Ortadoğu'da toplumsal dinamizm yeniden keşfediliyor. Söz konusu keşfin öznesi Ortadoğu; Araplar, Müslümanlar olunca mesele ister istemez İslamcılara dayanıyor. Batı merkezli Ortadoğu okumalarına bakacak olursak temel sorun İslamcıların ehlileştirilip ehlileştirilememesiyle yakından alakalı. Yoksa meydanlara dökülen halkların taleplerine karşılık bir stratejik değerinin olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Konuya doğrudan girecek olursak, 1990'lı yılların sonunda "siyasal İslam"ın öldüğünü ilan eden söylemin bölgedeki sarsıntıların şiddetlenmesiyle durumu açıklamaya yönelik kavramsal çabaları da artmaya başladı. Siyasal İslam'ın bitişi ile bugünlerde yeniden keşfedilişi arasında kalan süre, sadece İslami akımların değil tüm Müslümanların terörize edilerek, terörle küresel savaşın hedefi haline getirildiği bir ara dönemdi. Görünen o ki, bu parantez kapanmak üzere; en azından şimdilik bu söylemle Ortadoğu'da iş tutulamayacağı, stratejik dengelerin oluşturulamayacağı anlaşılmıştır. Ölümü ilan edilen siyasal İslam post-İslamcılıkla yeniden gündeme giriş yaptı. Müslümanları potansiyel terör kaynağı gösteren strateji ile İslamcılığı teröre indirgeyip post-İslamcılık formülasyonu üzerinden anlamlandırma çabalarını doğru okumakta yarar var. İslamcılık tartışmalarının bundan böyle daha da artacağı; Batı'da üçüncü sınıf İslam uzmanlarından istihbaratçı, gazeteci karışımı analistlere kadar uzanan bir tartışmanın tırmanacağı görünüyor. Bu arada bölgeyi iyi tanıyan, teorik zemini sağlam isimlerin çalışmalarının bu enformasyon kirliliği içinde kaybolmamasına özen göstermeli. Avrupa ve Amerika'daki üniversitelerde, entelektüel çevrelerde de bağımsız ve dürüst kalemlerin enformatik gürültüye kurban gitmemesi için seçkici bir okuma yapmakta yarar var. Tunus'tan başlayıp Mısır'la zirveye çıkan ve Körfez'den Yemen'e kadar sarsıntıları devam eden hareketliliği sadece siyasal nedenlere indirgemek, yönetimlerin despotik özellikleriyle açıklamak eksik anlamalara sebep olacaktır. Bu açıklama biçimi ile gündeme taşınmaya başlayan İslamcılık tartışmalarını paralel okumakta yarar var. Aksi takdirde bunca yıl diktatörleri destekleyip her türlü özgürlük ve siyasal talebi kanlı bir şekilde bastırmalarına diplomatik, askeri destek verenlerin birden saf değiştirmelerini anlamlandırmak zorlaşır. Yoksa Mübarek diktatörlüğüne karşı özgürlük savaşçısı kesilenlere Amerika'nın Libya'yı model ülke göstermesine anlam veremeyiz. İslamcılığın ne olup olmadığından çok gündeme getirilen tartışmalarda İslamcılığın hangi özelliklerinin mercek altında tutulduğu sorusu önem kazanıyor. Zira aynı bakış açısı bir anda Mısır'daki özgürlük taleplerinin neden destek gördüğü sorusunu da cevaplandırmamızı kolaylaştıracaktır. Daha genel bir perspektiften bakıldığında; Ortadoğu'daki siyasal dönüşümün neo-liberal politikalar çerçevesinde küresel kapitalizmin etkinlik alanıyla çakışmasıyla, Müslüman toplumların bu tür ekonomik ilişki biçimine entegre edilip edilememesi sorunuyla doğrudan ilintili olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kapitalizmin en büyük özelliği farklı kültür ve sistemleri eklemleyerek içselleştirme becerisini göstermesinde yatar. Avrupa merkezli bu sistem Kuzey Amerika'ya kaydıktan sonra artık yeni alanları bünyesine katma ihtiyacı hissettiğinde Soğuk Savaş bitirilmiş, Sovyet bloğuna dahil devasa bir coğrafya sisteme dahil edilmişti. Yeni dönemde ulusdevlet-kapitalizm ilişkisi farklı bir boyuta evrilirken, aynı zamanda stratejik rekabetle birlikte stratejik kültür-toplumların da sisteme dahil edilme zamanı geldiği anlaşılıyor. Stratejik kültür değerine sahip Müslüman coğrafya zihinsel olarak, hayat algısı ve insan tekine yüklediği anlam itibariyle kapitalist insan (ve toplum) tipiyle çatışıyor; bu anlayışa meydan okuyor. Hâlâ değer yargıları, medeniyet anlayışı bakımından sisteme tümüyle entegre edilemeyen, hatta alternatif olma (challange) iddiasını sürdüren tek model olarak kaldı. Bu açıdan bakıldığında Mısır'da yürüyen kitlelerin Müslümanlığı, hatta İslamcıların dini talepleri sorun olmaktan çıkıyor. Burada sorun Müslüman toplumların neo-liberal politikalara karşı takınacakları tavırla yakından alakalı. Yani Müslüman hayat tarzının kapitalizmin temel değerleriyle ne kadar uyumlu olup olmadıkları meselesidir. İslamcıların, söz gelimi İhvan-ı Müslümin'in savunduğu değerlerle bir arada yaşamaya hazır yeni sistem... Yeter ki ekonomik politikalarda küresel sistemle entegre olsun, sorun çıkarmasınlar. Bu nedenle siyasal sistemin şeklî özellikleri, kültürel kodları ne olursa olsun Müslüman coğrafyanın ve İslamcı hareketin dönüşerek küresel kapitalizme entegre olup olamayacağı ve bu sistemin motor gücü haline gelip gelemeyeceği meselesi tartışılmaktadır. Sitemde yaşanan yeni sarsıntıların özeti de temelde bu ekonomik politikaların uygulanmaya konup konmaması ile yakından ilgilidir. Gelişmelere bir de bu açıdan bakmaya çalışmak ruh ve zihin selameti açısından elzem olsa gerek.