Şinnavi’nin “Ümmetin Yetimleri Kürtler” adıyla Türkçeye çevrilen bir kitabı vardı. Bu isimlendirme Müslüman Kürtlerin Türk, İran, Irak, Suriye ulus devletlerinin ikinci sınıf vatandaşları konumunda kalmalarıyla irtibatlıydı. Kürt Müslümanlar, çözülen ümmet yapısının yetimliği içinde kendilerini daha bir yetim hissediyorlardı. Kürt ulusalcıları için ise Sevr Anlaşması’nda vaat edilen Kürdistan ulus devletinin diğer ulus devletler gibi İtilaf Devletleri’nden onay alıp vücut bulamaması önemli bir gerginliği yaşatmaktaydı. Ama Kürt ulusalcıları için şimdi ABD işgali altındaki Kuzey Irak’ta işgal kuvvetlerinin onayı altında bir ulusal Kürt devleti kurulma ümidi oluşuyordu. Belki Kürt ulusalcılarının da bir devleti olacaktı. Aynı I. Dünya/Paylaşım Savaşı sonrasında emperyalist İtilaf devletlerinin işgali altındaki Ön Asya’da veya Osmanlı Bilad-ı Rum’unda ve Ermenistan-Kürdistan’ında egemen Batı devletlerinin Lozan Anlaşması’ndaki onayı ile Türkiye adlı batıcı, laik, işbirlikçi bir Türk ulus devletinin kurulduğu gibi.
Türk ulusçuluğu, Osmanlı bakiyesi Müslim ve Gayrimüslim halkları/şu’b’u batılı yaşam tarzı için asimile ederek veya tehcir ile yani Kemalizmin ideolojik söylemiyle devşirmiş ve modernistleştirmiş oldu. Kürt ulusçuluğu da farklı değil. İster Öcalanizm, ister Talabanilik veya Barzanicilik adına yapılsın. Muhtemel bu Kürt ulus devletinin çevre güvenliğini daha şimdiden ABD sağlamaya çalışıyor, iç istihbarat işleyişinin örgütlenmesine İsrail hizmet veriyor. Federe Kürt Devleti’nin parlamento binasını da TSK’nın ekonomik uzantısı OYAK inşa etti ve Tak Tak bölgesi gibi havzalarda petrol çıkartma işini de küresel kapitalizmin dev uluslar arası şirketleri şimdiden yasal güvencelerini de oluşturarak yağmaladılar. Bu yağma düzeninin iç işleyiş ve pazar emniyetini de, bölgedeki Şeyhlik, Şahlık ve Krallık rejimleri gibi yeni Kürt ulus devleti elitleri üstlenmiş olacak.
Lakin bölgede bir Kürt ulus devletinin oluşturulmasına icazet çıkmasına rağmen, Kürt kavmini oluşturan aşiretlerin işbirlikçileri arasında ulus olmak için iç ihtilafları henüz bitmedi. Resmi dil veya eğitim dili Kırmancca mı olacak Soranice mi? Yazı dili Soranicenin, Kırmanccanın veya Zazacanın asırlardan beri yazıldığı Kur’an harfleri ile mi resmileşecek, yoksa Kemalist devrimler gibi asırlardır kullanılan yazı dili değiştirilip daha çok Avrupalılaşmak adına Latin alfabesine göre mi şekillenecek?
Bütün Müslüman kavimler kardeşliklerini sağlayan Kur’an nimetinden uzaklaştıkça tevhid ve adaletin tanıklığını yapan İslam ümmetini yitirmeye ve hep birlikte öksüzleşmeye başladılar. Yaşanan bu öksüzlükten sonra uluslaşan, uluslaştırılan, uluslaşmaları için asimile veya imha edilen diğer Müslüman kavimler/şu’b gibi Müslüman Kürt kavmi /şa’bı da diğer Müslüman halklar gibi uluslaşma sürecine itilerek ikinci bir şoku yaşamakta yani yetimleşmesi söz konusu olmaktadır.
Bu bağlamda ulus devletler kıskacına alınan Kürt kavmi için “Ümmetin Yetimleri” nitelemesi bir zulmü, imha ve asimilasyon politikalarını ima etmesi açısından önemlidir. Ancak Müslümanların haline total olarak bakıldığında asıl yetim kalanın Kürtlerin de içinde olduğu İslam ümmetinin kendisi olduğu görülecektir. Birinci Dünya Savaşı’nda tüm coğrafyamız işgal edilmiş, ümmetin görece siyasi birliği de tamamen bozulmuştu. Emperyalistler coğrafyamızdan çekildiklerinde, geriye işbirlikçi iktidarlar ve ulus devletler bırakmışlardı. Bölgemizdeki Kürt sorunu da emperyalist devletlerin sınırlarını cetvelle çizdiği veya onayladığı statüyle, tüm Müslüman veya gayri Müslim tebaaya dayattığı sanal ve seküler ulus kimliklerle başladı. İran, Türkiye, Suriye ve Irak ulus devletleri, tebaayı zorla Türkleştiriyor, Araplaştırıyor veya Farslaştırıyorlardı. Bu zulme İslam’ı üst kimlik olarak algılayan Müslümanlar Oğuzu, Azarisi, Kırmancı, Zazası, Arabı, Lazı, Çerkezi, Gürcüsü, Boşnağı ile direndiler. Ama imha ve asimilasyon politikalarına karşı direniş bu emperyal ulus projelerini geriletemedi. Şeyh Said’in ayaklanmasından sonra 1925 Şark Islahat Planı, bölgede Kürtçe konuşmayı yasaklıyor ve Kürtçe konuşanları ağır para cezasına çarptırıyordu. Sonra da sürgünler ve İstiklal Mahkemeleri’nde idamlar başladı. Ve dergâhlarının kapatılmasını ve batıcı şekli modernleşmeyi kabul etmeyen Seyid Rıza liderliğindeki Alevi direnişi de büyük Dersim Katliamı ile 6 yıl içinde bastırılmıştı. Sünni ve Alevi olsun Müslümanlar ve Kürtler karşılaştıkları rejimin katliam, yasak, sürgün ve asimilasyon politikaları karşısında sindiler. Fiili direniş, formunu buğz etmek üzere değiştirdi. Çok partili sistemle de var kalabilmek için rejimle uzlaşma yolunu seçtiler. Alevilerin sonradan CHP’yi ve Kemalizmi tercih eden tutumları “Katiline aşık olma” hali gibiydi. Sünni Müslümanlar ve Kürtler de 1945’den sonra “karşıtına sığınarak var olma” yolunu seçip milli dindarlığı keşfettiler. Asimilasyon rejim açısından büyük oranda tamamlanmıştı.
Kürt sorunu 1970 TİP Kongresi’nden itibaren sosyalist hareketler tarafından kurcalanmış ve 1978’de kurulan PKK ile inisiyatif sosyalist Kürt ulusalcılarına geçmişti. Türkiye’deki İslami uyanışın mayalandığı yıllar ise 1970’li yılların ortalarında oldu. Müslümanlar tarihi süreç içinde yitirdikleri bilinci Kur’an ekseninde tevhidi kimlik olarak kavradıkça da Kürt sorunu ve hayatımızı kuşatan bütün sorunlarla ilgilenmeye başladılar. Partisel mücadele içinde İslami duyarlılık açısından Erbakan’ın 1995 Bingöl konuşması da bir dönüm noktası idi. Erbakan “Siz Kürt çocuklarını her gün ‘Türküm doğruyum’ diye bağırttırırsanız, yarın da onlar ‘Kürtün en doğru benim’ diye haykırır ve ayrışır” diyordu. Bu tarihi arka planı göz önünde tuttuğumuzda bugün için Kürt sorununa çözüm arayışı açısından üç öbek bulunmaktadır. Birincisi Kürt ulusalcıları, İkincisi Türkiye demokratları, üçüncüsü ise İslam’ı bütünsel olarak okumaya çalışan Müslümanlar.
Bugün Kürt sorununa çözüm öneren ve Kürt Açılımı’nı başlatan AK Partidir. Çözümden yana olan siyasilerin ve demokrat aydınların ekserisi bugün merkeze en yakın veya bizzat sistemin restorasyonu içinde merkezi ifade eder hale gelen AKP’nin bu açılımını zaaflı ve eksik görseler de, eleştirel bir dille de olsa desteklemektedirler.
İkinci taraf olan Kürt ulusalcıları ise tüm Kürtler adına konuşmakta ve PKK’yı da gözeten bir dille seyyaliyeti bol çözüm önerilerinde bulunmaktadırlar. Ama Kürt ulusal hareketinin lideri Abdullah Öcalan İmralı Savunması’nda ve 3-4 yıl öncesinde de bölünme ve bağımsız bir Kürt devleti kurma hedefinden vazgeçtiklerini açıklamıştı. Zira Türkiye’deki Kürt nüfusunun yarıya yakını batıdaki büyük şehirlerde yaşamaktaydılar, modernleşmeyi tadıyorlardı ve büyük bir bölümü daha da geriye göç etmeyeceklerdi. O zaman Kürt sorunu, Osmanlı Kürdistanı’nı esas almakla birlikte Türkiye bütünlüğü içinde tartışılmalıydı. Ve bu hareket Kemalizmin modernleşip laikleştiremediği Kürtleri laikleştirmeye talipti. Son mahalli seçimlerde kapatılan DTP’nin Türkiye’den aldığı toplam oy miktarı ise %5.7 idi. Bu miktar, oy atmayanları ve çocukları da katarak oranladığımızda 3 veya 3,5 milyon insana tekabül etmekteydi. Oysa kendini Kürt aidiyeti ile ifade eden insanların sayısı ise en az bu oranın 3 veya 4 katıydı. O zaman dünkü DTP veya bugünkü BDP veyahut PKK “Biz Kürtler” derken tüm Kürtleri temsil etmemektedir ama öncü ve rol belirleyen bir güçtür.
Geriye ise Kürt kavminin 1300 yıldan beri fıtri aidiyetini taşıyan Müslümanlar kalmaktadır. Bugün İslam’ın siyasi söylemini veya tevhidi değerleri ön planda tutan Müslüman Kürtler de hesaplar dengesinde üçüncü kuvveti temsil etmektedirler.
Bu taraflar arasında ayrılığı veya yeni bir oluşumu düşünen kümeler ise marjinal bir hayalcılık içindedirler. Ayrılıkçı marjinaller ise daha ziyade romantizme bulanmış anarşistlerin psikolojisi içinde bulunuyorlar. Kürtlere özgü yeni bir muhafazakar-demokrat parti hayalini de dillendirenler olabilmektedir. PKK bile Türkiye halkından ve bütününden bahsederken, ve AK Parti açılım olayını vazgeçemeyeceği bir mücadele alanına çevirmişken, yeni bir Kürt AKP’sini düşünmek ancak fırsatçı ve hizipçi siyasilerin yanılgısı veya Kürtler arasındaki AKP’nin gücünü kırmaya kalkışan oligarşik güçlerin derin hesabı olabilir. Kürtler arasında demokrat ve İslam’a düşmanlık göstermeyen çizginin alternatifi olsa olsa belki Numan Kurtulmuş liderliğindeki SP olarak düşünülebilir. Yeni bir Kürt AKP’si ihtiyaç olsaydı, son mahalli seçimlerde HAK-PAR % 0.1 oy almazdı.
Kürt meselesinin çözüm arayışında üçüncü ve en kadim öbeği oluşturan İslamcı bakış açısının ise acil olanı gerçekleştirmek, yangını söndürmek, boğulanı kurtarmak anlamındaki çabalara öncelikli olarak el atması, acil çözümle ilgili dil ve fıtri kimlik aidiyeti konusunda yasakların kaldırılması için inisiyatif alması gerekmektedir. Ama bölgede ve tüm İslam coğrafyasında en büyük felaket iç ve dış nedenler dolayısıyla vahiyden ve fıtrattan uzaklaşılmasıyla oluşmuştur. Bunun için ilk defa tüm insanlığın ve doğanın düşmanı küresel kapitalizme karşı insanın ve eşyanın tabiatını, özgürlüğünü ve adaleti savunan bir erdemliliği kuşanmamız gerekmektedir. Vahyi bilinç inşası ile gelecek projeksiyonumuzu, insan fıtratına aykırı olan ulusalcı yabancılaşmaya ve kapitalist kültürün işgal ve sömürüsüne karşı bizleri iman ve amelde vahiyle yeniden diriltecek tevhidi bilgi ve kazanımlarımızın evrensel değerleriyle temellendirmeliyiz.
Başkaların sahnelerinde veya yöntemleriyle ancak “Firavunun sarayında imanını gizleyen adam” kalınabilir. Biz İslami ilkelerini buğuza, özgürleşmesini de müdahaneye bağlayanlardan olmamalıyız. Zira müdahane ile gelecek bir özgürlük, fıtrat-vahiy ve adaletle bir buluşma değil; bir inhiraf, bir hedonist ötekileşme veya emansipasyon halidir. Türk toplumu haline getirilen insanlarımız zaten bu sapkınlığı yaşadı ve yaşamaktadır. Bu kirlerden hep birlikte elbiselerimizi temizlemeliyiz.
Hesabını dareyni gözeterek yapanlar için Kürt sorununun çözüm arayışı, tüm Müslümanların çözüm arayışı gibi, uluslaşma biçimlerine ve tüm kapitalist kuşatma ve yaşam biçimlerine karşı yürüteceğimiz uzun soluklu bir mücadele stratejisi ile aydınlığa ulaşacaktır. Fiili zulme ve haksızlığa karşı çıkarken tabii ki haklarımızı mevzi olarak da olsa geri almaya çabalayacağız. Ama asıl olan asırlardır yitirdiğimiz vahyi nimeti inanç duruluğunda, düşünme kapasitesinde, tevhid ve adaletin örnek tanıkları olmada yeniden hayat sahnesine çıkartabilmemizdir. Uzun vadeli stratejik çözümlememizin yükümlülüğü, namaz gibi, adalet gibi, oruç gibi pratik hayat ve mücadele içinde bugünden başlamalıdır.
Şüheda olma görevine, vahyin bildirdiği tohum meselini kavrayarak, “tek başına İbrahim gibi bir ümmet olma” bilinci ve adanmışlığıyla adım atılabilir. Kürt sorununu çözüyor gibi yapmak veya palyatif tedbirlerle oyalanmak ya da çözüm diye fıtrat karşıtı değerler de taşıyan AB kriterlerine sarılmak bizi kandırmamalı ve oyalamamalıdır. Tabii ki ateş söndürülecek, gaspedilen haklarımızın meşruiyet çerçevesinde geri alınması için mücadele edilecektir. Ama en büyük mücadelenin bugünden başlamak üzere hidayet rehberimizin mesajını modern hayatta fikri ve fiili olarak örneklendirerek, niteliği ve istişareyi yükselten tanıklıklar gerçekleştirerek verileceğini de Kur’an talebeleri hiçbir daim unutmamalı ve stratejik hedeflerinde “idare-i maslahatçılık” gibi pragmatik iğvalara kapılmamalıdırlar.
İki cahili kimlik sahibi arasında Sasanilere karşı Rumların ilerlemesi hoşumuza gidebilir. Ama bizim işimiz cahili Rum ordusuna asker yazılmak değil, Allah’ın kulları olarak kendi ordumuzun omurgasını yükseltmeye çalışmak olmalıdır.