DTK çalıştayında sunulan demokratik özerklik model taslağının özeti budur. Halka jakoben bir tavırla yaklaşan, kapalı bir ekonomik düzeni savunan, etnisite merkezli bir anlayışa sahip eklektik bir söylemler bütünüyle karşı karşıyayız. Taslağın etnisite merkezli olduğunun en çarpıcı kanıtı “Türkiye’nin diğer bölgelerinde yaşayan Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti devleti ile ilişkilerini demokratik özerklik statüsü temelinde düzenler” cümlesi. Yıllarca etnisite merkezli politikalardan yakınan bir hareketin yine etnisite merkezli bir öneriyle ortaya çıkması oldukça ironik.
Geçenlerde Ahmet Türk de “Kürtler kendilerini yönetmek istiyor” demişti de kim bu kendilerini yönetmek isteyen Kürtler anlayamamıştım. Taslaktan anlaşılan kendi çizgilerinden uzak olan Kürtlerin bu tanıma girmeyeceği zira taslakta öngörüldüğü gibi sadece “Demokratik Özerk Kürdistan Toplum Kongresi”nin TBMM’ye “atayacağı” vekiller Kürtleri temsil edecekler. Selahattin Demirtaş’tan öğrendiğimize göre yıllardır Kürt meselesinin çözümü için çaba gösteren sivil toplum emektarlarından Galip Ensarioğlu da girmiyor zira “temsilci” değilmiş! Emine Ayna’nın 2007 seçimleri öncesinde söylediği gibi AKP’li Kürtleri de Kürt’ten saymazsak geriye kimse kalmıyor. Yani bölgedeki Kürtlerin (ve Kürt olmayanların da tabii) yegâne temsilcisi olarak kendilerini gören totaliter bir hegemonya kurma çabası sözkonusu. Bölge halkının dillendirdiği talepler içersinde karşılığı olmayan “özsavunma güçleri” bu totaliter anlayışın bölgede nasıl devam ettirilmek istendiğinin ipucunu veriyor aslında.
DTK’dan kendi iktidarını pekiştirmeyi amaçlayan siyasi bir özerklik modelinden önce idari ve hizmet alanlarında özerkliği tesis eden “Kamu Yönetimi Reformu”yla paralel olan ve maksimalist taleplerle milliyetçiliği tırmandırmayan sağduyulu bir öneri beklerdim. Bir Türk olarak yıllarca “Türkiye, Türklerindir” anlayışıyla mücadele ettikten sonra bu “Kürdistan, Kürtlerindir” tavrını pek iç açıcı bulmadım doğrusu.
BDP’yi savunmak gerekir
Yukarıdaki itirazımı ve konuyla alakalı önerimi sonraki yazılarda açmak üzere şu anda öncelik vermek istediğim BDP’lilerin kısıtlanmak istenen ifade özgürlüğüdür. Çünkü ifade özgürlüğü, savaştan tek çıkış kapımızdır. On binlerce insanımızı sırf bazı meseleler özgürce tartışılamadığı için kaybetmedik mi?
Demokratik açılımın da Kürt meselesinde açacağı en önemli kapı ifade özgürlüğü olmalıydı. Ancak BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın bölgede zaten tezahürleri sıklıkla görülen iki dilliliğin daha geniş çapta halka yayılması için uğraşacaklarını ifade etmesi üzerine Genelkurmay bir e-muhtıra verdi. 27 Nisan e-muhtırasından farksız olarak meseleye “taraf” olduğunu ve gerekirse kendine “görev” devşirmekten çekinmeyeceğini açıkladı. Yıllardır siyasetin sivilleşmesi için çaba gösterdiklerini iddia eden AKP’dense gür bir ses çıkamadı. Sonra Meclis kürsüsünde iki Kürtçe cümle kurdular diye Meclis Başkanı savcıları göreve çağırdı. BDP’nin sağduyulu yaklaşımı sayesinde bu gerilim atlatıldı. En son Başbakan Erdoğan, Meclis kürsüsünden BDP’lileri âdeta azarladı. Bu dille devam edersek savaşın eşiğinde dolanmaya devam ederiz. Çünkü milyonlarca seçmeni olan bir partinin vekillerini tahkir etmek milyonları tahkir etmek demektir. Özerklik dâhil her tartışmayı Altan Tan’ın Kürt Sorunu kitabında ifade ettiği gibi “Kürtlerin Diyarbekir-İstanbul hattını Süleymaniye-Erbil hattına her daim tercih edeceklerine olan özgüvenle” sürdürmek gerekir. Şahin bulduğunuz Kürt siyasetine şahin Türk siyasetiyle cevap vermekten barış sadır olmaz.
Ölümün kıyısında direnmek
Silikozis, akciğerleri saran ve tedavisi olmayan ölümcül bir hastalık. Kot ağartma işinde çalışan işçiler, sonuçlarından bihaber oldukları bu hastalığa ekmek paralarını kazanmaya çalışırken yakalandılar. Şimdiyse bir yandan ölümle mücadele ederken diğer yandan da “gözlerinin arkada kalmaması için” mücadele ediyorlar. AKP hükümetinin vicdanî yaklaşımı sayesinde önce kot ağartmada kullanılan bu ölümcül yöntem yasaklandı, ardından silikozis hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti uygulaması başlatıldı. Son olarak da TBMM Plan ve Bütçe Alt Komisyonu’nda görüşülmekte olan Torba Yasa Tasarısı’na, silikozis hastalarıyla ilgili bir madde kondu. Bu maddeyle kot işçileri meslek hastası işçilerin yararlandığı maluliyet haklarından çok daha geride olan “özürlü” kategorisine dâhil ediliyor. Ancak, zaten hasta kot işçileri kaybettikleri iş güçlerinin sonucu düştükleri yoksulluk nedeniyle bu yasal hakkın kapsamındalar. Kot işçileri, torba tasarıdaki cümlenin sadece son bölümündeki “özürlü aylığı” yerine ”5510 sayılı yasa uyarınca iş göremezlik ve maluliyet” yazılmasını istiyor. Devletin ihmali sonucu denetlemediği bir iş alanında çalıştıkları için yakalandıkları bu ölümcül hastalığın “özürlülük” değil “meslekten kaynaklanan hastalık” olduğu çok açık. Toplam olarak 1400 insanımızdan bahsediyoruz. Onları ölümle pençeleştikleri bugünlerde bir de mahkeme kapılarında sürünmelerine vicdan el vermemeli. Ölümün kıyısında yürüttükleri bu direnişe karşılık gecikmiş haklarını vererek bu dünyadaki son zamanlarını telafi etmek hepimizin boynunun borcu...
hasiralti@gmail.com
TARAF