Başlığa bakanlar bunun bir eleştiri yazısı olacağını, hükümetin 'yeni' olarak adlandırdığı stratejinin hiçbir işe yaramayacağını savunacağımı düşünebilirler.
Ama ben tam aksi yönde bir değerlendirme yapacağım. Söz konusu 'stratejinin' Kürt meselesinde bir 'Türk açılımı' arayışı olduğunu, ancak bunun Kürt meselesinin çözümünde gayet işlevsel yeni bir zemin oluşturabileceğini düşünüyorum.
Önce bu noktaya nasıl ve niçin geldiğimizi irdelemekte yarar var: AKP hükümeti son seçimlerden bu yana Kürt meselesinde paralize olmuş durumda. Dil ve diğer temel haklar alanında çoktan yapılması gereken reformları yapmaktan çekindiler, çünkü bunun PKK ile mücadelede netice vermeyeceğini, Kürt tarafını tatmin etmeyeceğini, PKK'nın sürekli olarak çıtayı yükselteceğini öngördüler ve doğrusu bu ihtimal hiç de az değildi. PKK'nın Oslo görüşmelerinde masadan kalkma tercihi bu değerlendirmeyi epeyce gerçekçi kılıyordu. Öte yandan PKK'nın askerî yöntemlerle zayıflatılması siyasetinin de zamana yayılacağı ve bölgedeki gelişmelere bağlı olduğu açıktı. Dahası PKK şiddeti 'normalize' ederek KCK çerçevesi içinde ovaya indirmişti ve buradaki mücadelede yargı sisteminin tavrı giderek ağır bir yüke dönüşmüştü. Uludere katliamı ise hükümetin 'mücadele' çizgisinin de sonuç vermeyeceğini ilan eden bir şamardan farksızdı...
Kısacası hükümetin algısının içinden bakıldığında gidilecek yol kalmamıştı. Bu durumun nedenlerine inildiğinde ise iki unsur öne çıkmaktaydı: AKP'nin paralize olmasının nedenlerinden biri PKK'yı muhatap almasıydı. Kürt meselesinin çözümü için tarafların diyalog içinde olmasını bekleyenler, hükümetin PKK ile 'konuşmasını' hep olumlu olarak değerlendirdiler. Sorunu merkeze aldığımızda bu yanlış bir değerlendirme değildi. Ne var ki hem PKK'nın çözüme araçsal yaklaşması, hem de AKP'nin Kürt meselesindeki her adımı PKK'ya iletilen bir 'söz' olarak algılaması süreci bloke etti. Hükümetin tıkanmasının altında yatan ikinci unsur, siyasetin tüm yükünün AKP tarafından taşınabileceğinin sanılmasıydı. Muhtemelen yüzde ellinin üzerindeki oy oranı ve asker ile yargıdaki yeniden yapılanmalar AKP'nin özgüvenini fazlasıyla şişirmişti. Ancak sonuçta ortaya şöyle bir tablo çıktı: Rejimin sahibi olarak davranan CHP ve MHP 'olmaması gerekenleri' ima eden birtakım kırmızı çizgiler öne sürerken, rejimin değişmesini isteyen BDP de 'olması gerekenleri' işaret eden başka kırmızı çizgileri vurgulamaktaydı. Bu ikisinin arasında ise siyasetle doldurulması gereken bir boşluk bulunmaktaydı ve hükümet bu alanda tek başına hareket ederek meseleyi çözebileceğini sandı. Oysa siyaset muhatap gerektirir... Ne var ki bu konuda hükümet dışındaki taraflar kendi kırmızı çizgilerinin ardına sığınıp siyasetsizliği tercih ettiler ve AKP'yi muhatapsız bıraktılar. Unutmamak gerek ki, son dönemde sadece hükümet değil, muhalefetin tümü de siyaset açısından neredeyse hiçbir şey yapmadı. Ancak bu durumun yükü gayet doğal olarak AKP'nin sırtına bindi, çünkü sonuçta onlar hükümetti...
Bu açıdan bakıldığında hükümetin yeni stratejisi bir itiraf niteliğinde... Bir yılın heba edildiğini, yanlış yapıldığını söylüyor. Bu siyasetin açıklanma biçimi ise, hükümetin bundan sonrasını gelecek tepkilere göre belirleyeceğini ve dolayısıyla birden fazla muhtemel yol olabileceğini ima ediyor. Diğer bir deyişle hükümetin bundan sonraki tavrı kimin muhatap olacağına ve muhataplığı hangi zeminde arayacağına bağlı... Diğer taraftan hükümet söz konusu zemin açısından da önemli bir viraj almış gözüküyor: Kürt meselesinin hak ve özgürlüklere ilişkin çözümünün parlamentoda aranacağının söylenmesi, sadece Kürt toplumuna yönelik değil, özellikle Türk toplumuna bir 'siyasete davet' niteliğinde. Siyaseti parlamentoya çekmek öncelikle hükümetin PKK 'alerjisini' hafifletmeyi hedefliyor. Çünkü siyaseti PKK ile müzakerede aramak, PKK'nın temsil yeteneğini ve siyasi gücünü konsolide eden bir yaklaşımdı. Oysa şimdi farklı bir meşruiyet çerçevesi önerilmekte... BDP'nin Meclis'te her türlü 'kırmızı çizgiyi' savunması mümkün. Bu durum Kürt siyasetini AKP ile değil, CHP ve MHP ile karşı karşıya getirirken, hükümeti de bir hakem konumuna yükseltecek ve hükümetin bu şartlarda 'olabilecek olanı' yapması mümkün hale gelecek.
Toparlarsak AKP bu hamleyle siyasetin alanını açmaya ve diğer aktörleri de işin içine katmaya çalışıyor. Sadece kendi sırtına binen ve altında ezildiği 'çözüm' talebinin, gerçek tarafların karşılaşmaları sayesinde gerçekçi bir zemine oturacağını hesaplıyor. Böylece ilk kez Kürt meselesinin sadece bir Kürt açılımı değil, aynı zamanda bir Türk açılımına da ihtiyaç duyduğunun altı çiziliyor.
Ortada çözümü garantilemek bir yana, ille de daha sağlıklı olacağına inanmamızı gerektiren bir yol yok. Ancak bu sefer üretilecek sonuçta diğer aktörlerin de sorumluluğu olacak ve hükümetin bir süreden beri ihtiyaç duyduğu hareket alanı genişleyecek. Sonrası ise tabii ki yine hükümetin sağduyu seviyesi ile çok yakından bağlantılı olacak...
ZAMAN