Geçmişte, bir gün gelecek Müslüman aydınlar teoride ve aksiyonda siyasilerin gerisinde kalacak denseydi, doğrusu pek ciddiye almazdım. Ancak son dönemde böylesi bir zaman dilimini idrak ettiğimizi görüyorum. Buna bahusus Arap Baharı sonrası süreçte şahitlik etmeye başladık.
Aydınlar teori ve aksiyonda siyasilerden daha az risk almakta, daha az cesur davranmakta, daha muhafazakâr ve statükocu refleksler göstermekteler. Kimisi de bunun adını “temkin modeli” koyup, kendi duruşunu Ehli Sünnet’e mal etmektedir.
Türkiye’nin ümmeti koruyup kollayan bir siyaset geliştirmeye çalışması evvelemirde bu aydınları rahatsız etmiş durumda. Bunu somut bir örnek üzerinden ele alalım.
Mısır’da 24 Mart’ta 529 kişiye idam cezası verildi. Biz de geçenlerde “529 idam bir twitter etmez” başlıklı yazımızla bu zalimliğe tepkimizi koyduk. Hem kimlerin bu idamlardan sorumlu olduğunu hem de twitter yasağına gösterilen tepkilerin 529 idama gösterilmeyerek sergilenen iki yüzlülüğü anlattık.
529 idam meselesinde dik duran Tayyip Erdoğan ve onun liderliğindeki Hükümet’i de takdir ettik.Bölge ve global güçlerin ya direkt ya da dolaylı desteklediği bu idamlara alenen tavır koyan bu hükümet, kaderin garip bir cilvesi olarak Ali Bulaç tarafından sert eleştirildi. Firavun’u unuttu ve neredeyse 529 idam cezasının suçunu Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu’na yükledi.
10 Nisan tarihli Zaman gazetesinde “Mısır’a gitmeli!” başlıklı yazısından bahsediyorum. Hazretin bana yaşattığı ilk hayâl kırıklığı değildi bu. Ama yine de insan üzülüyor.. Türkiye’de İslâm düşüncesinin gelişmesi ve yaygınlaşmasına emek vermiş bir insan, ahir ömründe bunları neden yapar, izahı zor. İyisi mi o satırları kendiniz okuyun:
“Körfez ülkeleri olağanüstü güçler (silah, para, beşeri unsur) kullanarak Suriye direnişini terörize ettiler, bu konuda maalesef Türkiye’yi de yanlarına almayı başardılar. Oysa Suriye direnişini selamete erdirecek olan yöntem silahlı mücadele, iç savaş değil İhvan’ın kuruluşundan bu yana ve tarih boyunca Sünni ekolün takip ettiği ‘temkin modeli’ydi.
Suriye’de rejime karşı mücadelenin iç savaşa dönüştüğü anlaşılınca yine Türk dış politikasının bölgesel düzeyde başlattığı ‘Yeni Osmanlıcılık’ süreci, bölgeyi tekrar geçmişte olduğu gibi Türk hâkimiyeti altına alma, Suriye’yi atlama tahtası olarak kullanma ile Mısır devrimini provoke etme girişimi, 3 Temmuz darbesine giden süreci hızlandırdı. Türk dış politikasına hakim olan İttihatçı anlayışın elbette bir gün muhasebesi yapılacak, ama kim ne derse desin Suriye ve Mısır’ın bu noktaya gelmesinde Türkiye’nin rolü, günahı çok büyüktür.”
Şu satırlar da o yazıdan: “Türkiye hâlâ resmi düzeyde darbecileri kızdıracak işler yapmanın dışında bir şey yapmıyor.”
Şu cümle de Bulaç’a ait “Dış politika dün İttihatçı zihniyetin provokasyonuna maruz kalmıştı, şimdi dünyayı ‘Obama, Putin ve Erdoğan’ yönetecek deliliğine teslim oluyor.”
Bulaç’ın iflah olmaz hükümet karşıtlığı bir sır değil elbette. Bu durumun sebebi câmiada iki şekilde yorumlanıyor; ilki, hükümetten beklediği iltifatı bulamamak, ikincisi de, Hizmet hareketiyle paralel çalışmak. Bunları hemen her yerde ve onu tanıyan insanlardan duymaktayım. Doğrusu işin hakikatini ben bilmiyorum.
Ama benim bildiğim, zamanında “Ağlayan ve ağlatan hoca” yazıları yazmış olmasıdır. 28 Şubat günlerinde Hizmet hareketinin Aksiyon dergisine “İslâm’ın devlet talebi yoktur” diye ropörtaj vermiş olmasıdır. Acaba ‘ağlatan hoca’ eleştirisi yaparken o gün eleştirdiği şeyler bugün yaşananlardan daha mı fecaattı da o çığlığı atmıştı?
En son kendisine Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’ne yönelik ağır ithamlarına (iftira demeye dilim varmıyor) cevap vermiştim. Mesnetsiz karalama yapmış, sonra da kendisine verilen cevapları itibara almadan aynı ithamları sürdürmüştü.
Türkiye, tarih tecrübesine ve bu coğrafyanın ruhuna uygun bazı adımlar attı diye bunun adını neoconlar “Yeni Osmanlıcılık” koydu. Batılıların ve İsrail’in bu operasyonel kodlamasına İran ve Körfez diktatörleri de sahip çıktı. Bunları anlıyoruz. Peki Bulaç niye bu operasyonel kodlamaya sahip çıkıyor, bunu anlamıyoruz.
İhvan’a sorun, onlar Erdoğan’a teşekkür edeceklerdir. Suriyeli muhaliflere, Arakanlılara, Filistinlilere ve ümmetin diğer mazlum çocuklarına sorun, hep hükümete teşekkür edeceklerdir. Ama onlar adına konuştuğunu söyleyen Bulaç, niye hep şikayet ediyor bunu anlamıyoruz..
Küresel sistemi ürkütmekten çekinen bir İslâmcı olur mu?
İslâmcılığın teorisyenlerinden olan Bulaç bunu bize izah etsin. Ve yine Hizmet’in Batı’ya “Biz İslâmcı değiliz, ama Hükümet İslâmcı” şikayetlerini nasıl anlamalıyız, bunu da izah etsin.
Yeni Akit