Yasin Aktay’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (18 Mart 2020) şöyle:
İnsanları Birbirlerinden Uzaklaştırarak Birleştiren Virüs
Başımıza gelen her iyi şey gibi her musibetin de her şeyden önce bir imtihan boyutu var. İmtihan genellikle bilmediğimiz, çalışmadığımız yerlerden çıkar sanırız, ama aslında çoğu kez tam da çalıştığımızı sandığımız, bilip ezberlediğimizi sandığımız yerlerden gelir ama bir anda ezberlerimizi unutur, çalıştığımız konuda üşengeçliğimiz, tembelliğimiz veya cimriliğimiz tutar, doğru cevabı vermez, doğru tavrı takınmayız.
Tabii ki hepimiz aynı hataları yapmaz, aynı unutkanlık seviyesini sergilemeyiz, adı üstünde imtihanı geçen oluyor, idare eden oluyor bir de fena halde çakılan.
Corona virüsü ile ilgili çetin bir imtihandan geçiyoruz. Aslında çok emsalsiz bir süreç ve imtihan. Bir yanıyla ülkenin bütün halklarını hatta bütün dünya halklarını zenginiyle-yoksuluyla-fakiriyle, işçisiyle-işvereniyle, dinlisini-dinsizini, siyahını-beyazını bütün ırklarını birbirinden ayırmadan bulup yakalayan ve herkese eşit davranan bir virüs. Belki bilmediğimiz, görmediğimiz, fark etmediğimiz bazı farklar gözetiyordur, ama buna henüz muttali olamıyoruz. Çünkü görebildiğimiz kadarıyla henüz hiçbir fark gözetmiyor. Hatta belki daha zengin ülkeleri daha önce vurmaya başladı bile.
Bir anlamda küreselleşmiş, birbiriyle bütünleşmiş, kaynaşmış, içiçe geçmiş bir dünyanın bütünlüğüne, kaynaşmışlığına ve birliğine dair tecrübeyi en acı şekilde yaşatıyor.
Aslında bu dünyanın birliğine dair daha güçlü aldığımız sinyalleri çok gözardı ettik. Küresel iletişim cihazlarının her gün evimizin içine kadar, yetmedi cebimizin içine kadar getirip gözümüzün önüne koyduğu başkalarının ölümü, yoksulluğu, acılarına dair tecrübe bize küreselleşmenin yüklemesi gereken sorumluluğu yeterince öğretmedi, anlatmadı. Aylan bebeğin Akdeniz kıyılarına vuran, Erva çocuğun zeytin ağacının dibine düşen cesetleri yeterince büyük şoklar olarak hissedilmeliydi bu kürede. Küresel alışkanlıklar bize onu sadece bir medya metaı haline getirdi, duygularımızı harekete geçirmedi.
Aylan’ın ve Erva’nın ardındaki büyük trajedi aslında bütün dünyanın kapısını her gün çalıyordu, ama dünya sözümona küresel dünyanın bu tecrübesini olayın kendisinden daha korkunç bir aymazlıkla karşılamanın yolunu buldu. Herkes ceplerine, bilgisayar ve TV ekranlarına düşüveren bu görüntülerin kapılarına bir dizi mülteci taşıyıp getirmesine karşı alınacak önlemlere odaklandı. İş o noktaya geldiğinde küreselleşmenin bütün imkanlarını fütursuzca sömüren dünya bunun kendisine yükleyebileceği sorumluluktan kaçmanın yollarını bulmaya odaklanıyordu.
Şimdi sımsıkı kapattıkları kapıların içinden mini minnacık bir virüs en rahat ve en hoyrat biçimde geçip saltanatını bütün dünyaya kuruyor. İçimizdeki beyinsizler yüzünden beyinli insanları da ayırt etmeden üstelik. O müthiş eşitlik kuralını uygulayarak (Allahu a’lem). Küreselleşmenin koyduğu istisnaları da aşarak, hiçbir istisna bırakmadan mutlak küreselleşmeyi uygulayarak yayılıyor.
Sınır tanımayan virüse karşı şimdi bütün insanlar birbirlerinden uzaklaşarak, koparak, tecrit olarak birleşiyorlar. Bu da virüsün müthiş ironisi. Hepimizi birbirimizden ayırarak hepimizde ortak bir bilinç, ortak bir dil ve ortak bir duyarlılık geliştiriyor. Konuşarak, birbirlerine yakın durarak, mesafeleri kapatarak sürekli ayrışıp çatışmaya ve didişmeye alışmış insanlar, şimdi bir virüs sayesinde birbirinden uzaklaşarak birleşiyor ve kaynaşıyor. Sadece bu görüntü bile virüsün çok anlamlı, tutarlı ve planlı bir iş yapan akıllı bir virüs olduğu izlenimi veriyor.
Hepimiz aynı dünyadayız ve hepimiz birbirimize karşı sorumluyuz. O kadar ki aramızdaki beyinsizler yüzünden hepimiz helak olabiliriz. O yüzden zararlı şeyler konusunda, “bu sadece beni ilgilendirir” deme lüksüne sahip değiliz. Özgürlüklerimizin nerede birbirimizin özgürlüğüne değdiği, dahası nerede birbirimizin felaketini çağırdığı konusunda daha duyarlı daha sorumlu olmak zorundayız.
Hepimiz belki ilk defa bu ölçekte aynı imtihana maruz kalıyoruz, üstelik bizi, bütün ayrılık, gayrılıklarımıza rağmen aynı yerden vurup birleştiren bir imtihanla. Ama bu imtihana karşı verdiğimiz cevaplar konusunda da ayrışmaktan geri durmuyoruz. Bu olayı bile kendi siyasi kazançlarımız için bir fırsata dönüştürmekten geri durmuyoruz. Oysa gözümüzü kulağımızı açıp bu virüsün bize neler söylediğini anlamakla meşgul olmamız gereken bir durumdayız. Cuma namazı, umre veya gece kulübü, Avrupa seyahatleri ve maç müsabakalarını yarıştırmanın hiçbir anlamı yok.
Baksanıza, bu virüs hiçbirini ayırt etmiyor.
Kimsenin bu virüsü kendi politik kazanımları için safına çekmeye çalışması da kâr etmez. Bu, öyle kandırılıp safına çekilecek bir virüs gibi görünmüyor.
Belki hazır bizi birbirimizden uzaklaştırmışken, sosyal mesafelerimizin anlamlılığı, değeri ve geçerliliği üzerine yeniden düşünmemiz için bir fırsat veriyor.
Bizi uzaklaştırırken ne kadar da birleştiriyor, tam da bu noktadan yola çıkabiliriz.
Bize her gün bu davet bir vesileyle geliyor aslında, ama ilk defa bu kadar kesin, bu kadar kararlı ve bu kadar etkili bir biçimde geliyor. Göz açmak, kulak vermekte fayda var.