Kaldığı öğrenci yurdunda bir hareketlilik olmuş, arkadaşları koşuşturuyormuş. Tam ne olduğunu anlamak için yurdun kapısını açmış ki, üzerine fırlatılan molotof kokteyliyle alevler içinde kalmış. Vücudu baştan ayağa yanarken, saldırganlar hem molotof kokteyli hem de taş atmaya devam etmişler.
Cizre'de PKK sempatizanlarının Gülen Hareketi'ne yakınlığıyla bilinen ve İmam Hatip öğrencilerinin kaldığı Özel Ufuk Öğrenci Yurdu'na yaptığı saldırı sonrası üç öğrenci ağır yaralanmış, tedavileri hâlen sürüyor. Bu işin içinde olanlar her kimse yakaları, iki cihanda da bir araya gelmez inşallah.
Etiler'deki bombalı saldırının failleri daha belli olmasa da PKK'dan bir ret açıklaması gelmemiş olması da manidar. Kılıçdaroğlu'nu sevinç gösterileriyle karşılayanların Ak Parti'nin bölgedeki seçim ofislerine defalarca yaptıkları taşlı, molotoflu saldırıları saymıyorum bile. Bu tabloya bakınca Kürt hareketine "Öcalan'ı muhatap alın" diyesi geliyor insanın.
Öcalan, daha geçen hafta BDP'lileri "Halkı zor tutuyoruz, zaptemediyoruz" dilinden vazgeçmeleri hususunda uyarmıştı. Zaten bir süredir hem PKK'ya hem BDP'ye bu türden uyarılarda bulunuyor. Yapılan görüşmelerin önemini vurguluyor, heyetin iyi niyetli olduğunun altını çiziyor. Ancak ne PKK ne de BDP tabanı bunu umursuyormuş gibi görünmüyor. Yıllardır entelektüellerin de desteğiyle devletten Öcalan'ı muhatap almasını isteyenlerin, Öcalan'ı bile muhatap almayacak derecede şirazesinin kaymış olmasını anlamakta güçlük çekiyorum. PKK ve BDP tabanı, eğer Öcalan'ı silik bir figür haline getirmeye çalışmıyorlarsa, kendisini muhatap alsalar iyi olur.
Demokratik özerklik ve Kürtler
Geçtiğimiz hafta Demokratik Toplum Kongresi (DTK) ile BDP'nin ortaklaşa düzenlediği bir toplantıdaydım. Malumunuz DTK olağanüstü kurulunda alınan karar gereği Ahmet Türk, Bayram Bozyel, Hamit Geylani ve Şerafettin Elçi Kürt siyaseti içindeki farklı akımları temsilen Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'yle görüştüler. Katıldığım toplantı da, benzer biçimde, Türkiye'deki Kürtlerin tüm farklılıklarına rağmen "statü" kazanmak noktasında ittifak ettiğini göstermek ve nasıl bir barış tahayyül ettiklerini anlatmak için düzenlemişti. Toplantıda DTK ve BDP temsilcilerine ek olarak HAK-PAR ve KADEP'in Genel Başkan Yardımcıları, Seyda Mahmut Alpaydın, Devrimci Demokratlar Hareketi, Barış Anneleri, Süryani cemaati, Kurdî-Der ve Nubîhar'dan da temsilciler vardı.
Hepsinin ortak talebi Kürtlerin devlet tarafından tanınan bir siyasî statüsü olmasıydı. Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş bu taleplerini "Yıllardır bir arsa üzerindeki gecekondu sahipleri gibi davranılıyoruz. Artık tapumuzu da istiyoruz" diyerek anlattı. Seçim barajının kaldırılması, siyasî ve askerî operasyonların durdurulması, anadilde eğitim gibi diğer talepler dile getirilse de katılan yazarların ve benim aklımdaki sorular daha çok "demokratik özerklik" projesiyle ilgiliydi. "Kürt siyaseti farklılıklarıyla burada" imajı bir yere kadar oldukça doğruydu ancak Kürtlerin çoğunluğunun AK Parti'ye oy verdiği düşünülürse -ki geçenlerde katıldığı bir televizyon programında Sebahat Tuncel de bunu kabul etmişti- demokratik özerkliğin tüm Kürtlerin rızası alınmadan nasıl uygulanabileceğini sordum. Tatmin edici bir cevap alamadım doğrusu zira burası dananın kuyruğunun koptuğu yer: Demokratik özerklik, Kürtlerin çoğunluğunun arzu ettiği bir talep olmadığı sürece nasıl hayata geçirilebilir?
Toplantıda KADEP temsilcisi oldukça isabetli bir biçimde "Taleplerimizi gerçekleştirmek için Türkiye'nin desteğine ihtiyacımız var" demişti. Elhak doğru. Ancak bırakın Türkiye'yi, daha tüm Kürtlerin desteği sağlanamamışken, demokratik özerkliği birincil talep olarak öne sürmenin nasıl bir hayrı olacak anlamış değilim. Kaldı ki demokratik özerkliğin farklı bir merkezî yönetimi beraberinde getireceği kuşkusu da oldukça haklı. Eskiden Ankara'ya bağlı olan Kürtler, demokratik özerklik sonrası bu sefer de "parti"ye bağlı kılınmayacaklar mı? Hayat Bilgisi kitaplarımızda "Cumhuriyet, halkın kendi kendini yönetmesidir" diye okuyup inanmıştık. Büyüdükçe bunun içi boş bir slogan olduğunu anladık ve halkı yönetenin kimler olduğunu daha iyi anladık. Demokratik özerklik de "Kürtlerin kendi kendini yönetmesi" olarak sunulsa da "partinin Kürtleri yönetmesidir"den öte bir anlamı olacak mı, emin değilim.
Bugün, saat 21'de Taksim'de!
İsrail askerleri geçtiğimiz yıl bugün, saat 21'de, Gazze yolu'ndaki Mavi Marmara'yı taciz etmeye başlamıştı. Sonuçları malum... O yüzden bu anlamlı günün yıl dönümünde, saat 21'de, Taksim Tünel'den meydana kadar sürecek olan büyük bir yürüyüş düzenleniyor. "Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var!" diyen herkesi bekliyoruz.
YENİ ŞAFAK