikler aramak için yeterince işaretlere sahibiz. Bir kere AK Partinin dışlayıcı tavrının yanına BDP’nin minderden kaçan tavrını da eklemek gerekiyor. Hükümetin karşısına kabul edemeyeceği açıkça bilinen birçok şart ve taleple çıkılmasını da. Diğer yandan hükümetin kimle muhatap olacağı meselesinin bir krize dönüştürüldüğünü ve her seferinde İmralı ya da Kandil’in işaret edildiğini hatırlamalıyız.
Boykotun başkaca nedenleri de olabilir. Mesela Kürtleri AK Partiden sürekli olarak uzak tutmak, gücünü göstermek, çeşitli nedenlerle sandığa gitmeyenleri arkasındaymış gibi göstererek bağlılarını sanal da olsa bir zafer havasına sokmak. Bunlar daha da artırılabilir.
Ancak bize göre bunların ötesinde daha derin bir neden de var. Kemalizmle ideolojik akrabalık.1 Bu yönüyle bakıldığında tabanın aksine PKK üst yönetiminin CHP ile aynı duyarlılıklara sahip olduğunu söyleyebiliriz. Sadece HAYIR cephesine propaganda malzemesi olacağı bilindiği halde seçime birkaç gün kala Karayılan’ın, hükümetin Öcalan’la görüştüğünü açıklaması akla bu ideolojik yakınlık meselesini getiriyor. Nitekim bu haber bile miting meydanlarını canlandırmaya yetti ve ulusalcı hassasiyetler harekete geçirilmiş oldu.
Öcalan’ın da “aktif boykot veya hayır” çağrısı yaptığı hatırlanmalı. Kaldı ki 28 Şubatı öven Öcalan’ın metodik düzeyde bir darbe karşıtı olduğu da söylenemez.
Ancak taban ile tavan arasındaki farklı eğilimlerden midir yoksa başka nedenlerle mi örgüt HAYIR kararı almadı. Daha kurnazca bir karar alarak boykotta karar kıldı. Böylece HAYIRcı cepheden de AK Parti’den de farklı olduğunu göstererek bir “farklılık motivasyonu” yaratmış olacak, bu arada da zaten sandığa gitmeyen yüzde 25–35 aralığındaki bir kitleyi başarı hanesine yazarak zaferi garanti etmiş olacaktı. Bu rahatlıkla Osman Baydemir yüzde 55’in altında bir boykot olursa istifa edeceğini ima etmişti. Bu yönüyle seçimin en rahat görünen partisi BDP’ydi.
Diğer yandan boykot kararı, oranı tam olarak bilinemeyeceğinden sandığa gitmeyen herkesi BDP’li olarak görme ve göstermeye de imkân verecek bir adımdı. Bu şekilde kararının sorgulanmasına imkan vermeyecek bir netice garanti edilmiş olacaktı. Böylece sandığa gitmeyecek olan kitlenin ardına gizlenilmiş olacaktı.
BDP’nin boykot kararının bir nedeni de silahsız bir PKK’nin yer alacağı olası yeni süreçte, silahsız siyaset üretmek amacıyla sivil itaatsizlik eylemleri geliştirmek. Referandum boykotu ve hemen ardından yapılan ama Hakkari dışında pek başarılı olunamayan okul boykotu bu amaca matuf girişimler olarak okunabilir.
BDP, boykot propagandasını, değişikliğin içinde Kürtleri ilgilendiren maddelerin olmadığı tezine dayandırdı. Oysa birçok madde Kürt sorununu doğrudan ilgilendiren maddelerdi. Şemdinli dava sürecini (Umut Kitabevinin bombalanmasıyla ilgili), hakeza Yüksekova çetesi ve Kızıltepe Uğur Kaymaz davasını hatırlayanlar HSYK’yla ilgili değişikliğin Kürt sorunu ile ne denli ilgili olduğunu bilirler. Diyarbakır’da halihazırda süren JİTEM davası ile Ergenekon davalarının Kürt sorununu ilgilendirmediğini kim söyleyebilir?
Sonuca bakarak BDP’nin boykotunun EVET’i desteklediği söylense de bunun tersi de mümkün olabilirdi oysa. Şayet EVET-HAYIR oyları dengede olmuş olsaydı veya HAYIR cephesi referandumu kazanmış olsaydı BDP boykotu HAYIR’ı desteklemiş olacaktı. Çünkü serbest bırakıldığında neredeyse topyekûn EVET diyecek bir BDP seçmen kitlesi söz konusu.
BDP’nin boykot kararının arkasındaki bir diğer neden de AK Parti ile paydaş bir seçmen profiline hitap ediyor olması. Kürt sorunu konusunda iyileşmeler ve bunun Kürtlerin günlük yaşamında bir rahatlama yaratması BDP tabanında “kemik kısım” hariç AK Parti’ye kaymalara yol açıyor. Bundan dolayı BDP/PKK çizgisi AK Parti’nin başarılı olmaması için çeşitli yöntemler geliştiriyor. Ortamın gerilmesinin ve çatışmaların derinleşmesinin AK Parti’yi Türkiye kamuoyunda zor durumda bırakacağının bilinciyle davranıyor ve böylece kimi zaman oluşan olumlu barış havasını bozacak eylemler yapıyor.
Bunu örtmek için de AK Parti’yi Kürtlerin düşmanı ilan ediyor. PKK çizgisi “statüko” derken artık sadece AK Parti’yi kastediyor. Geleneksel devlet/hükümet ayrımına artık BDP söyleminde rastlanmıyor. Ve bu algı Kürtler arasında da yerleşiyor. Mesela BDP bilinçli bir propagandif söylemle operasyonların AK Parti’nin talebi ve iradesiyle gerçekleştiğini vurguluyor. Gerçi şunu da ifade etmek gerekir ki AK Parti ile birlikte artık devlet hükümet ayrımı giderek kapanıyor. Devlete karşı kazanılan her mevzi bu mesafeyi daraltıyor. Ancak hükümetin operasyonlara engel olma gücüne hala sahip olmadığı da biliniyor, ancak bu durum söz konusu söylemi güçlendirmek için görmezden geliniyor.
PKK, bölgede çok üst düzeyde bir gerilimin süreklilik arz etmesi durumunda bunun, atmosferin kendi aleyhine çevrilmesine yol açacağını biliyor. Şiddeti bir yöntem olarak kullanan her örgüt gibi PKK de, şiddetin dozajını ayarlamayı iyi biliyor. Çünkü biliyor ki hiçbir toplum uzun süren şiddet ve gerilime katlanamaz ve bununla umulan sonuç ters tepebilir. Bu nedenle çeşitli zamanlarda ateşkes adı altında şiddetin yoğunluğu düşürülüyor ve gerilim geriletiliyor. Hem de bu yolla “barışa şans tanıma” gibi lehte bir algı oluşturuluyor.
Yine örgüt, şiddetin uzun süre terk edilmesi durumunda örgüt motivasyonun bozulacağını bildiğinden, belli zaman dilimlerinde eylemliliğe geri dönüyor. Buna devletin düzenli saldırılarını da ekleyince bu kısırdöngünün PKK sorununa siyasi bir çözüm üretilmedikçe devam edeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Boykot Etkili Oldu mu?
Boykot kararı Yüksekova, Hakkari, Diyarbakır, Şırnak gibi PKK “etki”sinin ve “baskı”sının güçlü olduğu yerlerde etkili oldu. Ancak bu etkili oluşun ne kadar PKK gönüllü iknaya ne kadarının ise zorunlu iknaya dayandığını bilmek mümkün değil. Ancak boykot olarak gösterilen rakamların gerçeği yansıtmadığı bir gerçek. Bunu aşağıda biraz daha açacağız.
Öncelikle ifade edelim ki boykot kararı, Kürt halkının iradesi ve istişaresi ile alınmış bir karar olmadığı gibi ortaya çıkan sonucun ne kadarının boykota tekabül ettiği de belli değildir. Boykot, Öcalan’ın ve Kandil’in kararıdır. Kürt halkı da bunu onaylamaya zorlanmıştır.
Bu nedenle boykotun görece başarısına dayanarak ifade edilen “Kürt halkının demokratik özerklik tavrıdır” gibi söylemler illüzyonik demagojilerdir. Uzun zamandır PKK/BDP tarafından kullanılan “Kürtlerin demokratik iradesi” gibi bir demagojik söylem geliştiriliyor. PKK’nin “yönetişim” veya “halkın doğrudan yönetimi” söylemi ve bunun için oluşturulduğu söylenen kent meclisleri, mahalle konseyleri gibi demokrasinin araçları da bu demagojiyi örtmeye matuftur. Demokratik Toplum Kongresinden Barış Meclisine kadar içinde farklı ideolojiden az sayıda vitrin elemanının bulunduğu kurumlar da buna dâhildir.
Bu oluşumların Kürtlerin kaderiyle ilgili hiçbir kararda söz sahibi olmadıkları, kendilerine fikirlerinin dahi sorulmadığı bir gerçektir. Bu nedenle egemen Kürt siyasetinin siyaset ürettiği vaki değildir. PKK geleneğinde siyaset belli bir merkezde üretilir, parti yöneticisinden tabana kadar geri kalan kitleye ise bu kararları sadece uygulamak düşer. Örgüt ile diğer tüm kurum ve kişiler arasında ağır bir vesayet ilişkisi söz konusudur. Bu durumda bir “demokratik” işleyişten söz edilemez, olsa olsa demagojik bir söylemden söz edilebilir.
Normalde siyasi bir tercih olarak alınan boykot kararı bölgede bir baskı unsuruna dönüştü. Sadece bir mahalle baskısından söz etmiyoruz. Yanı sıra fişleme, tehdit ve şiddet de süreçte kullanıldı. Bu durumda boykotun bölgedeki oranı hesaplanırken bunun da hesaba katılması gerekir.
Diğer yandan boykot hesabı yapılırken, normalde katılım yüzde yüz olacakmış gibi davranılıyor. Bu durumda oy kullananlar düşülünce geri kalan tüm kitle ‘BOYKOT’çu olmuş oluyor. Hâlbuki her seçimde yüzde yirmi beş ile yüzde otuz beş oranında bir kitle seçimlere zaten katılmıyor. Bir önceki referandumda bu oran Diyarbakır’da yüzde 48 idi. Ayrıca seçime boykottan farklı nedenlerle katılmayan bazı İslami çevreler de ‘BOYKOT’çu kitleden sayılıyor.
Bu durumda tüm bu etkenleri dikkate aldığımızda BDP’nin kimi yerlerde sadece oylarını koruduğu, kimi yerlerde bunun altında kaldığı kimi yerlerde de bunun bir miktar üstüne çıktığı, toplamda ise kendi eski kitlesinin üstünde olmayan bir boykot oranının olduğu görülecektir. Ancak PKK ve BDP tarafından bu gerçekler ıskalanarak bir zafer havası oluşturulmaya çalışılıyor.2 Böylece oluşturulan zafer havasıyla, boykot kararının tabanda yarattığı rahatsızlık absorbe edilerek taban konsolide ediliyor.
Siyasi Sonuçları Bakımından Referandum
Politika böyle bir şey olsa gerek; hiçbir zaman mağlubu olmuyor. Herkes bir şekilde kazanıyor. Referandum sonrası yapılan açıklamalarda kaybedenin olmadığını görüyoruz. Oysa bizim bildiğimiz her seçimin bir galibi ve en az bir de mağlubu vardır. Ancak politika halka duymak istedikleri yalanları söyleme ve onu sürdürme sanatı olsa gerek ki kimsenin bu durumdan pek de şikâyetçi olmadığı görülüyor. Herkes kendi yalanıyla avunuyor. Kitleler adeta Nazım Hikmet’in şiirindeki dizeleri haykırıyor politik önderlerine: “Yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle!”
Şimdilik, yalanları bir kenara bırakıp yüzümüzü gerçeklere dönelim ve seçimin galibinin en temelde başını AK Parti’nin çektiği statüko karşıtlarının olduğunu söylemekle yetinerek seçimin siyasal sonuçlarına bakalım.
Referandumun en önemli sonucu kuşkusuz bölünme korkusu üzerine kurulan statükocu milliyetçiliğin gerilemesidir. MHP’nin güçlü olduğu her yerde ‘EVET’ cephesi partilerinin toplam oylarının üzerinde bir ‘EVET’ çıkmış olması bunun en büyük kanıtı. Sandık çıkışı anketlerinde de MHP’nin, tabanının önemli bir kısmını kaybettiği görülüyor. MHP’nin klasik muhafazakâr tabanı CHP ile girilen ittifakı içine sindiremiyor. MHP üst yönetiminin, tabanının muhafazakâr kaygılarını ve darbecilerle hesaplaşma isteğini yok sayan bir tutum takınması bu kaymanın temel nedeni. Öte yandan laik yanı ağır basan ulusalcılar da CHP çatısı altında birleşiyor uzun zamandır.
Yüzde 42’lik hayır oylarının cephenin hangi partilerine gittiği konusunda MHP ve CHP arasındaki kavga büyüye dursun CHP’nin de referandum öncesi anketler de çıktığı iddia edilen yüzde otuzluk oy oranı dikkate alındığında yüzde sekiz-on gibi bir oy kaybı yaşadığı düşünülüyor. Böylece, ulusalcıların hayalini kurduğu CHP-MHP koalisyonu da bir olasılık olmaktan çıkmış oldu. AK Parti hükümetini yıkmak isteyen statükocuların artık başka yollar araması gerekiyor.
Öte yandan seçimler gösterdi ki artık statükocu cephenin motivasyonu için sadece milliyetçiliğin veya sadece laiklik yetmiyor. Buna ek motivasyon unsurları gerekiyor. Nitekim ‘HAYIR’ın yoğunlaştığı kıyı şeridi iki motivasyonu bünyesinde birleştirmiş görünüyor: ulusalcılık ve Kemalist laiklik.
AK Parti için bu tablo mutlak bir zaferdir denebilir. Çünkü önceki seçim oranları dikkate alındığında ‘EVET’ oyları tüm ‘EVET’ cephesi partilerinin oylarının çok üzerinde bir oranı yakalamış görünüyor. Bu farkın önümüzdeki seçimlerde önemli bir oranda AK Partiye yansıyacağını söyleyebiliriz.
Kürdistan’daki sonuçlara gelince; boykot sonuçlarından hareketle, açılıma Kürdistan halkının büyük ölçüde inanmadığı tespitini yapabiliriz. Kürtlerin bölgenin her ilinde yaklaşık olarak BDP’nin oyları oranında boykotu destekledikleri görülüyor. Bu durum, geçen süre zarfında Kürdistan halkının açılımdan ikna olmadığının belirtisi olarak okunabilir. Bu arada boykot oranlarının BDP’nin oy oranlarını pek aşamadığının da altını çizelim. BDP’nin bölgede hala etkili olduğunu, BDP görmezden gelinerek, PKK konusunda yol alınamayacağı, referandumun tebarüz ettiği diğer gerçekler.
Referandumda ortaya çıkan tablo Kürt sorununun çözümünde AK Parti – BDP işbirliğinin gerekliliğini ortaya koyuyor. Bu noktada BDP’nin kolaylaştırıcı bir rol üstlenmesi gerekiyor. Ancak BDP bunu sürekli talep çıtasını yükselterek gerçekleştiremez.
Boykotun bu mesajına karşılık referandumun genel mesajı, açılımın iddia edildiği ve endişe duyulduğu gibi Türkler üzerinde bölünme korkusunu artırarak Türklerin milliyetçi eğilimlerin etkisine girecekleri şeklindeki korkunun temelsiz olduğu şeklindeydi. Çünkü MHP tüm referandum propagandasının merkezine açılımı koyarak bölünme korkusunu harekete geçirmeye dayandırmıştı. Ancak referandum gösterdi ki batıda MHP güçlü olduğu her yerde kan kaybetti ve tabanının önemli bir kısmını EVET cephesine kaptırdı. Bu tablo açılım politikasının Türk toplumunda çok fazla olumsuz çağrışımlara yol açmadığı, bölünme korkusunu tetiklemediğini gösteriyor.
Dolayısıyla MHP’nin gerilemesi AK Parti’ye oy kaygısıyla yapmaktan çekindiği birtakım açılımları yapma imkânı sunmakta. Bu gerçek, AK Parti’nin özgürlüklerin önünün açılması konusundaki ikircikli tutumunun en temel nedeni olan tabanını milliyetçi söylemlerden etkilenmesi kaygısını da ortadan kalktığını gösteriyor. Bu tablodan hareketle seçmenin MHP’nin gerilim, kan ve şiddet siyasetinden uzaklaştığını, çözüm konusunda hükümete fırsat sunduğunu ve açılımın devamını istediğini söyleyebiliriz. Bu durumda AK Partinin ikircikli tavrının gerekçesi ortadan kalktığından, hükümetin bir an önce açılımı dondurucudan çıkarması ve yeniden başlatması gerekiyor.
Dipnotlar:
1- Bu konuda daha geniş bir değerlendirme için bkz. PKK’nin Laiklik Hassasiyeti. Serdar Bülent Yılmaz - Haksöz Dergisi - sayı:219
2- Aynı şekilde sonuçlara ilişkin KCK açıklaması da referandum sonuçlarının nasıl bir demagojik söylemle çarpıtıldığını göstermektedir. “Bu tutumuyla halkımız evet-hayır arasında çekimser kalarak inkar siyasetini reddederken gerçek demokratikleşmenin yolu olan demokratik özerklik projesindeki kararlılığını ispatlamıştır. Kürdistan halkı bu referandumda TC anayasasını değil, demokratik özerklik çözümünü onaylamıştır.” Bkz. http://www.firatnews.org/index.php?rupel=nuce&nuceID=32909