Başbakan'ın konvoyuna yapılan saldırı, bir dizi duruş, söylem ve tutumla birlikte ele alındığında BDP/PKK'nın yeni bir stratejiye meylettiğini gösteriyor.
Artık hedefte doğrudan AKP ve onun iktidarını temsil ettiği düşünülen polis var. Öyle ki askerin Tunceli'de yaptığı operasyonun misillemesi polis üzerinden aranabiliyor. Bu eylemin PKK'nın 'kontrol edilemeyen' bir kanadı tarafından yapıldığı iddiası pek de inandırıcı gözükmüyor, çünkü söz konusu eylemi 'mantıklı' ve 'siyaseten anlamlı' kılan bir arka plan mevcut. Durum ilk bakışta şaşırtıcı... Tam da AKP'nin Güneydoğu'da 'zayıf' milletvekili adaylarıyla seçime gittiğinin söylendiği, BDP'lilerin özgüveninin üst noktalarda olduğu, oluşacak Meclis'te en az 30 milletvekilinin beklendiği bir noktada, BDP'nin seçimi boykot etmeyi tartışmasını nasıl açıklayabiliriz? Üstelik Öcalan'ın devlet temsilcileriyle yapılan görüşmelerin 'iyi' gittiğinin söylenmekte olduğu bir süreçte... Nitekim Öcalan'ın konvoya yapılan saldırı sonrası açıklaması, dengelere özen gösteren bir dili korumakla birlikte, açıkça hem BDP'yi hem de PKK'yı yeteneksizlik ve neredeyse kişiliksizlikle suçluyor.
Görünen o ki BDP/PKK çizgisi uyuşmazlığın yarattığı manevi üstünlüğün kolaycılığına alışmış. Belki de Meclis ortamında verilmesi gereken sivil mücadelenin ister istemez çıtayı aşağı çekeceğini, pragmatik ödünler verilmesini ima edebileceğini ve bu sürecin BDP/PKK'nın Kürt toplumu üzerindeki kuşatıcı ve belirleyici etkisini azaltacağını öngörüyorlar. Bu 'kıskaca' düşmemenin yolu olarak çıtayı bilinçli olarak yükseltmeyi de düşünmüşlerdir muhakkak ki... Ne var ki çıtanın bilinçli olarak zorlanması tartışmayı ve çözümü engelleyici bir nitelik taşırken, Kürt siyasetini Türkiye'nin geri kalan toplumu nezdinde bir bütün olarak demokrasi hazımsızlığına da indirgeyebilir. Çözüm konusunda maksimalist bir tutumu konuşma öncesinde sürdürmek kolay ve işlevseldir. 'Masaya' oturulduğunda daha güçlü bir noktadan pazarlığa başlama isteğine yanıt verebilir. Ama eninde sonunda o 'masaya' oturulduğunda, en azından kısa vadede maksimalist pozisyonun altında bir talebe razı gelinme ihtimali çok yüksektir. Ayrıca eğer bunun sadece 'kısa vadede' razı gelinen bir nokta olduğu ve ilerde muhakkak fazlasının isteneceği vurgulanırsa, karşı tarafın söz konusu 'normal' istekleri bile reddetme meşruiyeti doğabilir.
Dolayısıyla Meclis ortamı, BDP/PKK çizgisinin radikal bir söylem değişikliği yapmasını da ima etmekte. Bu başa çıkılması kolay olmayan bir ikilem... Çünkü eğer söylemin sertliği sürdürülürse, çözüm imkânı geriye itilir ve Kürt siyaseti kendisini şiddete mahkûm eder. Aksine eğer söylem fazla yumuşarsa, bu sefer de hareketin içindeki sert çekirdek üzerindeki kontrol elden kaçabilir, hatta bu çekirdeğin giderek taraftar bulmasına da tanık olunabilir. Şu anda yaşananlar BDP/PKK'nın bu sınava hazır olmadığını akla getiriyor.
Bütün bunlar bir yana, Kürtlerin en temel haklarından bazılarının gasp edildiği epeyce uzun bir geçmişten geliyoruz. Kürt kimliğinin yok sayıldığı, hor görüldüğü, aşağılandığı ve en iyi haliyle görmezden gelindiği bir süreç bu... Dahası rejimin asker, yargı ve gözü kapalı hükümetler sayesinde doğrudan zulüm uyguladığı, KCK davasının gösterdiği üzere bu zulmün neredeyse bir tür 'ırkçılıktan' beslendiğini akla getiren uygulamalarla dolu bir süreç... Bu halin kalıcı bir durum olmadığı ve Kürtlerden 'geri adım' atmalarının beklenemeyeceği açık.
Bu nedenle her iki tarafın da toplumsal mühendislik hesaplarını ve toplumsal temsili siyasi güce tahvil etme hevesini bir yana bırakarak meseleye yaklaşmaları gerekiyor. 'Nihai' çözümün toplumsal dinamiklere terk edildiği, bugünün apaçık hak ve özgürlük ihlallerinin ortadan kalktığı, geçmişle yüzleşmeyi ifade eden bir 'anlamanın' pozitif ayrımcılığa tercüme edilebildiği bir konuşmaya ihtiyaç var.
Bu konuşmanın bizzat Kürt siyaseti tarafından engellenmesi trajik bir gelişme olur. Maalesef mağduriyet tek başına akılcı, haklı ve meşru bir siyaset üretmiyor. Belki de BDP/PKK çizgisinin önündeki asıl çıta bu... Kürtlerin yok sayıldığı bir ortamda şiddet 'ben varım ve buradayım' demekti. Bir işlev gördü ve devleti Kürtleri 'tanımak' durumunda bıraktı. Ancak tanımanın ileriki safhalarını konuşma üzerinden gerçekleştirmek zorunluluğu var. Şiddeti muhafaza ederek 'daha fazla tanınmak' bir tür intihardır. BDP/PKK siyasetinin gerçek anlamda 'siyaset' olma fırsatı karşısında duruyor: Şiddete ihtiyaç olmadığının idrakiyle birlikte, Meclis'e girip oradaki ve kamuoyundaki 'konuşmayı' entelektüel bir tahakküm altına alabilmek...
ZAMAN