Son yıllarda medyada çeşitli polemiklere konu olan kurban ibadetiyle ilgili derin bir "anlam kayması" olduğu gözleniyor. Önce "vacip mi, sünnet mi?" tartışması, arkasından "kurban yerine yoksullara para verilmesi", en son da "ne olsa gider, tavuk da, balık da kurban yerine geçer" türünden 'postmodern fetvalar'...
Bu tartışmaların tümü boş ve temelsizdir. Kurban Hanefilerde vacip, diğerlerinde sünnettir. Sünnet olması "olsa da olur olmasa da olur" demek olmayıp, sadece hüküm olarak 'sünnet' adlandırılmıştır. Şimdi de şehir veya ülke dışında -Afrika, Asya, Kafkaslar ve Balkanlar'da- kesilip dağıtılmak üzere kurban paralarının çeşitli kuruluşlara bağışlanmasına matuf başlayan kampanyalar yeni bir zihin karışıklığına yol açma tehlikesini doğuruyor. Kurban parasını toplamaya çalışan dernek ve kuruluşlar, "yurtdışında kesilip dağıtılan kurbanların Türkiye'nin tanıtımında önemli rol oynadığını veya Türkiye'nin dünyadaki prestijini artırdığını veya Türkiye'nin uluslararası açılımına ciddi katkı sağladığını" belirtiyorlar. (Bkz. Zaman, 4 Aralık 2008)
"Türkiye'nin tanıtımı, prestijinin artması veya uluslararası açılımı" önemlidir, kimsenin bu etkinliklere bir diyeceği yok. Ama bahse konu olan, Müslümanlara özgü kılınmış bir 'mensek' hükmündeki kurban ibadeti ise durum farklılaşır. Burada kurban ibadetinin müteal/aşkın, batın ve öte/uhrevi anlamlarından boşaltılıp dünyevileştirilmesi, devletin ulusal amaçları ve çıkarları doğrultusunda bir anlam kaybına uğratılması gibi bir tehlike beliriyor. Tabii ki dernek ve kuruluşların böyle bir niyeti yok, ama zamanında niyet ve maksat tashih edilmeyecek olursa, böyle bir tehlike vuku bulur.
Anlam kaymasına yol açan sebeplerin başında kurban ibadetine ilişkin tanım ve maksatlarda ortaya çıkan ciddi zihin karışıklığıdır. Belki öncelikle "niçin veya hangi maksatla kurban kestiğimiz" meselesini vuzuha kavuşturmak lazım.
"Kurban" Allah'a yakınlaşmayı (takarrub) sağlayan bir ibadettir. Maksadı Allah'a yakınlaşmak, anlamı kişinin en sevdiği şeyi Allah'a feda edebilecek derecede yüksek takva sahibi olduğunu sembolle ifade etmesidir. Yani liaynihi/bizatihi anlamı dünyada her neyi en çok seviyorsak, her neye çok değer veriyorsak, onu Allah'a feda edebilecek durumda olduğumuzu belirtmeye çalışmamızdır. Tabii ki dünyada en çok sevdiğimiz şey bir hayvan değildir. Belki en çok çocuğumuzu severiz. İşte öylesine bir takva hedefine yöneliyoruz ki, varılacak ideal menzilde çocuğumuzu dahi Allah'a feda edebildiğimizi dile getirmiş oluyoruz. Geç yaşında kavuştuğu oğlu İsmail'i feda edebilmeyi göze alan Hz. İbrahim bunu açıkça ortaya koymuştu. İsmail'ini bıçak altına yatırıp bu zor sınavı kazanmıştı. İbrahim'i Allah'a yaklaştıracak olan fiil buydu. Kurban oğluydu, zor da olsa onu feda etmeyi göze aldı. Allah'ın kana ve ete ihtiyacı olmadığı için, İsmail'i sembolize etmek üzere İbrahim'e bir koçu kesmesini emretti. O halde maksat Allah'a yaklaşmak, anlamı kişinin en sevdiği şeyi (oğlu, malı, serveti, statüsü, kabilesi, ulusal çıkarı vs.) feda edebilme cesaretini gösterebilmesi. Liaynihi, yani bizatihi kurban ibadetinin maksadı ve anlamı budur.
Ligayrihi, yani dolaylı sonucu kurban etiyle sağlanan faydadır. Mademki hayvan kesilmiştir, bu fiille maksat ve anlam tahakkuk etmiştir, kesilen hayvanın etinden ve derisinden istifade edilecek, bir kısmı ev halkına ayrıldıktan sonra diğeri yoksullara dağıtılacaktır. Kurban vasıtasıyla elde edilen et, kurban ibadetinin maksadı ve anlamı değildir; dolaylı bir öneme sahiptir. Buna göre birisi sadece yoksullara et dağıtmak üzere hayvan kesecek olsa, kurban ibadetini yerine getirmiş olmaz, sadece hayırlı bir iş yapmış olur. İbadette temel taş niyettir. Fethullah Gülen Hocaefendi tam da bu bağlamda şunları söylemektedir: "İbadetlere en önemli derinliği katan ve aynı zamanda onları taklitlerinden ayıran husus niyettir."
Niyetlerimizi ve amellerimizi tashih edelim. Okurlarımın ve bütün Müslümanların Kurban Bayramı'nı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim.
ZAMAN