Mağduriyet bazen haklı ama kolaycı siyasetler yaratmakla kalmaz, mağduru zaman içinde tavsayan, tıkanan ve yozlaşan bir ruh haline mahkûm eder.
Mağdur haklı olmayı sürdürür ama haklılığını meşru bir siyasete tahvil etmekte zorlanır. Giderek kendisi ne yaparsa yapsın 'bir gün' haklarını alacağı hayaliyle, sanki ilahi adaletin doğmasını bekler. Oysa somut dünyanın adalet dağıtımı, tarafların haklılığından öte, siyasetlerinin meşruiyetiyle ilgilidir. Böylece bazen mağdurun haklarını yüzyıllarca alamadığı trajik süreçlere doğru gidilir. Mağdur bu sürede karşısındaki gücü suçlar ve yüreğinde mahkum eder, ama çoğu zaman içinde bulunduğu duruma kendi katkısının ne olduğunu sormaz. Bu da söz konusu süreci devam ettirip gider...
Toplumsal aktörlerin intiharı böylece zamana yayılmış olarak yaşanır. Siyasetleri devam eder ama bizzat kendi gözlerinde bile anlamsızlaşır. Dünyanın zihniyetine hitap edemeyen siyasetler, mağduriyeti dillendirseler bile yalnızlaşırlar ve sonuçta idealleri için değil, varoluşlarını sürdürme mücadelesi yaparlar. Kritik eşik, mağduriyet siyasetinin inandırıcılığını yitirdiği, ilan ettiği amaç için uğraşmadığı kanaatinin uyandığı andır. Sonrası, geri dönüşü epeyce zor ve ancak güçlünün yanlış yapmasıyla telafi edilebilecek bir meşruiyet yıpranmasıdır.
Kürt siyaseti bugün söz konusu eşikte. Çukurca pususundan sonra yapılan BDP açıklamasında şöyle denmiş: "Türkiye'nin bu noktaya gelmemesi için aylarca çağrılar yaptık, girişimlerde bulunduk, barışın önünün açılması için büyük çaba sarf ettik. Ancak bütün bu çabalarımız, barış çağrılarımız ne yazık ki karşılıksız kaldı." Belki de BDP'liler kendilerini gerçekten de bu rolde görüyorlar. Ama parlamentoyu veto etmenin üzerine bir de 'demokratik özerklik' ilanının bizzat kendi 'siyasetleri' olduğunu galiba idrak etmiyorlar. Siyaset, idealize edilmiş kavramların güzel cümleler halinde bir çağrı metnine çevrilmesi değil... Siyaset yaptığınız tercihler, somut durumlar karşısında attığınız somut adımlardır. BDP Kürt meselesi bağlamında maalesef bugüne dek ya içi boş ya da yanlış bir çizgi izledi. Yukarıdaki alıntının hiçbir inandırıcılığı kalmadıysa eğer, bunun sorumlusu kendileridir. Yanlış anlaşılmasın, BDP'liler iyi niyetli olabilirler, barışçı bir çözümü gerçekten de isteyebilirler. Doğrusu bu konuda benim de kuşkum yok. Ama siyaset, niyetinizle değil, tavrınız ve tutumunuzla ölçülür.
PKK de barış istediğini söylüyor. Acaba bunun Kürtler için bile inandırıcılığı kaldı mı? Karayılan "Bütün bunlar önderliğimizin savunması içindir" demiş. Ama artık bu boyalı dilin hükmü geçti. PKK birilerinin savunması için değil, kendi varoluşu için mücadele ediyor. Meşruiyetini sürdürmek için de kendi varoluşu ile Kürt toplumunun haklarını, tercih ve taleplerini bir bütünmüş gibi sunmaya çalışıyor. Barış savunuculuğu aslında zorunlu olarak gelinen, kaçınılamayan bir söylem. Bugün Kürt siyasetinin barış istediğini savunmak son derece zor... Çünkü barış bir başkasıyla, çatışma içinde olduğunuz bir tarafla yapılır ve çözüm her iki tarafın da kabullenip içselleştireceği bir ortak kabulü ima eder. Diğer bir deyişle barış istemek, her şeyin kendi istediğin gibi olmayabileceğini, zamana yayılabileceğini, ama kıymetli olanın bu yen senteze doğru yürümek olduğunu kabullenmeyi gerektirir. Oysa Kürt siyaseti bir süredir 'barışı' tek başına tanımlamakla kalmıyor, Türkiye toplumu o noktaya yaklaştıkça çıtayı daha da yukarı çekiyor.
Herhalde bu tutumun hükümeti daha da demokratlaştıracağını düşünmek gibi ahmakça bir stratejiye sahip değiller. Çünkü hükümeti o yolda tutan toplumun demokratlık çizgisinde ilerlemesidir, PKK'nın şiddet siyaseti değil. Öte yandan artan demokratlık isteğini şiddetle karşılayan bir siyasetin bu toplum tarafından makbul bulunacağını varsaymak pek gerçekçi olmasa gerek. Çukurca olayı karşısında sessiz kalan bir hükümetin neyle karşılaşacağı belli değil miydi? PKK daha da ölümlü yeni bir olay yaratacaktı. Kısacası PKK, temel amacının hükümeti savaşa çekmek olduğunu açıkça gösterdi ve hükümete bu bağlamda seçenek bırakmadı. Tabii AKP'nin reform alanında daha hızlı hareket etmesini talep edebiliriz, ancak şu anki durumun 'geciken reform' nedeniyle olmadığını kabul etmek durumundayız.
Görünen o ki, başını PKK'nın çektiği Kürt siyaseti aslında barışa hazır değilmiş... Toplumdaki değişimin AKP hükümetini daha önce hayal bile edilemeyen önerileri tartışma noktasına getirebileceğini öngörememişler... Şimdi bir savaş yaşanacak ve bu süreçte Kürt siyaseti kendisini Kürtlerle göz göze gelmiş bulacak. Çünkü hareket alanı genişleyen bir siyasetin kendisini bilerek tıkaması açıklanması gereken bir durum. Hele zorlanan bu savaşın bizzat Kürtlerin mağduriyetini devam ettirme anlamını taşıdığı açık olduğuna göre, önlerine gelen müzakere siyaseti alternatifini seçmemelerini herhalde bir şekilde anlatacaklar. Belki de kendilerini ilgilendirenin Kürtler değil, Kürtlük olduğunu söyleyerek güçlerini bizzat kendi insanlarına yöneltecekler. Toplumsal aktörlerin intiharı genellikle bir yabancılaşmadır zaten...
ZAMAN