Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Allah’a hamd, Resulü’ne salat u selam olsun.
Geçen yazımızda Kürdistan coğrafyasındaki İslamcıların, başarılı bir İslami temsiliyet için dikkat etmeleri gereken hususlara değinmiş ve bunları yedi başlıkta toplayabileceğimizi söylemiştik. Bunlardan “1-) İslami çizgide istikamet 2-) PKK’nin velayetine ve vesayetine teslim olmamak” başlıklarını açabilmiş ve diğer maddeleri bugünkü yazımıza bırakmıştık. Şimdi kaldığımız yerden devam etmeye çalışalım.
3-)Bölgedeki İslamcılarla kuvvetli işbirliği
Bölgedeki İslamcılar olarak kuvvetli bir işbirliği içinde olabilmek, sıkıntılarımızı aşmada bize ciddi imkânlar sunacaktır. Zira bu çevrelerin bu coğrafyalarda kayda değer bir keyfiyete ve kemiyete sahip oldukları açıktır. Sorun bu çevrelerin çeşitli saiklerle güçlerini ve imkânlarını birleştirememeleridir. Bu durum ise mazlumların umudu olma durumundan onları uzaklaştırdığı gibi, kendi potansiyellerini korumakta bile zorlanmalarına sebep olmaktadır. Zira yerel şartlarda PKK’nin dayattığı tek tipleştirmelere karşı çıkma gücünü bulmak her insan için kolayca erişilebilecek bir erdem değildir. Bu nedenle normal şartlarda, tercihleri İslami değerler ve kurumlardan yana olanlar bile, ya olduklarından başka görünmek ya da en azından sessiz ve etkisiz kalma durumuna düşmektedirler. Hâlbuki İslami camialar güç birliği yapmak suretiyle, bu havayı belli bir oranda olsa bile değiştirebilirler. Bu güç birliğinden kastımız da var olan bütün camiaların bütün boyutlarıyla birleşmeleri değildir. Zira geçmişte yaşanılan yanlışlıklar ve mevcut farklılıklar bugünkü şartlarda buna imkân vermemektedir. Nitekim bugüne kadar İslami camiaların bırakın birleşmeyi iyi bir güç birliğini dahi ortaya koyamamaları bu sıkıntılı alt yapıdan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle (İslami camialar, ileriye dönük vahdet hedefinden vazgeçmemekle beraber) şu an için hedeflemeleri gereken birleşme değil, İslami ve insani maslahatlar için kuvvetli işbirliği olmalıdır.
Bunun başarılması için bile camialar olarak ciddi bir iç muhasebeye ve kendimizi gözden geçirmeye ihtiyacımız vardır. Zira büyük hedefimiz olan vahdeti bırakın, İslami değerler ve maslahatlar için ciddi bir güç birliği yapamayışımızın sebebi, İslami mücadelenin temel değer ve maslahatları için birlikte yapmamız gereken yürüyüşte kendi kusurlarımızı, zaaflarımızı görmememiz ve bunları aşamamamızdır. Birbirimizi nifakla, samimiyetsizlikle, devlet veya PKK ile iş tutma gibi doğru olmadığını hepimizin bildiği çirkinliklerle suçlarken kalıcı birlikteliklileri nasıl kurabiliriz? Bu birliktelikleri kursak bile birbirimizin ortak kararlarına, beraber yürümenin şartlarına riayet edemezsek, camialar olarak yakındaki ufak faydalar uğruna uzaktaki bizlerin ve tüm İslamcı camiaların maslahatını göremezsek kurduğumuz birlikteliği nasıl sürdürebiliriz?
Bu nedenle böylesine ciddi bir güç birliğinin çok kolay bir şekilde gerçekleştirilemeyeceğini bilmemiz gerekir. Bunu başarabilmek için camialar olarak birbirimize merhametli yaklaşmaya, ahlaki ilkelerimize daha ciddice uymaya, görüşümüze aykırı da olsa ortak kararlarımıza uymaya, birbirimiz hakkında su-i zanda bulunmamaya, bize yanlış gelen işler için diğer camialarla ciddi bir iletişim içinde olup yanlış anlamalara mahal bırakmamaya mecburuz. Bu zorluklara karşı bunu başardığımızda detayla ilgili farklılıklarımıza rağmen, İslami kesimin ve diğer tüm mazlum insanların faydasına olacak ciddi atılımları gerçekleştirmemiz mümkün olacaktır.
Ayrıca bu birliktelikler alt düzeyde sorumlu ve yetkili kimselerle değil en üst düzeyde, temsil yetkisi olan, birlikteliğin yetkili kurullarında karar verebilen ve bunu camialarına anlatabilen/ikna edebilen vasıflı ve seçkin yetkililerin eliyle gerçekleştirilmelidir. Zira sınırlı yetki ve temsil özelliğine sahip kimselerin karar vermekte zorlanmaları, alınan kararları kendi camialarına izahta ve iknada yetersiz kalmaları bu tip birliktelikler için ciddi sorunlar oluşturacaktır.
Diğer yandan güç birliğine giren camialar, detay meselelerle değil, mazlum ve mahrum Müslüman halkın ciddi sorunlarını çözmeyi hedeflemelidirler. Örneğin; devletin tek tipleştirici eğitiminin temeli olan Tevhidi Tedrisat sorununu çözmeyi, İslami kimliğin ve inancın önündeki engellerin kaldırılmasını, PKK’nin faşist baskılarının ve dayattığı tek tipçiliğinin sona ermesini sağlamayı, Kürt halkının ana diliyle eğitim hakkına kavuşmasını ve Kürtçenin resmi dil olarak kabul edilmesini, Kürt ve Türk halklarının kardeşçe yaşamasına imkân sunacak anayasal bir zeminin oluşmasını sağlamayı hedeflemek gibi. Başka bir ifadeyle tevhidin, özgürlüğün, adaletin, refahın, ahlakiliğin, barışın ve paylaşımın yaygınlaşmasını hedeflerinin merkezine almalıdırlar. İslami camialar üzerlerinde ittifak ettikleri bu gibi hususlarda tek ve güçlü bir irade olmayı hedeflemeli ve bunu gerçekleştirecek politikalar/stratejiler geliştirmeli ve bu çerçevede örgütlenme modelleri oluşturmalıdırlar. Bu noktada Bizans’ın kuşatma altındayken, meleklerin cinsiyeti tartışması gibi bir basiretsizliğe düşülmemelidir. Zaten teferruatla ilgili meselelerde tüm boyutlarıyla aynılaşmayı bir cemaattin içinde bile sağlamak mümkün değilken, camiaların detay meselelerde birbirlerine kendi tercihlerini dayatmalarının başarısızlıktan başka bir sonuç doğurmayacağı unutulmamalıdır.
Ayrıca bu birliktelik ilk başta tevhidi çizgideki kesimlerle başlatılmalı, ama daha sonra bu birlikteliğe İslami mahalleye mensup tüm tarikat ve cemaatler de dâhil edilmelidir. Zira mevzu bahis olan temel İslami ve insani değerlerin gelişimine neden olacak bir durumun oluşmasına katkı sağlamaktır. Dolayısıyla bu çerçevede hareket edecek ve buna destek olacak tüm kesimlerle güç birliğine gidilmelidir.
Ayrıca bu İslami camialar birlikteliği, PKK dâhil hiçbir kesimin karşıtlığı üzerinde de kendini tanımlamamalı ve konumlandırmamalıdır. Bu birlikteliğin herhangi bir kesime yakınlıkları veya uzaklıkları temel İslami ve insani değerler üzerinden olmalıdır. Bu nedenle politikaları tevhide, adalete, özgürlüğe, hukukun üstünlüğüne, barışa, nimetlerin adaletlice paylaşımına katkı sağlayan kesimlere yakın olmalı ve bu değerlere zarar veren kesimlerin de karşısında olmalıdır. Bu noktada bu kesimlerin dindar veya dinsiz olmasının da fazla bir önemi yoktur. Zira İslami camiaların birlikteliği, zulüm ve ifsat kimden gelirse gelsin, ilkesel olarak karşı çıkmalıdır. Aynı şekilde yeryüzünün ıslahına katkı sunan ve adaleti yaygınlaştıran kim olursa olsun, o kesimlere de destek olmalıdırlar. Bu nedenle bu İslami birliktelik bazen PKK’ye, bazen AK Parti’ye veya CHP’ye yakın duruyor gibi görünse bile; bu, onları tereddüde düşürmemeli ve onları doğru olan bu ıslah ve adalet çizgisinden vazgeçirttirmemelidir. Önemli olan İslami ve insani değerlere uygun bir duruşu gerçekleştirmektir. Ayrıca bağımsız bir duruş ve politikaya sahip olan tüm birliktelikler için bu durum zorunlu bir kader gibidir. Zira var olan kesimlerin hiçbirisi tüm politikalarında kendisine yakın durmayı hak edecek peygamberi bir duruşu ortaya koymamaktadır. Bu nedenle bu birliktelik PKK’nin zorbalıklarına ve seküler paradigmasına karşı çıkarken Ak Partililikle/devletçilikle suçlanabilecek, AK Parti’nin Roboski ve ana dille eğitim vb. yanlış politikalarına karşı çıkarken Kürt ulusalcılığıyla suçlanabileceklerdir.
4-)Yerel şartlara uygun bir strateji
İslami camiaların ciddi bir başarıyı yakalaması bölgenin şartlarına uygun bir stratejiyle mümkündür. Bu ise yerel şartların oluşturduğu zorluk ve imkânları görmeyi ve buna uygun bir dil, yöntem ve araçları kullanmayı gerektirir. Bilindiği gibi hikmeti yakalayabilmek, doğru bilgilere ulaşmak ve bu doğru bilgileri uygun zaman ve zeminde hayatla buluşturmakla mümkündür. Bu nedenle camialar Kürdistan coğrafyasının şartlarını göz önünde bulundurarak hareket etmelidir. Söz gelimi bu coğrafyada yaşananları göz önünde bulundurarak, mensubu olduğu mazlum Kürt halkının daha fazla zarar görmemesi için PKK’nin kışkırtmalarına tahammül göstermeli ve bu coğrafyanın şiddet sarmalına girmesine engel olmalıdırlar. Aynı şekilde dine karşıt konumu nedeniyle PKK ile tamamen zıtlaşmasına karşın, Kürt halkının eşit haklara sahip bir şekilde ve İslam ümmetinin şerefli bir halkı olarak yaşama imkânına kavuşması için PKK ile aynı kulvarda ama bağımsız duruşuyla, Kürt halkının tüm haklarına ulaşması için mücadele vermelidir. Çünkü İslami camiaların, PKK ile Kürt halkının tüm halklarla eşit bir konuma gelmesi konusunda ihtilafı yoktur. Zira ümmet anlayışımızda herhangi bir halkın ikinci sınıf muamelesi görmesi veya dil, kültür veya siyaset hakkında mahrum olması kabul edilemez. Dolayısıyla İslami camialar olarak Kürt halkının, eşit ve tüm haklara sahip bir halk olarak Türkiye halklarının bir üyesi olması veya özerk bölgelerden biri olması ya da eyaletlerden biri olması gibi bir çözümü, İslami kesimler olarak sonuna kadar destek verilmelidir. (Aynı şekilde Kürt halkına eşit bir üye olarak, diğer kardeş halklarla beraberce yaşama imkân ve hakkının tanınmaması durumunda bağımsızlığın da Kürt halkının en doğal hakkının olduğu bilinmelidir. Böylesi bir durumda da İslami camiaların politikası, bağımsız devletlerin İslam ümmetini oluşturacak şekilde, “birleşik devletler topluluğunu” oluşturması şeklinde olmalıdır.) Diğer yandan Kürt halkının tüm haklarına sahip olmak için gayret gösteren İslami camiaların, kendilerine Rusya’nın Stalin veya Esed’in Baas zulmünü reva göreceğini kuvvetli pratiklerle ortaya koyan PKK’nin önderliğinde bunun gerçekleşmesini istemeyecekleri de açıktır. (Bu durum PKK’nin farklılıkları içine sindirdiğini ve farklı muhalif kesimlerlerle mücadelesini ancak medeni tarzda sürdüreceğini ispat edinceye kadar da sürecektir.) Bu nedenle İslami camialar olarak PKK ile ihtilafımız, Kürt halkının hakları konusunda değildir. İhtilafımız; Kürt halkının, haklarına ulaşması sürecinde ve sonrasında sosyalist ideoloji ve Stalinist yöntemlerle mi, yoksa İslami değerler ve barışçıl yöntemlerle mi mutlu olacağı konusundadır.
Ayrıca İslami camialar, bu bölgenin kültürel ve sosyolojik zeminine uygun bir davet/ mücadele yöntemini benimsemeli ve bu konularda aşiretleri ve kanaat önderlerinin desteğini arkasına almayı başarabilmelidir. Halkın kendilerini anlamadığı ve kendilerine itici gelen söylem ve durumlara düşmemeye özen göstermelidirler. Halka ve toplumsal taban ve aktörlere tepeden bakan, elitist bir dil kullanıp ve elitist bir tavır içinde bulunanların bölgeye yabancılaşacakları ve yalnızlaşacaklarını unutmamalıdırlar. Burada İslami birliktelik, Hakkın hoşuna gitmeyecek durumlardan elbette korunmalı, ama halkın aklına göre konuşmalı ve onu peyderpey Kur’ani değerlere yaklaştırmayı hedeflemeli ve bunu uygun araç ve yöntemlerle gerçekleştirmelidir.
Yine İslami camialar, Ümmettin bir parçası olmanın sorumluluğunun farkında olarak hareket etmeli, ümmette sahip çıkmalı, ama en önce sorumlu olduğu coğrafyanın Kürdistan coğrafyası olduğunu da gözden kaçırmamalıdırlar. (Tıpkı tüm peygamberlerin öncelikle içinde oldukları toplumdan sorumlu olduklarını bilmeleri ve sorumluluklarını yakından uzağa, büyükten küçüğe doğru sıralayışları gibi.) Bu bölgenin birinci sorunu ise İslami kimlikle var olma hakkının elinden alınması, ikinci temel sorunu ise Kürt kimliğiyle yaşama haklarının elinden alınmasıdır. (Bazılarının bizim Müslümanlar olarak sorunumuz yoktur, Kürtler olarak sorunumuz vardır iddiasının yanlış olduğu ortadır. Bugün İslami kesimler kendi çocuklarına devletin zulmü ve tevhidi tedrisat kanunu nedeniyle İslami eğitim veremiyor, açık bir şekilde İslam’ı referans alan siyasi partiler kuramıyor, hayatın bir bölümünün bile dine göre düzenlenmesinin teklifini T.C. Anayasası suç sayıyor ve herkese laikliği zorunlu bir kimlik olarak dayatıyor vs.) Elbette bu iki temel sorunun dışında da birçok sorunumuz vardır; Nimetlerin paylaşım sorunu, ahlaki sorunlar vs. gibi. İslami birliktelik bunları da gündemine almalı, ama bunları ehemmiyet sırasına göre sıralamalı ve önemsemelidir. Ama gerek yakın ve gerek uzak sorumluluklarını, aynı şekilde gerek ufak ve gerek büyük sorunlarından hiç birini tamamıyla ihmal etme gibi bir duruma da düşmemelidir.
Ayrıca Kürdistan coğrafyasında peygamberi bir duruşu gerçekleştirmeye çalışırken, Kürtçeye de gereken önemi vermeli ve halkının diliyle toplumuna gitmeli ve bunun için gereken alt yapıyı tesis etmelidir.
5-)Her türlü silahlı çatışmadan (PKK dahil) uzak duruş ve insani tutum sahipleriyle dayanışma
İslami kesimler asli mücadele usullerinin barış temelinde, ikna ve davete dayandığını hiçbir zaman gözden kaçırmamalıdırlar. Onlar tepeden inme ve zorba yöntemlerle İslami anlayışı hâkim kılmaya çalışmanın yanlış olacağını asla unutmamalıdırlar. Bundan dolayı ıslah ve inşa hareketleri, tabandan tavana bir dönüştürmeyi hedeflemeli ve asla despotik yöntemlerle halkı sindiren ve tektipçiliği zorla dayatan politikalara meyletmemeliler.
Aynı zamanda İslami camialar, PKK dâhil hiç kimseyle silahlı çatışmaya girmemeli ve böyle bir durumun oluşmaması için gerekli tüm tedbirleri almalıdırlar. Zira İslam, adından belli olacağı gibi barış dinidir. İslam’a göre savaş, ancak bütün barış yolları kapandığında ve şartlar savaşmaya izin verecek bir durumda olduğunda, istemeden başvurulabilecek bir yöntemdir. Bu nedenle İslami camialar “Senin sorumluluğun mesajın ulaştırılmasıdır (tebliğdir). Hesap (sormaya gelince o) bizim sorumluluğumuzdadır.” uyarısını hiçbir zaman gözden kaçırmamalıdırlar.
Yine İslami camiaların, ilk önce yakın olanlarla (ıslah ve ihya çizgisindekiler) birlikteliklerini gerçekleştirip daha sonra da bu birlikteliğe İslami mahalledeki tüm cemaat, tarikat ve diğer kesimleri katmaları gerektiğini yukarda da ifade etmiştik. İslami camialar bununla yetinmemeli ve ilkesel çerçevede hareket ederek İslami ve insani değerlere ve politikalara sahip olan tüm kesimlerle (Bunlar laik, Alevi, Hıristiyan, Yahudi, ateist vs. olabilirler) en üst derecede bir yardımlaşma ve ittifaka girmeyi temel politika olarak benimseyerek, iyilik ve adalet ve özgürlük çizgisini güçlendirmeli ve başkasına kendi ideolojisini zorla dayatan zulüm cephesini de zayıflatmalıdırlar. İslami camialar, bu kesimlerle tüm meselelerde ortak hedefe sahip olmasa bile (tevhidin yaygınlaşması hedefi gibi) ortak olduğu konularda müttefik olmaktan geri kalmamalıdırlar. Nitekim bu kesimlerdeki erdemli unsurlarla özgürlüğün, adaletin, hukukun, eşitliğin, barışın, refahın ve paylaşımın yaygınlaşmasında ortak hareket etme imkânları vardır ve İslami camialar bunu başarmalıdırlar. İnançlarımızın farklılığı bizleri ortak olduğumuz değerlerin güçlenmesi ve yaygınlaşmasında, insani değerlerin yanında duran kesimlerle işbirliğinden alıkoymamalıdır. (Elbette herkesin dini kendisinedir ve tüm kesimler, kendi hesaplarını sadece Allah’a vereceklerdir. Zaten bundan dolayı dinde zorlama yoktur.) Nitekim Rasulullah (s) Mekkeli müşriklerden erdemli kesimlerle “Hılful Fudul” denilen sözleşmeye girmiş ve kendisine peygamberlik geldikten sonra da “Eğer bugün davet edilseydim yine bu davete icabet ederdim.” diyerek, önemli olanın doğru değerler için çaba içinde olmak olduğunu ifade buyurmuşlardır. Aynı şekilde Rasulullah (s) Medine’de Yahudilerle ittifaka girmiş ve Huzzalı müşriklerle de müttefik olmuştur. Öyle ki Mekkeli müşriklerle müttefik olan Beni Bekirlerin Huzzalıları Mekkeli müşriklerin desteğiyle katletmelerinden dolayı, Allah Rasulü bu müşrik müttefikleri için Mekkelilere savaş ilan etmiş ve her türlü riski göze alarak adaleti gerçekleştirmeye çalışmıştır. Nitekim Mekke’nin fethi de bu savaş sonrasında gerçekleşmiştir.
Ayrıca İslami camialar, İslami ve insani değerler etrafında başka inanca mensup kesimlerle ittifakı, sınırlı zamanlar ve zorunlu durumlarda gerçekleştirilmesi gereken mecburi bir durum olarak değerlendirmemelidirler. Aksine hangi dinden ve ideolojiden olursa olsun, Müslümanlar adalet, iyilik, inançlara saygı, barış, paylaşım ve özgürlüğün yanında duranları kendilerinin asli müttefikleri olarak görmeli ve iyilik ve adalet ve özgürlük cephesini sürekli güçlü tutmayı hedeflemelidirler. Bilinmelidir ki; İslam, kimseye dinin zorla dayatılmasını kabul etmediği gibi, diğer kesimlere dönük salt inançlarından dolayı düşmanlık ve savaşımı da teklif etmez. İslam ancak zulümlerden, soykırımlardan, mülkün çalınıp birkaç çapulcunun elinde toplanmasından rahatsızlık duyar ve bu kötülüklerden nefret etmemizi ve bu haksızlıklarla mücadeleyi emreder. Bu haksızlıklar ve zulümler kimden gelirse gelsin, İslam mensuplarına onları karşılarına almayı ve mücadeleyi emreder. Nitekim Allah, 49/9’da hakka tabi olmaya yanaşmayan zalim Müslümanlarla savaşmayı emrederken, barışa ve adalete eğilimli farklı inanç sahipleriyle ise barışmayı emreder. “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et.”(8/61)
***
İnşallah son iki başlığı da gelecek yazımızda açmaya çalışacağız. Rabbimizden mağfiret diliyoruz. İsabet ettiğimiz görüşler rabbimizin bize lütfu, yanlışlar ise bizim meseleleri karıştırmamızdandır. Rabbimize hamd ediyor ve bize fert ve ümmet olarak esmasının ahlakıyla ahlaklanmayı ve yeryüzünün tevhid, adalet, iyilik ve barışla dolmasına katkı sağlamayı nasip buyurmasını niyaz ediyoruz.