Fransa’nın teklifi üzerine, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) oy birliğiyle Suriye (ve elbette ki Irak) topraklarına bütün ülkelerin operasyon yapmasına ‘yasal’ zemin hazırlayan bir kararı kabul etti. BM kararında, imkân ve kapasitesi olan üye ülkelere IŞİD’le mücadelelerindeki eforlarını ikiye katlama ve koordine bir biçimde hareket etme çağrısı yapılıyor. Paris’teki kanlı bilanço bu kararın ittifakla alınması ve itiraz görmeden hızla hayata geçirilmesi için BMGK’ya harika bir fırsat oluşturdu.
İslâm coğrafyasının pek çok noktası ama hassaten Suriye ve Irak, artık resmen ve salt bir IŞİD sorununa indirgendi. Öyle ki küresel ve bölgesel siyaset yapıcıları IŞİD dışında hiçbir sorunun varlığıyla ilgilenmeyeceklerini bu kez en üst perdeden deklare ettiler. Bu sebeple Fransa’nın BM Daimi Temsilcisi François Delattre kararın ardından ilk beyanatında hareket stratejilerini şöyle beyan etti: “Önümüzdeki günlerde, Charles de Gaulle uçak gemimizin ulaşmasıyla IŞİD'e karşı saldırı kapasitemizi üç katına çıkaracağız.”.
İngiltere’nin pozisyonunu açıklayan Başbakan David Cameron ise daha geçen hafta önüne kırmızı halılar serip kucakladığı General Sisi gibi Beşşar Esed rejimiyle de ciddi hiçbir ihtilafının olmadığını şöyle beyan ediyordu: “Dünya bugün IŞİD'e karşı birleşti. Bugünkü oylama IŞİD'in kökünü kazımak için nihai eyleme uluslararası desteğin genişliğini göstermiştir.”.
Batı’da Demokrasi İçin Ortadoğu’da Despotizm
Esed rejimini ayakta tutma mücadelesi çoktan İran-Rusya bloğunun ortak stratejisi olmaktan öteye geçti. Uzun bir zamandır diplomatik ayak oyunlarıyla korunup kollanan Esed rejimi IŞİD’le mücadele adı altında AB ve ABD’nin de koruma altına aldığı bir barbarlık düzeni olarak zaman kazanıyor. IŞİD’in tırmandırdığı provokatif kanlı eylem biçimleri hem Esed rejimini vazgeçilmez kılıyor hem de AB ve ABD’nin Rusya-İran bloğuyla beraber İslâm coğrafyasında yeni işgal ve katliamlarına zemin hazırlıyor.
Suriye’nin hemen bütün şehirleri IŞİD’le mücadele adı altında İran’dan ABD’ye, Rusya’dan Fransa’ya hegemonya mücadelesi veren bütün devletlerin füze sağanağına tutmaya hak kazandığı canlı hedeflere dönüştürüldü. Artık Suriye’de PKK-YPG, İran ordusu, Hizbullah ve Şii milisler dışında Esed rejimine muhalefet eden bütün silahlı gruplar hiçbir zorluk çekilmeden IŞİD olarak kodlanıyor ve imha süreci başlatılıyor.
Son olarak hava ve deniz birliklerinden fırlatılan füzelerle Rusya’nın öncülüğünde Esed-İran-Hizbullah birliklerinin karadan Türkmen Dağı’nda başlattığı işgal harekâtı bu duruma açık bir örnektir. Türkiye’nin sıfır noktasında Rusya’nın sürdürdüğü ağır bombardıman IŞİD’le mücadele maskesinin Esed rejimini ayakta tutmak adına kullanılan çok yaygın ve kullanışlı bir söylem olduğunu bir kez daha teyit ediyor.
Hem NATO hem de AB’ye ev sahipliği yapan Belçika’nın başkenti Brüksel’de şüpheli iki kişinin varlığı üzerine aynı Paris’te olduğu gibi sokaklara asker ve polis özel harekât birlikleri indirildi. Batı’da refah ve özgürlük üzerine bina edilen hayat tarzına en küçük bir gölge düşmesin diye her türlü tedbir en üst düzeyde alınıyor.
Ama bu tedbirler Batı’da sömürgecilik üzerine bina edilen demokrasiyi korumak için Batıdışı toplumları ama özellikle Müslüman halkları despotik rejimlere mahkûm etmeye dayandığı için büyük bir öfke ve nefretin de patlamasına sebep oluyor.
Paris de Halep de Işıl Işıl
Paris’i, Londra’yı, Washington’u, Moskova’yı, Pekin’i ışıl ışıl, zengin, neşeli ve cezbedici mekânlar haline getirmek için ne yazık ki BMGK’yı oluşturan ABD, Rusya, İngiltere, Fransa ve Çin’den oluşan emperyal devletler hassaten İslâm coğrafyasını tahrip gücü yüksek bombalarla aydınlatıyorlar.
Aydınlanma ve demokrasinin İslâm coğrafyasında hayat bulabilmesi ancak bu devletlerin girişeceği işgal ve katliamlara bağlanmış durumda. Ama tam manasıyla bir demokrasi ve aydınlanma için uzun bir zaman despotik rejimlerin de ayakta tutulması, kimyasal silahlarla olanlar dâhil her türlü katliamının mazur hatta meşru görülmesi de gerekiyor.
Bu sebeple hiçbir devlet Suriye halkının ne istediği-ne istemediği üzerinde durmuyor. İran ve Hizbullah’ın Suriye’yi işgal etme hakkı da, Rusya’nın Akdeniz’e açılma rüyası da, PKK-PYD’nin kantonlar hülyası da, AB ve ABD’nin radikal İslâmcılıkla mücadele prensibi de daima meşru hatta takdire şayan siyaset olarak alkışlanıyor. Yeter ki aşırı İslâmcı Suriye halkının iktidarı ele geçirmesine müsaade edilmesin. Suriye’den kaçan mültecilerin Avrupa Birliği ülkelerine ulaşıp huzuru bozmasına müsaade edilmezse sorun yok.
Bakın Beşşar Esed, Rus Ria Novosti haber ajansına nasıl da kestirmeden beyan etmiş beklentisini: “Terörle mücadelede Rus Silahlı Kuvvetleri, ABD’nin bir yılda yaptıklarından daha fazlasını iki ay içerisinde yaptı.”. ABD’nin neden bombaladığına değil daha az ve etkisiz bombalamasına itiraz eden bir ‘direniş hattı’dır Esed.
HDP Van Milletvekili Lezgin Botan’ın da Baas benzeri cinayet şebekelerinden hiçbir farkı olmayan örgütü adına yaptığı çağrı demokrasinin hangi türden ilişkiler üzerine bina edildiğini özetliyor aslında: “Sayın Putin’in de dediği gibi IŞİD ile kahramanca savaşan Kürt silahlı güçleri, Rusya’nın da dikkatini çekmiştir. Rusya güçlü bir devlettir, silahları doğrudan YPG’ye verirse biz parti olarak çok memnun oluruz.”.
Batı’nın İslâm dünyasına vâdettiği ‘demokrasi’ işte bu yüzden kurşun gibi ağır ama Kafdağı kadar da uzak.
Yeni Akit