Öteden beri araştırmak ihtiyacı duyduğum bir konu vardır. “Türkiye nüfusunun ne kadarı Kürt’tür?” Bunu merak ederim çünkü yıllardır birbirinden çok farklı onlarca rakam duymuşumdur. Örneğin Hollandalı bilim adamı Martin van Bruinessen’e göre 1975’te Kürt nüfusu ‘en muhafazakâr tahminlere göre’ yüzde 19, yani 7,5 milyondu. Bu oranı 1990 nüfus sayımına (56,4 milyon) uygularsak ortaya 10,7 milyonluk bir Kürt nüfusu çıkar. ‘Kürt Tarih Tezi’nin müelliflerinden Mehrdad Izady’ye göre ise 1990 yılında Kürt nüfusu yüzde 23,9 yani 13,5 milyondu. Time dergisi 18 Mart 1991 tarihli sayısında Türkiye’de sekiz milyon Kürt olduğunu yazmış, ancak nedense iki hafta sonra, 1 Nisan 1991 tarihli sayısında bunu 14,5 milyona çıkarmıştı. Aynı yıl mart ayında Paris Kürt Enstitüsü Başkanı Kendal Nezan,”Türkiye’de 25 milyon Kürt var” derken sürgündeki önemli Kürt lideri Kemal Burkay, 19 Aralık 1991’de yaptığı basın açıklamasında, Türkiye’de 15 milyon Kürt olduğunu ileri sürmüştü. 1994’te Turgut Özal’a göre Türkiye’de 12 milyon Kürt vardı. Kürt asıllı milletvekilleri Muzaffer Demir ve Mahmut Alınak ise 24 Aralık 1994 günü, ATV’deki Siyaset Meydanı programında Kürt nüfusunu sırasıyla 15 ve 20 milyon olarak vermişlerdi. Son olarak Diyarbakır’daki Demokratik Özerklik Çalıştayı’nda tartışılmak üzere dağıtılan metinde Türkiye’de Kürt nüfusuna değinilmezken Ortadoğu’daki Kürtlerin nüfusu 40 milyon olarak belirtiliyordu.
Peki, bu kişiler bu sonuçlara nasıl, nereden varmıştı? Bunlardan birinin kaynağını biliyoruz. Izady, kendisine bu tahminini neye dayandırdığını soran ‘Türk dostu’ Amerikalı bilim adamı Justin McCarthy’ye “İstatistiklere değil, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Kaya Toperi’nin Körfez Savaşı sırasında telaffuz ettiği bazı rakamlara, geçen yüzyılda atla dolaşıp tahminlerde bulunan seyyahlara ve siyasi beyanlara” dayandırıldığını söylemişti. Diğerlerinin de bilimsel araştırmalara dayandığını sanmıyorum. Ancak ‘bilimsel araştırma’nın bu alanda pek işe yarayacağını da sanmıyorum. Çünkü öncelikle etnik grupların ‘tanımlanması’, dolayısıyla ‘sayılması’ çok kolay değil.
Etnik teriminin tarihçesi
‘Etnik’ terimi Yunanca belirli türden beşeri bir birlik demek olan ‘etnhos’tan gelir. İngilizcede 14. yüzyılın ortalarından itibaren ırksal karakteristikleri anlatmak için kullanılmaya başlayan terim ilk kez 1953’te Amerikan sosyologu David Reisman tarafından bilimsel bir makalede kullanıldı. Aradan geçen onca yıla rağmen, terimin üzerinde uzlaşılmış bir tek tanımı yok, ancak genel olarak “bir grup insanın gerçek ya da hayali müşterek bir atadan geldikleri inancıyla duygusal bağlarla birleşerek çoğunluktan ayrıldıklarını benimsemeleri hali olarak” tarif ediliyor. Günümüzde uluslararası belgelerde terim, ırk, kültür, dil ve din gibi unsurları kapsayacak şekilde geniş anlamıyla kullanılmakta.
Terimin bu belirsizliği ve geniş kapsamı düşünülünce bir etnik grubu diğerlerinden ayıran kriterler nelerdir, örneğin soy bağı, ortak tarih, dil veya kültür yeterli bir kriter olabilir mi sorularına cevap vermek kolay değil. Örneğin İngiliz antropolog Peter A. Andrews’a göre 1960’larda Türkiye’de ‘tanımlanabilir’ 49 etnik grup vardı. Sayıyı bu kadar kabartan, bizim ‘Türkmenler’ diyerek geçtiğimiz grupları Andrews’un ‘Tahtacılar’, ‘Elmacılar’ vb. diye alt gruplarına ayırması. Bu alt gruplara ‘etnik’ gruplar diyen Andrews’a göre Kürtler 1960’larda yüzde 8,36 ile Türklerden sonraki en büyük etnik grubu oluşturuyorlardı.
1965 Nüfus Sayımı
İkinci olarak, bu tür konularda bilimsel araştırma yapmak için geniş bütçelere ve daha önemlisi özgürlük ortamına ihtiyaç var. Yani işin içine devletin girmesi gerekiyor, nitekim devlet girmiş de. Ancak Türkiye’de etnisiteye dair sorular 1990 yılı dâhil her nüfus sayımında sorulduğu halde etnisiteye dair sonuçlar son kez 1965’te yayımlandı. Daha sonraki nüfus sayımlarının sonuçları ‘güvenlik’ gerekçesiyle kamuya açıklanmadı. Açıklansaydı bile aklıma ‘Acaba doğru bilgiler mi açıklandı?’ sorusu gelirdi. Çünkü artık hepimizin gayet iyi bildiği gibi Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde Kürtler devlet için tam bir ‘baş ağrısı’ idi. Damadı gazeteci Metin Toker’e bakılırsa, İsmet İnönü kendisine “Daha Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte düşünmeye başladık bu Kürtleri ne yapacağız diye?” demişti. Yine de Türkiye’deki Kürt nüfusu hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlerin elinde 1965 Nüfus Sayımı verilerinden daha güvenilir veri seti yok. Buna göre, 1965’te Türkiye nüfusunun yüzde yedisinin anadili Kürtçe, yüzde altısının ikinci dili Kürtçe idi. Yani kaba bir hesaplamayla, Türkiye nüfusunun yüzde 13’ünü Kürt kabul etmek mümkündü.
Bu veriler üzerinde çalışan Başken Üniversitesi’nden Servet Mutlu, bazı düzeltmelerden sonra, 1965’teki Kürt nüfusunun oranını kabaca yüzde 9,97 olarak hesapladı. 1965’te toplam nüfus 31.391.421 kişi olduğuna göre Mutlu’ya göre Kürt nüfusu 3.130.390 kişiydi. Mutlu benzer bir mantıkla 1990 Nüfus Sayımı’nın verilerine göre, 56.473.035 kişilik Türkiye nüfusunun yüzde 12,9’nun yani 7.046.000 kişinin Kürt olduğunu ileri sürdü.
Veriler aynı sonuçlar farklı
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü Başkanı Aykut Toros ile İsmet Koç ve Erman Özsoy ise, 1935 ile 1965 arasındaki resmi nüfus verileri üzerinde yaptıkları çalışmada ‘anadili Zazaca da dâhil olmak üzere Kürtçe olanların’ oranını yüzde 6,2, bunlara ‘ikinci dili Kürtçe’ olanların ilave edilmesiyle toplam Kürt nüfusunu yüzde 10,7 olarak hesapladılar. Ancak Bristol Üniversitesi’nden İbrahim Sirkeci, aynı verilerini işleyerek, 5.972 hanede 31.868 kişi üzerinden yaptığı bir değerlendirmede Kürt nüfusunu yüzde 15,2-16,3 arasında tahmin etti.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Sonuçta Kürtlerin nüfusunu yüzde 6,2’den yüzde 23,9’a kadar hesaplayan değişik kaynaklar var. Girişte adlarını andığım kişilerden farklı olarak bu kişiler saygın bilim adamları. Peki, nasıl oluyor da ortaya bu kadar farklı rakamlar çıkıyor? Zaman içindeki dalgalanmaları entegrasyon gibi olumlu terimlerle açıklayanlar, asimilasyon gibi olumsuz terimlerle açıklayanlar haklı olabilir. Ama farkların büyük bir bölümü kullanılan kriterlerden geliyor galiba. Örneğin Servet Mutlu’nun Kürtlüğü tesbit etmek için kullandığı kriter “anadili Zazaca da dahil olmak üzere Kürtçe olmak” idi. Halbuki bugün Hikmet Çetin, Abdullah Öcalan veya Emine Ayna gibi çok popüler örneklerden bildiğimiz gibi anadili Kürtçe olmayan pek çok Kürt var. Bülent Ecevit’in baba tarafından dedesi, Mustafa Şükrü Efendi, Kastamonu’ya sürgün edilmiş bir Kürt ailesinin oğluydu ancak tek kelime Kürtçe bilmiyordu. Öte yandan Zazaca sadece Kürtlerin değil bazı Türk kökenlilerin de kullandığı bir dil. Zazaları Kürtlerden farklı bir boy, Zazacayı Kürtçeden ayrı bir dil olarak görenler de cabası. Bunun dışında etnik kökeni karışık olanlar var. Örneğin Turgut Özal kendini “yarı yarıya Kürt” olarak tanımlamıştı. Hikmet Çetin “hem Türk, hem Kürt” olarak... Kürt olduğunu şu veya bu nedenle açıklamak istemeyenleri de unutmayalım. Bu konuda ilk cesareti gösteren bakan ve milletvekili Şerafettin Elçi ‘Türkiye'de Kürtler var ve ben de bir Kürdüm’ demesinin bedelini 28 ay hapisle ödemişti. ‘Kürdüm’ demenin sıradan insanlara faturası ise çok daha ağır oldu, hala da oluyor.
Dünyada kaç Kürt var?
Bir de ‘dış Kürtler’ var. Bilindiği gibi Kürtler Türkiye’den başka Irak’ta, İran’da, Suriye’de ve Ermenistan’da yerleşik durumdalar. Ayrıca siyasi nedenlerle Avrupa’nın değişik ülkelerine yerleşen Kürt diasporası var. M. van Bruinessen gibi ciddi araştırmacıların iddiasına göre dünya üzerindeki toplam Kürt nüfusun yüzde 45’i Türkiye’de, yüzde 20’si Irak’ta, yüzde 20’si İran’da, yüzde 5’i Suriye’de, yüzde 5’i Ermenistan’da ve yüzde 5’i diğer ülkelerde yaşıyor. Buradan hareket edersek Ortadoğu ve Avrupa’daki toplam Kürt nüfusunun 10 milyon ila 40 milyon arasında olduğunu hesaplayabiliriz. Geçtiğimiz hafta Diyarbakır’da düzenlenen Demokratik Özerklik Çalıştayı’nda tartışmaya açılan taslakta geçen “40 milyon Kürt” ifadesinin dayanağı böylece ortaya çıkıyor. Anlaşılan söz konusu taslağı hazırlayanlar bu konudaki tahminlerin en yüksek olanını seçmişler. Türk milliyetçileri ise bu rakamı 10 milyona, dolayısıyla Türkiye’deki Kürt nüfusunu da 3-4 milyon mertebesinde tutmaya çalışıyorlar.
Sayılarla oynamaya gerek yok
Sonuç olarak Kürt nüfusunu tesbit etmek için daha net tanımlara, daha hassas tekniklere, çapraz sorgulamalara ihtiyaç var. Elbette her şeyden önemlisi bu sorulara açık yüreklilikle cevap vermeyi mümkün kılacak siyasi ortama, özgürlüğe, demokrasiye ihtiyaç var. Ancak, tür çabalar olsa olsa bilimsel merakı gidermeye yarar. Çünkü bir etnik grubun azınlık haklarından yararlanmak için belli bir nüfus büyüklüğüne sahip olması gerekmiyor. Aksine, günümüzün insan hakları anlayışı en küçük grubun bile haklarını korumayı esas alıyor. Örneğin bu konudaki en kapsamlı, en temel hukuki metin olan 1966 tarihli BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 27. maddesi şöyle der: “Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulundukları ülkelerde bu azınlıklara mensup olan kişiler, gruplarının diğer üyeleriyle birlikte kendi kültürlerini yaşamak, kendi dinlerini açıkça ilan etmek ve uygulamak, ya da kendi dillerini kullanmak hakkından yoksun bırakılamazlar.” 1966’dan beri azınlık haklarını daha da pekiştiren onlarca belge yayımlandı. Kısacası sayılarla oynamaya ya da sayıları bir silah olarak kullanmaya gerek yok.
Demokratik Özerklik Çalıştayı
Bitirirken 18-19 Aralık 2010 tarihinde Diyarbakır’da düzenlenen Demokratik Özerklik Çalıştayı ile ilgili birkaç söz etmek istiyorum. Çalıştayın birinci gününde milliyetçiliğin sorunlu yanları üzerine kısa bir konuşma yaptım. İkinci gün öğleden sonra Diyarbakır’dan ayrılmam gerektiği için demokratik özerklik taslağı üzerine yapılan tartışmalara katılamadım, dolayısıyla taslak hakkındaki görüşlerimi belirtemedim. Çalıştayda bize sunulan taslakla BDP’in internette yayımlanan özerklik taslağı arasında bazı farklar olduğunu T24 yazarı Doğan Akın’ın yazısından öğrendim. Aradaki farklar, bu farkların nedeni çok önemli ancak bu aşamada genel tavrımı söylemekle yetiniyorum: Halkların kendi kaderini tayin hakkına saygı duyan biri olarak Kürtlerin kendi kaderleri hakkında Türk toplumuna en aykırı gelecek konuları bile konuşmasını, kararlar almasını, bunları uygulamasını doğal görüyorum. Evet, sunulan metin ulus-devlet mantığı içinde büyümüş olanlar için radikal önerilerle doluydu. Ama çağımızda halkların değil özerklik talep etmeleri, federasyon, konfederasyon, hatta bağımsız devlet kurma talebinde bulunmaya bile hakları var. Bu talepleri hayata geçirmek mümkün olur mu orası ayrı. Nitekim bazılarımız metni çok ütopik buldu. Bana göre ütopyası olmayan bir siyasi hareket başarıya ulaşamaz. Bazıları “Kürtler haddini” aştı dediler. Bence hadlerini aşanlar “millet-i hâkime kibri” ile konuya yaklaşanlar. Bu demek değil ki, metinde hiç sorun görmedim. Örneğin adeta Kemalist bir Kürt Tarih Tezi dinliyormuşum etkisi yaratan hamasi cümleleri sevmedim. Özerklikle ilgili meşruiyet kaynaklarını (1921 Anayasası ve var olduğu şüpheli 10 Şubat 1922 özerklik kararı) çok zayıf buldum. Metnin Kürt toplumunun bütünü adına konuşan, Kürt toplumunu tepeden biçimlendirmeyi hedefleyen Ziya Gökalpçi Jakoben tavrından endişe duydum. Komüncü-Sosyalist-milliyetçi melezi kavramsallaştırmalarını çelişkili buldum. Ancak başta da dediğim gibi, bu konuda benim ne düşündüğümün hiç önemi yok. Konu esas olarak Kürt toplumunu ilgilendiriyor. Onların söz konusu taslağı enine boyuna tartışacaklarını ve kendileri için en iyisini bulacaklarına inanıyorum.
Kaynakça: Ethnic Groups in The Republic of Turkey (Yayına Haz. Peter A. Andrews, L. Reichert, Wiesbaden, 1989; İ. Sirkeci, “Exploring the Kurdish Population in the Turkish Context”, Genus, 2000, 56.1-2:149-175; S. Mutlu, “Ethnic Kurds in Turkey: A Demographic Study”, International Journal of Middle East Studies, 1996, Vol.28, s.517-541; M. Izady, A Concise Handbook: The Kurds, Taylor and Francis, Washington DC-Londra, 1992; Martin van Bruinessen, “Shifting National and Ethnic Identities”, Journal of Muslim Minority Affairs, 1998, 18(1): 39-52. A.E. Özsoy, I. Koç ve A. Toros,”Turkiye’nin Etnik Yapısının Anadil Sorularına Göre Analizi”, Turkish Journal of Population Studies, 1992, Vol.14, s.87-115; Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları: Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Lozan Antlaşması, (Yay. Hazırlayan: İbrahim Kaboğlu), İstanbul Barosu Yayınları, 2002.
hurayse@hotmail.com
***
Not: Geçtiğimiz hafta teknik bir hata sonucu İzmit Basın Konferansı ile ilgili çerçeve Amasya Protokolü ile ilgili bir cümleyle başlamış. Ayrıca El Cezire Komutanlığı’na gönderilen talimatnamenin tarihi 27 Ocak 1921 değil, 27 Haziran 1921 idi. Düzeltir özür dilerim.
TARAF