Geçen yazımızda, Kürdistan coğrafyasında PKK/HDP çizgisinin, kendilerinden olmayanlara çok ciddi anlamda baskı yaptıklarını, kendilerine katılmaya zorladıklarını ve bunu kabul etmeyenlere ise hayat hakkını tanımadıklarını ifade etmiştik. (Beraber yaşamak mümkün mü? yazımıza bakılabilir.) Bu yazımızda ise bu coğrafyada bulunan “İslamcıları” bu baskılara karşı takındıkları tutuma göre çeşitli kategorilere ayıracak ve bu kesimlerin bir kısmına değineceğiz. Bu grupları tutumları açısından dört kategoride değerlendirebiliriz:
1-) PKK’nin oluşturduğu baskının ve psikolojik ortamın etkisine girerek, PKK hareketine eklemlenenler.
2-) PKK hareketinden ayrı olduklarını deklare etmelerine rağmen, Kürt ulusal cepheye katılım adına fiilen PKK’yle hareket edenler.
3-) İslamcı köklerinden ve PKK’nin İslam karşıtı tutumundan dolayı bu harekete eklenmemeye çalışan ama İslamcılara dönük haksız ve iftiraya varan propagandanın ve baskının tesirinde “İslamcılardan” öte PKK’ye ve ulusalcılığa yakın durma konumuna düşenler.
4-) Kürt halkının haklarına ulaşması için çaba göstermeyi, İslami ve ibadi bir sorumluluk bilmeyle beraber, PKK’nin İslam karşıtı ideolojisinden dolayı onunla aralarına ciddi bir mesafe koyup, “İslamcı” ve “ümmetçi” bir duruş sergileyenler.
Birinci kategoriye giren “İslamcılar” maalesef zamanla var olan bütün değerlerini yitirerek yaşamaktalar. En temelde artık onlar için İslami ilkeler değil, ulusalcı kimlik belirleyici olmaya başlamaktadır. Öyle ki; onları gözlemleyenler, onları PKK’li dostlarından daha fazla İslami değerleri savunanlara düşmanlık ettiklerini görebilirler. Bunların durumu köklerinden ve değerlerinden koparılmış Kemalist aydınların durumuna benzemektedir. Kemalist aydınlar nasıl batıcıları taklit ederken, aşağılık kompleksiyle, kendisinden nefret etmenin hıncını halkından çıkartma yanlışına düşmüşse, bunlar da hınçlarını tümüyle “İslamcılardan” çıkartma durumuna düşmekteler. (Burada “İslamcı” ifadesini, -İslamcılık tartışmalarını bir yana bırakarak- İslam’ın hayatın tümünü ıslah ettiği inancında olan ve tüm konularda İslam’ın referans alınmasını savunanlar anlamında kullandığımızı belirtelim.) Çünkü sığındıkları kesime kendilerini kabul ettirmeleri için, kendisinden geldikleri kesimlerle hiçbir bağlarının kalmadığını ispatlama ihtiyacını duyarlar. Bunlar maalesef başka bir boyutuyla “itirafçı” psikolojisi içindedirler. Öyle ki; geldikleri İslami kesimleri jurnallemek, onların en muteber işlerindendir. Artık onlar sadece gömleklerini çıkarmakla yetinmemişler, bazı siyahîlerin derilerini yakarak beyazlaşmaya çalıştıkları gibi, mümkünse bütün benliklerini değiştirdiklerini göstermeye ve dikkatleri üzerlerine toplamaya çalışırlar. Öyle ki Kandilin bile arasına mesafe koyma ihtiyacını duyup, şimdi güncelleştirmenin zamanı değil, dediği Lut (a.s.)’ın kavminin helakine sebep olan sapmaları , “insan hakları” perdesiyle savunmaya çalışmak, artık onların rutinlerindir. Bu nedenle bu kesimler maalesef kendilerini “itirafçı” olmanın getirdiği tüm olumsuzlukların içinde bulurlar. Zira koptukları “İslamcı” kesimler kendilerine artık güvenmedikleri gibi, içine girdikleri sosyalist ideolojinin hâkim olduğu yeni grupları da kendilerine güvenmemekte ve doku uyuşmazlığı yaşamaktalar. Zira isteseler de, istemeseler de “İslamcı” kimlikten gelmenin ve sonradan itirafçı oluşun sıkıntısını her an yaşamaktadırlar. Zira PKK onlara sadece kullanımlık değerlerine göre bir değer vermekte ve asla kendilerine saygı ve güven duymadığını sürekli hissettirmektedir. Bu kesimlerin tabanları ve yeni nesilleri ise kültürel düzeyde bile olsa, ciddi bir İslami rengi üzerinde taşıma imkânını bulamamaktadır. Zira ileri gelenlerinin bile İslami kimliklerinin belirleyici olmasından vazgeçmişken ve izzeti başka ideolojilere mensup hareketlerde bulmaya çalışırken, tabanın ve gençlerin daha kötü noktalara savrulacaklarını tahmin etmek güç olmayacaktır. Nitekim bu kesimlerin ikinci kuşakları, maalesef su götürmez birer milliyetçi kesilmiş ve bununla övünmeye başlamışlardır.
İkinci kategoriye girenler ise PKK’nin bütün ulusalcı kuruluşlarında bulunmayı, PKK’nin sesine ses katmayı ve onunla beraber hareket etmeyi sözüm ona kendi rengiyle mücadele etme olarak algılamaktadırlar. Onlara göre bütün bunların mazereti ise; mensubu olduğumuz Kürt halkının zulme uğraması ve haklarından mahrum edilmesidir. Bu kesimler İslami değerlere bağlı olduklarını ama Kürt halkının haklarına kavuşması için PKK önderliğindeki ulusal cepheye katılmak gerektiğini iddia ederler. Elbette bu kesimdeki kardeşlerimiz yanılmaktadırlar. Yanıldıkları nokta, Kürt halkının hakları için mücadele etmek gerektiği tespiti değil, bunun PKK velayetinde gerçekleştirilmesine dönük tutumlarıdır. Zira PKK her kese kendi ideolojisi dayatmaktadır. Örneğin farklı Kürt kesimleri DTK’ya katılmaya ve Kürt ulusal meclisini bütün farklılıklarıyla oluşturmaya davet ediyoruz diye, İslamcılarla görüşmenin hemen sonrasında DTK’dan; ”Öcalan bizim tek irademizdir” kararını çıkartabilmektedirler. Burada çoğunluğun görüşünün dayatılması ve Öcalan’ı tek lider olarak göstermenin, İslamcılar için ne anlam taşıdığının sorgulanması bile mümkün değildir. Zira yüzlerce PKK ideolojisine mensup STK içinde zaten, İslamcı STK’lar çok azdır ve oylamada asla onların alınan kararlara etkisi mümkün değildir. Bu kuruluşların fonksiyonu diğer Ezidi, Süryani vs’ler gibi, vitrinlik olmaktan başka bir fonksiyon görmemektedir. Zira İslamcıların da bu grupta bulunduğunun halka gösterilmesi, PKK’nin Kürt hareketinin tek temsilcisi olduğu iddiası için kullanımlık bir değer taşımaktadır. Burada bulunan “İslamcıların” bazı şeylere itirazları da pek bir anlam taşımamaktadır. Zira oy çokluğuyla böylesine kuruluşların Kürt halkının LGBT’lileri ne kadar tasvip ettiklerini bile söylettirebileceğini, bu coğrafyalarda bulunan her kesim pekâlâ bilebilir. Bu nedenle böylesine bir tutuma giren kardeşlerimizin akıbetlerinin hiç de iyi bir noktaya gitmediğini görmeleri gerekir. Niyetleri ne kadar iyi olursa olsun, sebep oldukları sonuçlar ve gittikleri yön hiç de iyi bir nokta olmadığını, geçmişteki durumlarıyla bugünlerini kıyaslayarak rahatlıkla görebilirler. PKK’nin baskılarını, halkı İslami değerlerden uzaklaştırmalarını eleştiremeyecek bir duruma düşmek ve hele hele, Müslümanların inançlarından dolayı infazlarını bile (6-7 Ekim olaylarında olduğu gibi.) konuşamamak veya ancak faillerini meçhulleştirerek dile getirebilmek, gidilen yolun yanlışını ortaya koymaya kâfi değil midir? Hükümetin yanlışlarını en yüksek perdeden eleştirirken, PKK’nin soluk aldırmayan zulümlerini görmemenin izahı yapılabilir mi? Bu kesime mensup Müslümanlar sadece İslami kimliklerini kirletmekle kalmayacaklardır. Onlar bütün tabanlarını ve çocuklarını dahi bu Kürt milliyetçiliğine kaptıracaklarını artık görmelidirler. Kürdistan coğrafyasında yaşayan hiçbir Müslüman, PKK’yle savaşmayı savunmamakta ve böyle bir durumun Müslümanlar için de mensubu oldukları Kürt halkı için de iyi olmayacağını bilmektedir. Ama PKK rehberliğinde/velayetinde bir duruş başta böyle bir yanlışa düşen kardeşlerimize, sonra tüm Müslümanlara ve Kürt halkının kendisine büyük zarar vereceklerini de görmelidirler. Zira bu kardeşlerimiz özel toplantılarda PKK’nin şekillendirdiği bir Kürt halkın sonunun, Kemalizm’in şekillendirdiği halkların akıbetinden de kötü olacağını itiraf etmekten geri durmadıklarını da biliyoruz. Bu arada bu kesime mensup kardeşlerimizin, teorik olarak asla PKK’nin velayetini kabul etmeyeceklerini biliyoruz. Ancak sonuçta girilen ilişkilerin doğurduğu sonuçlar, bu kesimlerin bu tutum ve görüşlerinin paylaşıldığı gibi bir sonucu doğuruyorsa, durumu yeniden düşünmek gerekmez mi? Aynı şekilde fiilen “İslamcı” cepheden öte PKK cephesine mensup gibi bir duruş sergiliyorlarsa, bu tutumu benimsemeyen Müslüman kardeşleri olarak durumu nasıl değerlendirebiliriz?
Üçüncü kesime gelince; Bu Müslümanlar PKK’yle ilişkilerinde daha dikkatli bir tutum içinde olmalarına karşılık, oluşturulan milliyetçi havanın etkisiyle geç kalmışlık sendromu diyebileceğimiz bir tutuma sahiptirler. ”İslamcılar”ın bugün bile sınırlı bir güçleri olduğunu fark etmeden, PKK’yle kıyaslayarak Müslümanlara alabildiğine haksızlığa varacak bir şekilde yüklenmekte ve “İslamcıları” Kürt halkı için yeterince çalışmadıkları iddiasıyla, onları mahkûm edecek kadar ileri gitmektedirler. Kürdistan coğrafyasındaki “İslamcıların” Kürt halkını kuşatması ve kazanması adına, neredeyse “PKK” barışa yanaşırsa, bu kesimler PKK’yi ihanetle suçlayacak bir psikoloji içindedirler. İçinde olunan şartları dikkate almadan, en uçlarda koşturma gibi bir yanlışa düşmektedirler. Hâlbuki PKK ciddi bir bedel ödeyerek Kürdistan coğrafyasında milliyetçiliği bu kadar yükseltmişken, bu hususlara duyarlı kesimlerin kendilerine yönelmeyeceklerini fark etmemektedirler. Bu arada PKK’nin dine karşıtlığından ve uygulamalarından rahatsız olan halk topluluklarına ulaşma fırsatını kaçırdıklarını da fark etmemektedirler. Zira onlar eleştirilerinin merkezine, AK Parti ve “İslamcılar”ı almakta ve PKK’nin yaptıklarını ise görmemezlikten gelmektedirler. Zorunlu bir konuşma ihtiyacı olduğundaysa, PKK’ye rahmetli, “İslamcılara “ karşı sert olma yanlışına düşmektedirler. Böylelikle bir yandan potansiyellerini oluşturan “İslamcı” ve “muhafazakâr kesimi kaybetmek gibi bir duruma düşerken, PKK etkisi altındaki kesime etkileri de sıfır sayılabilecek bir derecede olmaktadır. Bu kesimlerin ortaya koydukları pratiklerden birisi de; Hizbullah’ın geçmiş hatalarını hiç unutmama, PKK’nin ise şimdiki zulümlerini ise yeterince görmemedir. Tabiatıyla bu kesimler de tabanlarını milliyetçilik furyasından korumaya güç yetirememektedirler. Zira oluşturdukları atmosfer ve zemin en başta seküler ulusçulara yaramakta ve tabanlarını eritmektedir. Bu kesimin önemli bir özelliği de diğer iki kesim gibi, kendileriyle “İslamcılığın” arasına mesafe koymaları ve gittikçe muhafazakârlaşmaya doğru bir yol tutmalarıdır. Geçmişlerini olumlu ve olumsuz boyutlarıyla değerlendirip, buradan ders çıkarma yerine, toptancı redde varan bir geçmiş eleştirisi bu kesimlerin kendilerine olan güvenlerini yitirmelerine ve biraz daha PKK’nin oluşturduğu milliyetçi havanın etkisine girmelerine neden olmaktadır. Bu kafa karışıklığı sebebiyle bazen bu üç kesim içinde PKK’nin kazanımları Kürt halkının kazanımları olarak görülebilmektedir. Örneğin PKK’nin, Esed’le işbirliği yaparak ve Barzanici vb kesimleri sindirerek elde ettiği Kobani galibiyeti pekala Kürtlerin kazanımı olarak algılanabiliyor. PKK’ye dönük bir saldırı Kürt halkına yapılmış gibi algılandığı gibi. Kardeşlerimizin bu hatalara düşmelerinin sebebi, “İslamcı” cepheden daha çok ulusçu seküler cepheyle kalkıp oturmalarından ve etkilenmelerindendir. Zaten alabildiğince boğucu bir baskı terörü her kesimi zorlarken, İslami cepheden çok, milliyetçi cepheye yakın duranların bundan daha çok etkilenecekleri açıktır.
Dördüncü kesime gelince: Bu kesim bir yandan İslami kimliğinin doğal bir gereği mensubu olduğu Kürt halkının sorunlarının çözümüne katkı sunmaya çalışırken, diğer yandan kendisiyle Milliyetçilik arasına mesafe koymaya çalışmaktadır. Yanı sıra Kürt halkının haklarını savunma da yer yer kesiştiği PKK’yle savaşmak gibi bir duruma düşmeden, PKK’nin sahip olduğu din karşıtı ideolojiye doğal olarak tepki göstermektedirler. Bu kesimler PKK’nin oluşturduğu baskı ve milliyetçi atmosferde halka gitmekte doğal olarak zorlanmaktadırlar. Zira bir yandan milliyetçi havadan etkilenen halk kesimi, diğer yandan silahsız İslamcı rakiplerine hiçbir çalışma alanı bırakmamak için, her türlü dezenformasyona başvuran, Kur’an kurslarına çocukların gelmesini tehlike olarak ilan edip molotoflayan ve Kur’an dersi veren hanımları bile sokakta dövdürten bir hareketin etki alanındaki bir coğrafyada faaliyet yürütmek elbette zordur. Ama bütün bunlara rağmen olayların çatışmaya dönmesine izin vermeden, ilkelerinden ve çalışmalarından da vazgeçmeden yolunu sürdüren bir hareket olmaktan başka bir çare ve çıkış yolu da yoktur. Bu çizgide hareket edenler kendi İslami kimliklerini de, uzun vade de Kürt halkının ifsattan korumanın yolunun PKK velayetine girmemekten geçtiğini bilirler. Bu kesim bir yandan mazlum Kürt halkının kurtuluşuna sebep olabilmek için, en içten davetlerle halkına yönelmekte ve neye davet ettiğini, güzel bir şahitlik ve örnek bir model toplulukla ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Yanı sıra PKK’yi medeni bir mücadeleye davet ederken, diğer yandan baskılar karşısında şaşırıp, yanlışlıklara düşen kardeşlerini de peygamberi çizgiye davet etmektedirler. Yeryüzüne rahmet olmak üzere gönderildiğini bilen ve yeryüzünün tümüne rahmet yağmuru olarak yağmaktan başka hesabı olmayanlar, elbette kazananların ta kendileri olacaktır.
Son sözümüz; Allah’a hamddir. Rabbimiz şanının yüceliğine ve saltanatının büyüklüğüne yaraşır hamdle, sana hamd ederiz…