Küresel Ekonomide Donald Trump Belirsizliği

Ulusal çıkarları esas alarak içe dönük ekonomi politikaları izleyeceği vaadinde bulunan Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle birlikte, küresel ekonomi-politik ilişkilerin yeniden biçimleneceği yeni bir aşamaya gelindi.

Prof. Dr. Güven Delice (Kırıkkale Üniversitesi İİBF İktisat Bölümü Öğretim Üyesi) / Anadolu Ajansı

Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesiyle birlikte, küresel ekonomi-politik ilişkilerin yeniden biçimlendiği bir sürecin yeni bir aşamasına gelindiğini gösteren emareler görülmeye başlandı. Küresel ölçekteki diğer gelişmelerle birlikte bu durum, içe dönük ekonomi politikalarının yaygınlık kazanacağına ilişkin kaygıları artırıyor. ABD’nin bazı sektörlerde uyguladığı korumacı önlemlerin yaygınlaşması, diğer ülkelerin misillemeleriyle birleşince, küresel bir durgunluğa ve refah kaybına yol açabileceği tahmin ediliyor.

Trump hızlanan küreselleşme dalgasını yavaşlatma ve hatta tersine çevirme anlamına gelebilecek söylemler çerçevesinde çeşitli ekonomik vaatlerde bulunmuştu. Nitekim seçim kampanyası sırasında Trump’ın en dikkat çekici söylemleri ekonomi politikalarıyla ilgiliydi. Ekonomi programında dikkat çeken en önemli hususlar ise maliye ve dış ticaret politikalarına ilişkindi. Bu bağlamda, ülkenin alt yapısının bütünüyle elden geçirilmesi (1 trilyon dolarlık bir yatırım harcaması), kapsamlı vergi indirimleri, serbest ticaret anlaşmalarının revize edilmesi ve gümrük vergilerinin artırılması öne çıkıyor. Ülkenin vergi sistemini basitleştirmeyi ve vergi adaletsizliklerini ortadan kaldırmayı taahhüt eden Trump, vergi indirimleri kanalıyla ekonomik büyümeyi teşvik etmeyi planlıyor. Bu amaçla kurumlar vergisinin yüzde 35’ten yüzde 15’e indirilmesi, veraset vergisinin kaldırılması gibi yenilikler gündemde.

Uluslararası ticaret anlaşmaları

Trump’ın seçim kampanyası sürecinde öne çıkan hususlardan bir diğeri, serbest ticaret anlaşmalarının ülke ekonomisi için yararlı sonuçlar üretmediği, istihdam kaybına yol açtığı ve bu nedenle yenilenmeleri veya iptal edilmeleri gerektiğine ilişkin politika önermesiydi. Bu bağlamda Trump seçim beyannamesinde, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nı (NAFTA) feshetmeyi, Çin’in Asya-Pasifik bölgesinde dengelenmesi amacıyla oluşturulan ve 12 ülkenin taraf olduğu Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan (TPP) ayrılmayı ve Avrupa Birliği ile devam eden Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması'nın (TTIP) müzakerelerini durdurmayı vaat etmişti.

Bu çerçevede, serbest ticaret karşıtı politikalar ve genişlemeci maliye politikası uygulamalarıyla gelecek 10 yıl içerisinde önemli sayıda yeni iş alanları oluşturulması öngörülüyor. Halen yürürlükte olan serbest ticaret anlaşmalarının ve müzakere sürecindekilerin gözden geçirilmesi ve önemli bir kısmının feshedilmesinin yanı sıra, Çin’den ithal edilen mallara karşı yüzde 40-45, Meksika’dan ithal edilen mallara ise yüzde 35 oranında gümrük vergisi uygulanması suretiyle yerli üreticilerin korunması söylemi de ülkede karşılık bulmuştu. Meksika başta olmak üzere, göçmen akımlarına yönelik engelleyici düzenlemeler de bu resmi tamamlayıcı bir mahiyet arz ediyor.

Trump Çin ve OPEC ülkelerinin ekonomik anlamda en önemli tehdit olduğuna vurgu yaparak, Çin-Rusya yakınlaşmasını engelleyebilmek için, Rusya’yla ilişkilerin iyileştirilmesinden yana tavır alıyor. ABD ile Çin arasında Güney Çin denizinde devam eden gerginlik, Trump döneminde ekonomi politikalarına da önemli ölçüde yansıyacak gibi görünüyor. İki ülke ilişkilerinde işaretleri görülmeye başlanan gerginlikler, ekonomi alanında sınırlı kalmayıp diğer alanlara da sirayet edebilir.

Trump’ın politikalarının uygulanabilirliği ve muhtemel sonuçları

2008 küresel finans krizinin etkilerini üzerinden atan ABD ekonomisi canlanma sürecine girdi. İşgücüne katılım oranlarındaki gerileme işsizlik düşüşünün oluşturduğu olumlu havayı gölgelese de, ülke ekonomisinde üretim, potansiyel düzeye oldukça yakın görünüyor. Ekonomik verilerin beklenen düzeyden daha iyi gelmesi ve petrol fiyatlarındaki artışın etkisiyle, ABD borsaları yükseliş trendinde. Ücret artış oranlarının da yüzde 2 enflasyon hedefine ulaşılmasını kolaylaştırması bekleniyor.

Trump’ın uygulamayı planladığı kamu alt yapı harcamalarındaki artışla birlikte vergi indirimleri, ABD ekonomisi üzerinden küresel büyümeyi destekleyebilir. Vergi avantajlarının ABD şirketlerinin yurtdışındaki varlıklarının bir kısmını ülkeye geri getirmelerine neden olabileceği öngörülüyor. Diğer taraftan, vergi indirimlerinin önümüzdeki 10 yıllık süre içerisinde 9,6 trilyon dolarlık bir gelir kaybı doğuracağı tahmin ediliyor. Ayrıca vergi indirimleri ile birlikte, halihazırda GSYH’nin yüzde 80’ine yakın düzeyde bulunan kamu borcunun daha da artması muhtemel. Artacak kamu harcamaları ve vergi indirimlerinin tetikleyeceği bütçe açıkları, faiz oranlarında beklenenin ötesinde artışları beraberinde getirebilir. ABD’de faiz oranlarının artması, küresel likiditenin azalması sonucunu doğurur ve bu durum özellikle cari açığı yüksek olan ülkeler açısından önemli sıkıntılara yol açabilir.

Faiz oranlarındaki artış ve küresel risk iştahındaki bozulma, dolardaki değer artışlarını bir süre daha besleyebilir. Bunun yol açacağı ticaret açığındaki artış, Trump’ın vaatleri arasında başı çeken korumacı ticaret politikalarına uygun bir zemin oluşturabilir.

ABD'nin TPP'den ayrılması Çin'e alan açacak

Öte yandan Trump'ın kampanya vaatlerinde merkezi yer tutan mevcut ve potansiyel serbest ticaret anlaşmalarına yapılacak müdahaleler, ülkenin en önemli ticari partnerleri olan Kanada, Meksika ve Çin’den başlayarak bütün dünyayı etkileme potansiyeli taşıyor. Özellikle Trump’ın en önemli tehditler sıralamasında başa koyduğu NAFTA, TTIP ve TPP anlaşmalarındaki değişikliklerin, ABD ile birlikte, küresel ölçekte üretim ve ticaret ilişkilerini de önemli ölçüde etkilemesi bekleniyor.

Yürürlüğe girmesi halinde TTIP dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesi olmaya aday. Dünya ticaretinin üçte birinden daha fazlasını etkileme potansiyeli bulunan anlaşmanın, Trump ve Brexit sonrasında nasıl bir biçim ve yol alacağı konusu belirsiz bir hal almış durumda. Anlaşmanın imzalanması ABD ve Avrupa ekonomilerine önemli katkılar sunabilecek; anlaşma dışında kalan ülkelerde ise refah azaltıcı etkilere yol açabilecek. Bu açıdan bakıldığında Türkiye de refah kaybı yaşayabilecek ülkeler arasında yer alıyor. ABD’nin TPP’den ayrılması ise en önemli ticari partnerlerinden biri olan Çin’in bölgedeki etkinliğini artırmasına imkan verecek. Böylece Çin, ABD’nin içinde yer almadığı yeni bölgesel işbirliği girişimlerine öncülük ederek, ABD’nin etkinliğini zayıflatma fırsatını yakalamış olacak.

Yüksek gümrük vergileri üzerinden yürürlüğe konulması planlanan korumacı ticaret politikalarının, küresel ölçekte yapılacak misillemelerle dünya ekonomisinde bir resesyonu besleme ihtimali bulunuyor. Korumacı tedbirlerin yürürlüğe konulması ihtimali, şimdiden ABD’ye yoğun ihracat yapan ülkelerin varlıklarına yönelik tedirginlik yaratmış durumda. Koruma taahhüt edilen sektörlerin hisselerinde ise yüksek artışlar görülmekte. Diğer taraftan, ABD’nin yüksek düzeyde ithalat yaptığı dikkate alındığında, Trump’ın yüksek gümrük vergilerini yürürlüğe koymasının kısa vadede tüketici refahı üzerinde doğuracağı olumsuzlukların hesaba katılması gerekiyor.

Küresel piyasalarda tedirginlik

Trump’ın küreselleşme karşıtı söylemleri ve henüz bütün unsurlarıyla netleşmemiş olsa da uygulamayı planladığı ekonomi politikaları, küresel piyasalarda tedirginlik yaratıyor. Doların gelişmiş ve gelişmekte olan ülke paraları karşısında önemli ölçüde değer kazanması ve ABD faiz oranlarında artış olasılığının güçlenmesi nedeniyle, gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışları başlamış durumda. Piyasaların 2017’deki olası faiz artışlarını fiyatlaması halinde, bu çıkışların biraz daha şiddetlenmesi beklenebilir. Nitekim 14 Aralık’ta 10 yıl aradan sonra faiz oranlarında 25 baz puanla ikinci artışı yapan Fed, 2017 için üç faiz artışının olabileceğinin işaretlerini vermişti.

Güçlü doların eşlik ettiği yüksek faizler, gelişmekte olan ülkelerin dış borçlarında önemli artışlara yol açıyor. Yeni dönemde, büyümenin finansmanında dış tasarruflara yoğun bir şekilde bağımlı olan gelişmekte olan ülkelerin üzerindeki baskının daha da artması muhtemel. Diğer taraftan, finans sisteminde ciddi sıkıntılar yaşanan İtalya’da anayasa değişikliği referandumunda “hayır” oylarının galip gelmesi, Hollanda, Fransa ve Almanya’da 2017’de yapılacak seçimlerin doğurduğu belirsizlikler ve Yunanistan’da yaşanan sorunlar, Brexit sonrasında Avrupa Birliği’ni tedirgin etmeye devam ediyor. Bu belirsizlikler, doların avro karşısındaki değerinin yükselmesine yol açıyor.

ABD şirketleri de zarar görecek

ABD’nin korumacı ticaret politikalarının, kendisi dışında en fazla etkileyeceği ülkeler Meksika ve Çin olacak. Ucuz işgücünden istifade etmek için başta Çin ve Meksika olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde üretim yapan Amerikan şirketleri de bu durumdan zarar görecek. Buna mukabil, ABD’de işsizlik oranlarının gerilediği ve doların değerlenmeye devam ettiği bir ortamda, bu şirketlerin diğer ülkelerdeki üretimlerini ABD’ye yöneltmeleri pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla bu çokuluslu şirketler, ABD’nin muhtemel korumacı politikalarına karşı tavır alabilirler.

Trump’ın ekonomi politikalarında ilk bakışta dikkat çeken bazı tutarsızlıklara da rastlamak mümkün. Örneğin seçim kampanyasında ülkede yoksulluğun arttığı vurgusu ön plana çıkarılırken, vergilerin ve sosyal harcamaların kısılmasının yoksulluk üzerinde kısa vadede doğuracağı olumsuzluklar dile getirilmedi.

Seçim kampanyası döneminde Wall Street’i ve büyük şirketleri hedef alan açıklamalarına bakıldığında, vergi indirimleri ve ekonomi ekibinde yer alan isimler içerisinde bu iki kesimden önemli isimlerin bulunması da bir başka çelişkiydi.

Çin ve Meksika başta olmak üzere, gümrük duvarlarının yükseltilmesi politikası kendi içinde açmazlar barındırıyor. Örneğin Meksika’ya yönelik ticari kısıtlamalar bu ülkedeki ekonomik durumu daha da kötüleştirirse, Trump’ın azaltmayı vaat ettiği göçmen akımında tam tersine bir artış dalgasıyla karşılaşılabilir. Diğer taraftan Çin ve Meksika’nın ticari kısıtlamalara misilleme yapmalarının dünya ekonomisi ve bu arada Amerikan ekonomisi üzerinde doğuracağı baskı da göz ardı edilmemeli.

Trump'ın ekonomi politikalarının Türkiye’ye yansımaları

Türkiye de gelişmekte olan birçok ülke gibi küresel ve bölgesel ortamdaki değişikliklerden önemli ölçüde etkileniyor. Trump’ın seçilmesiyle birlikte, daha önce bu durumu fiyatlamamış olan küresel piyasalar, ilk üç hafta büyük sarsıntı geçirdiler. Bu sarsıntıdan Türk lirası da payına düşeni aldı ve en çok değer kaybeden paralar içerisinde yer aldı. Ancak piyasalar mevcut durumu fiyatladıktan ve bazı belirsizlikler ortadan kalkmaya başladıktan sonra, alınan tedbirlerin de etkisiyle, bu negatif ayrışma önemli ölçüde azaldı.

Türkiye’de cari açık ve reel sektörün döviz açık pozisyonları sorun olmakla birlikte, bu iki değişkenin büyüklüğü kaygı verecek düzeylerde değil. Ancak döviz açık pozisyonu olan şirketlerin döviz talebi, piyasa üzerinde baskı oluşturmaya devam ediyor. Ekonomi yönetimi iç ve dış gelişmeleri çok yakından takip ederek gerekli önlemleri alıyor. Çok yerinde bir girişim olarak başlatılan TL kullanma seferberliği de bu sürece yüksek düzeyde olumlu katkı sunuyor.

Müzakere sürecindeki Transatlantik Ticaret ve Yatırım Anlaşması'na (TTIP) Türkiye’nin taraf olamaması, ülke ekonomisi açısından önemli maliyetler barındırıyor. Müzakere sürecinin iptal edilmesi halinde, Türkiye’nin yıllık 20-25 milyar dolar civarında olabileceği tahmin edilen kayıptan kurtulacağı öngörülüyor. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi durumunda, mevcut risklerin azaltılmasına yönelik yoğun çabalar söz konusu. Anlaşmanın olumsuzluklarını ortadan kaldırabilmek için Türkiye anlaşmaya taraf olmak veya ABD ile ayrı bir serbest ticaret anlaşması imzalamak seçeneklerinden birini işletmek istiyor. Bunun yanı sıra, AB ile var olan gümrük birliği anlaşmasının günün koşullarına göre yeniden gözden geçirilmesi için uğraş veriyor.

Trump'ın ekonomi politikalarının yol açabileceği potansiyel olumsuz etkilerin önüne geçebilmek için proaktif politikalar üretilmesi gerekiyor. Daha önce iç ve dış kaynaklı pek çok şoka karşı etkili bir direnç gösteren Türkiye ekonomisinin, ağırlıklı olarak dışsal faktörlerden kaynaklanan bu şoka karşı durabilecek dinamikleri mevcut. Bu bağlamda, güçlü bir hükümetin varlığının sağladığı siyasal istikrar ve deneyimli ekonomi yönetimi, ülkenin elini güçlendiren hususlar olarak öne çıkıyor.

 

Ekonomi Haberleri

Visa ve Mastercard'a rekabet soruşturması açıldı
İstanbul'da su fiyatlarına zam
Trafiğe kayıtlı taşıt sayısı 30 milyon 883 bini geçti
Arap Devletleri Ligine ihracat 40 milyar dolara ulaştı
Bakan Bayraktar: Konutlarda kullanılan elektriğin tamamı rüzgar ve güneş enerjisinden üretiliyor