Kurban Bayramı'nı Gazze ile idrak etmek...

Yasin Aktay, kurbanın mahiyetini düşünürken Gazze'deki vahşet ve direnişi hatırlamak gerektiğini vurguluyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Gazze direnişinde İsmail’in gülüşü ve kurbanlığı

Bir Kurban Bayramının arifesindeyiz. Yarın idrak etmeye başlayacağımız bayram Hz. İbrahim’in biricik sevgili oğluyla sınanmış olduğu ve bu imtihandan Allah’ın inayetiyle Halil vasfını, iman ve sadakatini ispatlayarak çıktığı büyük olayın temsili. Gazze’de bugün itibariyle 253 gündür devam etmekte olan soykırımın üzerinden bir Ramazan bir Ramazan Bayramı geçti, şimdi bir de Kurban Bayramı da geçmiş oluyor.

Gazze’de elli bine yaklaşan, çoğunluğu çocuk ve kadın olan insan dini duygularla hareket eden bir azgın topluluk tarafından katlediliyor. Hz. İbrahim’den sonra insan kurban etmenin kendilerine yasaklanmış olduğu söylenen İsrailoğulları, aynı zamanda “öldürmeyeceksin!” buyruğuna muhatap olmuş olan bir dinin mensupları olarak gözlerini kırpmadan ve hiçbir dini sakınca görmeksizin veya vicdan azabı duymaksızın en vahşi şekilde insanların canına kıyıyor.

İşin ilginç tarafı kurban hadisesi tam da Yahudilerle Müslümanlar arasında insana, soya, mirasa ve mülke bakış konusunda düşünce ve yaklaşım farkının tebarüz ettiği en önemli noktalardan biri olması. İsrailoğullarının Müslümanlara ve başka insanlara bakışını belirleyen en önemli kurucu anlayış kurban hadisesi içinde şekillenmiştir. Kuşkusuz bu konuda Müslümanların yaklaşımı da kurban hadisesine bakışta tam aksi bir yönde tezahür etmektedir.

Yahudilerle Müslümanlar arasında kurban edilecek olan oğulun kim olduğu hususundaki ayırıma daha önce de değinmiştik. Yahudi ve Hıristiyan gelenek içinde kurban edilecek olan çocuğun Hz. İshak olduğu hususunda hiçbir tartışma yoktur. İshak üzerindeki vurgu esasen kurban olmanın, kurban olmaya koşmanın, İmanın babası olan İbrahim’in kurban imtihanında başrol oynamanın kendiliğinden kazandırdığı bir itibar, bir imtiyaz, bir mülk, bir güç vardır. Kurban olan aynı zamanda mülke de, dünyanın iktidarına da yaklaşır, çünkü Tanrıya yaklaşarak, Tanrının yeryüzündeki egemenliğinin yetkisini devralmış olur.

Aslında ortaçağdan çıkışta Avrupa’da İngiltere Krallığının Papa’nın otoritesinden çıkıp kendi egemenliğini tesis etmesinin sembolik gösterileri Kraliçenin katıldığı kurban-av partileri üzerinden tartışılmıştır. Bu partilere yüklenen dinsel anlam dolayısıyla kraliçenin sunduğu kurbanlarla Papa’nın kurban sunma tekelini, dolayısıyla dünyevi egemenliğini kırdığı söylenir. Bunun üzerinde daha sonra tekrar duralım.

Kurban olmanın veya kurban sunmanın sağladığı onuru İshak’a ait kılmayla ilgili İsrailoğullarının özel bir hassasiyeti olduğu malum ama. Müslümanlar için bu onurun İsmail ve İshak’a ait olmasının birini diğerinden daha faziletli kılacak bir yanı yok aslında. İshak da Allah’ın peygamberi, İsmail de. Peygamberleri birbirinden ayırt etmiyor İslam, hepsinin davası bir, mesajı bir, ilahı bir. Hepsi de insanları Allah’tan başkasına kul olmamaya, kula kulluk etmekten uzak durmaya davet etmiştir.

Ancak Yahudi-Hıristiyan geleneği için İsmail asla İshak gibi görülmez, hatta İshak’a ve onun soyundan gelenlere (kendilerine, İsrailoğullarına) imtiyazlı-üstün bir konum açabilmek için İsmail bir cariyenin oğlu olarak olabildiğince küçük düşürülür, dışlanır. İsmail’in dışlanmasına dair Kitab-ı Mukaddes kayıtları adeta İshak’ın tarihi rolünü oynayabilmesi için, seçilmişliğini pekiştirebilmek için kurban edilir. Annesi, Mısırlı bir siyahi Cariye, Hacer ile birlikte Sare’nin gözlerinden uzak bir yere gönderilir. Gönderildiği yerde aslında adeta bir nevi ölüme terk edilir. Kitab-ı Mukaddes’in Yaratılış bölümünde bu olay şöyle anlatılır:

“Ve çocuk büyüdü, ve sütten kesildi [...] Ve Sara Mısırlı Hacer ‘in İbrahim’den olma oğlu İsmail’in güldüğünü gördü Ve İbrahim’e dedi: Bu cariyeyle oğlunu dışarı at; bu cariyenin oğlu benim oğlum İshak’ın mirasına ortak olmasın” (Yaratılış, 21: 9-10).

Olayın tam olarak nasıl olduğuna dair İslami kaynaklarda bildiğimiz kadarıyla net anlatımlar yok. Ama Kitab-ı Mukaddes’teki bu anlatım Yahudiler için kategorik bir ayırım oluşturmuş. Yeni doğmuş bir çocuğun sırf güldü diye bu kadar büyük bir cezaya reva görülmesindeki adalet(sizlik) boyutu hiçbir zaman gündeme gelmemiştir. Oysa buradan Yahudi-Hıristiyan geleneği içinde biraz etik ve adalet kaygısı ne tartışmalar çıkarmış olurdu.

Bu arada İshak, ismini annesinin yüz yaşındayken doğuracağı müjdesini aldığı için, bu müjdeyi bir şaka zannedip gülmesinden almıştır. İçinde sadece İshak’ın güleceği bir hikayedir İbrahim oğullarının hikayesi. Oysa İsmail’in gülüşü bu hikâyede bir sınır aşımıdır. İsmail’in gülmesi gerekmiyor, hatta hiçbir zaman gülmemeli. Onun veya onun neslinden gelenlerin gülüşü İsrail’in sinirini bozan, sınırı aşan bir eylemdir.

Bugün Filistinlilerin, Gazzelilerin dünyanın en büyük silahlı gücüne karşı olabildiğince orantısız ve alakasız imkanlarıyla sergiledikleri direniş bu direnişleriyle sergiledikleri gerçek tam da İsmail’in ironisine, direnişine denk geliyor gibi. O yüzden çileden çıkarıcı bir etkisi var.

İsmail İbrahim’in oğlu olsa da annesi İbrahim’in meşru görülmeyen bir evliliğinden olmadır. Bu evliliği kim neden meşru görmüyor? İmanın atası, kurban dolayısıyla asıl imtihanı yaşamış olan ve varsa bundan devralınacak bir otorite asıl sahibi olan İbrahim’in Hacer ile evliliği nasıl bir otorite tarafından meşru görülmeyebilmiştir?

Cevabı aslında içinde bir soru ve bu cevaba indiğimizde gördüğümüz tek şey ırkçılık için kendine bir bahane üretenlerin, bu bahane üzerinden kendi üstünlüklerine bir neden üretenlerin nasıl bir haksız iktidar peşinde olduklarıdır.

Kurban edilecek olan İsmail miydi İshak mıydı? Bu sorunun aslında İslami kurucu teoloji içinde hiçbir önemi yoktur. Çünkü İshak da bir İsmail de. Hepsinin davası da lailaheillallah davasıydı. Hepsi de Allah’ın has ricali, peygamberleriydi. Sare de bir Hacer de bir idi. Ama maruz kalmış olduğu haksızlık, ayırımcılık, ırkçılığa bir cevap olarak Allah Hacer’i bütün kadınlar arasında kimseye nasip olmayan bir şekilde onurlandırdı. Ali Şeriati’nin tespiti ve ifadesiyle Kabe sınırları içinde, Allah’ın beytinin içinde hiç kimse yoktur. Bir tek Hacer. Bütün insanlar arasında sadece bir kadın, bütün kadınlar arasında bir siyahi kadın ve bütün siyahiler arasında bir köle kadın olarak Hacer bütün Müslümanların kıble olarak yüzünü döndüğü ve bütün hacıların, umrecilerin tavaf ettikleri Kabe’nin içinde yatıyor.

Bayram günlerinde bu konuya devam edelim.

Kurban bayramınız mübarek olsun. Yerin altındakileriyle, üstündekileriyle, şehidiyle, gazisiyle Gazze’ye selam olsun.

Yorum Analiz Haberleri

Filistinli gazetecilerin ölümündeki hızlı artışın sebebi ne olabilir?!
Bunlar tuvalet değil Esed'in zindanları!
Mimaride insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik aldı...
Siyonist çeteye karşı direnişle geçen bir yıl...
“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”