HAKSÖZ HABER
Faruk Beşer, sokağa çıkamayan, ticaretin sıkıntılarına el atamayan, eğitimin açmazlarına dokunamayan, kadın ve gençlerin ufkunu açamayan cemaatte karşılık bulmasına imkan olmadığını ifade ediyor. Dinin yaşlıların ağzına bir emzik olmaktan çıkarılması için toplumun dinamik kesimlerini kuşatacak donanımlı ve dinamik bir davet metodunun aşkla hayata geçirilmesi için neler yapmalı? Okumayan, hayat ve toplumla ilişkisi kopuk, istişare zemininden yoksun bir vaizlik-hatiplik müessesiyle olsa olsa cemaate aptal muamelesi yapılmış olur.
Toplumu içine düştüğü sıkıntı ve sapmalardan kurtaracak, toplumun talep ve ihtiyaçlarına cevap verecek vaizler, hatipler, davetçiler nerede? Vaizlerin nasıl donanımlı olması gerektiğine dair kısa ve pratik bir yol haritası öneren Faruk Beşer'in ilgili makalesini siz okurlarımızla da paylaşmak istedik.
O vaizin elini değil, ayağını dahi öperiz / Faruk Beşer
Yeni Şafak
Allah’ın evidir, evine gelip lütuf bekleyenlere O’nun mutlaka ikramı olur diye cumadan biraz önce camiye gittiğimiz oluyor, oturup bir şeylerle meşgul olalım derken merkezi vaaz başlıyor. Namaz, abdest, gusül gibi konular hazır konular. Vaizimiz hemen birinden giriş yapıyor. Belli ki hazırlıksız gelmiş ve herkesin bildiği şeyleri tekrar tekrar anlatıyor. Bunlar önemsiz şeylerdir demek istemiyoruz, haşa. Dinin esası ibadet, ibadetin esası da dosdoğru kılınan namazdır, tamam.
Ama İslam bütün bir hayat dini ise ve hayat da bazı yönleriyle hep değişerek devam ediyorsa neden biz hayatın bu değişen uçlarında müminlere yol gösterici olmuyoruz? Neden laikliği suçlarken dini caminin içerisine bizzat kendimiz hapsediyoruz, onu bir türlü sokağa çıkaramıyoruz? Dini sadece yaşlıları uyutmak için bir emzik haline getiriyoruz? Nedeni aslında belli, biz sürekli değişen hayatı bilmiyoruz, izlemiyoruz ve öğrenmiyoruz ki, cemaatimize de anlatabilelim. Bunun için bir hedefimiz ve aşkımız da yok. Bilgi ve aşk olursa sonuçta eylem olur.
Sürekli söylüyoruz, ayda üç kitap, hadi tembeller için bir kitap diyelim, okumayan bir vaiz halkın önüne geçip hitap ederse onlara ne anlatabilir? Aslında her vaaz bir kitabın hulasası olmalıdır ve en az elli seçme kitap okumamış olanları daha en baştan vaiz yapmamak gerekir.
Böyle muhteşem bir imkânı ve görevi yakalamış insanlar bunun hakkını veremezlerse Allah’a nasıl hesap veririz? Nasıl toplumun düzelmesini bekleyebiliriz? Böyle yapsınlar bakalım gençler camileri doldurmayacaklar mı? Nadir de olsa böyle vaizlerimiz var ve onların camilerindeki bereket ve hareket hemen seziliyor. Öylelerinin ellerini değil, ayaklarını dahi öpmeye hazırız.
Vaazların merkezlerden yapılmasının faydalı yönleri var. Ama bu işin hakkını vermeyenleri, konusunu kürsüye çıktıktan sonra belirleyenleri, bir vaaz için en az dört saat çalışmayanları o merkez kürsülere çıkarmamak lazım. Biraz ağır olacak ama cemaati bu kadar aptal yerine koymanın anlamı yok.
Tamam, İslam bütünüyle ibadet demektir. Ama ibadet sadece o bilinenlerden ibaret değil ki. Hayatın tamamı ibadet haline getirilmelidir. Her vaazda hayatın geçen bir haftalık kesitini cemaate yorumlamak, İnsanları kötü inançlara, kötü alışkanlıklara, her gün yeni yeni ortaya çıkan modern haramlara, modern deccallara karşı uyarmak, dünyaya Müslümanca bakışlarını sağlamak, bölüşmenin, imdada koşmanın, paylaşmanın etkili yöntemlerini tartışmak, kul hakkının boyutlarını anlatmak, ticaretin fezailinden ve rezailinden bahsetmek, dürüstlüğün, insanları aldatmamanın, hilesiz ticaretin gereğini, imkânlarını ve yöntemlerini ayağı yere basacak şekilde sunmak, yapılan hilelere dikkat çekmek, aldatanın mümin ve müslüman olamayacağını duyurmak, gençleri meşgul eden, kafalarını çelen modern şeytani akımların mahiyetlerini sebeplerini alternatiflerini konuşmak, cemaati dünya Müslümanlarının dertlerinden haberdar etmek, Müslümanların hangi sebeplerle bu zillete düştüklerinin, bundan nasıl kurtulabileceklerinin reçetelerini sunmak… Bütün bunlar ve benzerleri güncel formlarda vaazların konuları olmalı değil mi?
Tabi bunların yapılabilmesi rahat bozucu şeylerdir, bilmeden ve bunun için de okumadan olacak şeyler değildir. Sadece okumak bile yetmez, aşk ve heyecan da gerekir. Davet, tebliğ ve yönlendirme açısından toplumun en şanslı insanları olan vaizlerin, hatiplerin, kısaca bütün din hizmetlilerinin haftada bir de kendi aralarında tartışmalı dersler yapmalarını ve sürekli şarj olmalarını gerektirir. Allah göstermesin, bu görevin önemini Irak gibi, Suriye gibi, Cezayir ve Tunus gibi, hatta Mısır gibi olduktan sonra mı idrak edeceğiz? Kadri bilinmeyen her nimet insanın elinden alınır. ‘Eğer şükrederseniz kesin artırırım, ama nankörlük ederseniz azabım çok çetin olur’ buyrulmasının anlamı nedir?
Hutbeler bir ölçüde bu kısır döngüden kurtarıldı, ama onlar da suya sabuna değmeden hep belli çerçevede kalıyor. Aslında Diyanetin İhtisas Merkezleri ilmi açıdan muazzam bir irtifa sağladı. Ama demek ki, sadece belli alanlarda ilim de bu iş için yeterli değilmiş, daha başka şeyler de lazımmış. Aşk da, aşkı pompalayan eylemler de gerekiyormuş. Bunlar da hadi olsun demekle hemen olacak şeyler değil. Ama mutlaka bir ucundan başlamak gerekmez mi?