Kurban Allah’a Yakınlaştırıyorsa Kurbandır!

MUSTAFA SİEL

İnsanın En Önemli Düşmanı

Kur’anda 35.Fatır Suresi 6. ayette olduğu gibi pek çok ayette bildirildiği üzere insanın mutlak - asla düşmanlıktan vazgeçmeyecek en önemli düşmanı şeytandır.

Şeytan insana olan zararı ise ancak kişinin hevasını (hakka aykırı çirkin arzularını) harekete geçirebilmesi ve  hevasının esiri haline getirebilmesinden; yani 25.Furkan Suresi 43 ile 45.Casiye Suresi 23. ayette açıklandığı üzere, kişiye hevasını ilah ettirebilmesinden kaynaklanmaktadır.

Bu ayetlerde geçen kişinin hevasını ilah edinmekten kasıt açık şirk değil, kişinin hayatının ana ekseninde ve hedeflerinde hakka değil hevasına tabi olarak yaşamasıdır. Allah’ı ilah edinen kişi ise, hayatının ana ekseninde ve hedeflerinde hevasına değil Allah’ın emirlerine itaat eder, sıratı mustakime tabi olur ve bu şekilde Allah’ın azabından korunmaya çalışır ki, buna takva denmektedir Kur’anda.

Kurban Allah’a Yakınlaştıran Vesile

Kurban kelime olarak, kişinin Allah’ın rızasını kazanarak (manevi anlamda) Allah’a yaklaşmasına vesile olan şey anlamında olup, bu niyetle hayvan kesilmesine de isim olmuştur.

96.Alak Suresi 19. ayetinde mü’minlere, inkarcılara itaat edilmemesi ve secde edilerek Allah’a yaklaşılması (igterib) emredilmekte olup, igterib kelimesi ile kurban kelimesi aynı kökten, bir şeye maddi yada manevi anlamda yaklaşmak – yakınlaşmak anlamındaki Arapça garabe kökünden gelmektedir.

Yine 56.Vakıa Suresi 11 ile 83.Mutaffifin Suresi 21. ayette kurtuluşa eren sağ adamlarının önderleri pozisyonunda gösterilen mugarrabun (Allah’a yakınlaştırılmış kullar) terimi de garabe kökünden gelmektedir.

Allah’a Yakınlaşmanın Anlamı Ve Sonuçları

Burada kullandığımız Allah’a yakınlaşmak ifadesiyle anlatılmak istenen şudur. Bir insan kendisi açısından olumlu gördüğü insanlara karşı bir yakınlık duyar, onlara ısınır ve dost – veli olmaya çalışır.

Bunun gibi, kişi Allah’ın azabından korunmak için dinine sıkı sıkıya sarılarak yaşamaya çalışmak suretiyle takvalanırsa, Yüce Allah’ın rızasını - hoşnutluğunu kazanır ve bunun neticesi Yüce Allah o kişiyi koruyup kollamasına – velayetine alarak kendine yakın (garabe) kılar. Yüce Allah’ın razı olduğu ve kendine yakın kıldığı kişide Allah’tan razı olur, kendini O’nun velayeti altında ve yakın hisseder.

10.Yunus Suresi 62’den 64’e kadar olan ayetlerde iman edip takvalananların Allah’ın velayetine (yol göstericiliğine ve bu yolda yürümede koruyup kollamasına) gireceklerinden dolayı dünyada ve ahirette müjde olduğu ifadesi de bu durumu anlatmaktadır.

Takvası Olmayanın Kurbanı Olmaz

Kurban terimi Kur’anda sadece olumlu manada kullanılmakta ise de, halkımız zaman zaman olumsuz manada da kullanmaktadır. Bu işte o kurban oldu gibi kullanımlar, boşu boşuna gitti anlamına gelmektedir. Oysa Allah yolunda kurban olmak en büyük kazanımlardandır.

Yukarıda izah ettiğimiz gibi, Allah’ın rızasını kazanarak Allah’a yakınlaşmak (igteraba) için takva tek kriter tek yol olduğuna göre, takva ile kurban arasındaki ilişki çok önemlidir. 5.Maide Suresi 27’den 31’e kadar olan ayetlerde anlatılan ve Habil – Kabil Kıssası olarak bilinen kıssada, Kabil’in kurbanının takvasızlığı nedeniyle kabul edilmediği bildirilmektedir.

Girişte açıkladığımız üzere takvasızlığa neden olan etmen kişinin hevasına uyması olduğuna göre, kurbanın kabul edilmemesinin nedeni de aynıdır. Bu nedenle kurbanın kabul edilmesini isteyen öncelikle hevasını (galatı meşhur deyimiyle) kurban ederek takvalanmalıdır ki, kurbanı kurban olsun, kabul olsun.

Takva Tüm Hayatımızı Kuşatmalıdır

Kişi nefsinin hevasının etkisinden kurtulduğu nisbette Allah’a yaklaşmakta, aksi halde de uzaklaşmaktadır. Bu anlamda Kabilinki gibi takvaya dayanmayan ve Allah’a yakınlaştırmayan kurban değildir aslında.

Zaten 22.Hac Suresi 36 ve 37. ayetlerde açıklandığı üzere, kurbanın eti bize, kanı toprağa olup; bizi Allah’ın rızasına ve yakınlığa eriştiren şey ise, gerek kurban keserken ve gerekse hayatımızın her anında Allah’ın rızasını gözetme çabamız olan takvamızdır.

Bu husus 6.Enam Suresi 162. ayette veciz bir şekilde ifade edilmiş, ahiret kurtuluşumuz için sadece kurban ve namaz gibi ibadetlerimizin değil, hayatımızın ve ölümümüzün de Allah için olması gerektiği net olarak ortaya konmuştur.

Heva Sadece Açık Günahlarda Olmaz

İnsanın mutlak düşmanın şeytan ve şeytanın kişi üzerindeki en büyük kozunun kişinin nefsinin hevası olduğunu söylemiştik. 7.Araf Suresi 16 ve 17. ayetlerde ise, şeytanının kişiyi hevasına tabi kılarak sıratı mustekımden çıkarmak için insana sağdan, soldan, arkadan ve önden yaklaşacağı bildiriliyor.

Bu ayetten de anlaşılacağı üzere şeytan kişinin hevasına sadece soldan yanaşarak içki, kumar, fal okları, zina, hırsızlık, haram mal gibi açık günahlara sürükleyerek haktan alıkoymaz.

Aynı zamanda insanın hevasına önden yaklaşarak, çoluk çocuk, mal ve makam hırsı gibi açık haram olmayan tuli (hayatını dolduran dünyevi) emellerle de haktan alıkoyar. Yine atalar, soy sop gibi Allah indinde bir kıymeti olmayan şeyleri kıymetli göstererek ve bunlar uğrunda yaşamasını sağlayarak ta haktan alıkoyabilir.

Ve en tehlikelisi ve sinsisi olarak ta, Allah adına, hak adına, iyilik adına kişinin hevasına sağdan yanaşarak ta haktan alıkoyabilir.

Takva Sadece Açık Günahlardan Kaçınmak Değildir

Demek ki Allah’a yaklaşmamıza vesile olan takvaya, sadece içki, kumar, zina gibi açık haramlardan, yani şeytanın nefsimizin hevasına soldan yanaşarak etkilemesinden uzaklaşarak erişemeyiz. Bununla beraber şeytanın önümüzden, ardımızdan ve sağımızdan yanaşmasından da uzak durabilmeliyiz ki, takvaya erişebilelim.

Takva hem açık günahlardan, hem aslen meşru olmakla beraber niyet bozukluğundan dolayı gerçekleşen günahlardan; hem zahiri – açıkça görünen fiili günahlardan, hem de düşünce ve niyetler gibi batıni – kişinin iç dünyasında gerçekleşen günahlardan uzak durabilmekle mümkündür ancak.

İslamcılar İçin En Önemli Handikap Şeytanın Sağdan Yanaşmasıdır

Şeytanın soldan yanaşması zaten açık olan haramlarla olduğundan, bunlardan kaçınmak bir İslamcının olmazsa olmazıdır. Çoluk çocuk, mevki makam gibi şeytanın önden yanaşması ise, bir İslamcının en azından teorikte uzak durması gerektiğini bildiği, lakin en azından niyetler bazında tekleyebildiği bir alandır. Milliyetçilik, soy sop gibi arkadan yanaştığı hususlar ise, İslamcılığın zaten en önemli sosyal ve siyasal rakipleridir.

Şeytanın sağdan yanaşması ise, İslamcıların maalesef en çok etkilendikleri tökezledikleri alandır. Şeytan İslamcıların nefislerinin hevasını daha ziyade Allah adına, hak adına, iyilik adına etkisi altına almakta ve din adına sıratı müstakimden çıkarmaktadır.

Takva Ve Hizmet Yarışı Şeytanın Sağdan Yanaşmasındandır

5.Maide Suresi 27’den 31’e kadar olan ayetlerde anlatılan ve Habil – Kabil Kıssası olarak bilinen kıssada, Kabilin kardeşi Habille takva yarışına girişip, kaybedince kardeşini öldürmesi kıssası üzerinde çok durulmalıdır.

Yine 12.Yusuf Suresinin tümünde anlatılan Yusuf ve kardeşleri kıssasında, Yusuf’un kardeşlerinin kendilerinin sayıca çok ve kuvvetli olmaları (usbe) nedeniyle Allah yolunda Yusuf’tan daha hayırlı işler yapacaklarını iddia ederek Yusuf’a tuzak kurmaları da, konumuzla alakalı olarak üzerinde önemle durulması gereken bir misaldir.

Şebbihayı Anladıkta Hizbullaha Ne Oluyor

Bu gün Suriye’de Esed’in şebbihalarının zulümleri, tam anlamıyla nefislerinin hevasını ilah edinmiş; şeytanın onları azdırması bir yana, şeytana külahını ters giydirecek derece de şeytandan daha şeytanlaşmış bir güruh olmaları nedeniyle gayet normaldir.

Lakin İran gibi İslam Devleti olduğunu iddia eden bir rejim ile Hizbullah gibi, Allah ve İslam adına cihat ettiğini iddia eden bir grubun şebbihalarla işbirliği yapabilmesi ve bir takım zulümlerine ortak olabilmesini, şeytanın sağdan yanaşmasından başka neyle izah edebiliriz?

Maalesef şeytan Şii İslamcıların ekseriyetini mezhepçilik tuzağıyla sağdan yanaşarak aldatmaktadır. Elbette Sünni İslamcı kesimden de şeytanın bu tuzağına Sünnicilik adına yakalanan kişi ve Işid gibi gruplarda söz konusudur.

Her ne kadar bu alanda asıl, ilk ve kitlesel bazda suçlu olan Şii İslamcılarsa da, bu durum Sünni kökenli İslamcılara yanlış yapma ve şeytanın dolmuşuna binme hakkı vermez asla.

Gerçeği Sadece sosyal ve siyasal değerlendirmelerle idrak edemeyiz

Şeriat - tarikat yoldur varana, hakikat meyvesi andan içeru demiş Yunus. Elbette değerlendirmelerimizde açık hükümleri, zahiri normları temel alacağız. Olayları önce sosyal ve siyasal normlarla değerlendireceğiz.

Lakin hakikate - gerçeğe sadece bu değerlendirmelerle ulaşamayız. Aynı zamanda insan psikolojisinin, duygu düşünce ve niyetlerinin de değerlendirmeye katılmasıyla gerçeğe erişebiliriz. Aksi halde Yusuf’un kardeşlerinin değerlendirmesi gibi yanılır, Kabil gibi son pişmanlığın fayda vermediği yanlışlar yaparız.

Yukarıda şeytanın sağdan yanaşmasına verdiğimiz mezhepçilik taassubu, bu alandaki en önemli güncel misal olmakla beraber, şeytanın sağdan yanaşması sadece bundan ibaret değildir elbette.

Şöyle bir başımızı bakıp kaldırdığımızda mezhep, meşrep, tasavvuf, grup, bölge vs. adına şeytanın pek çok alanda gerek sıradan halka, gerek dindarlara ve gerekse İslamcılara sağdan yanaştığını rahatlıkla müşahede edebiliriz. Bu tarih boyunca ve günümüzde o kadar yaygın olarak gerçekleşmektedir ki, bu realite bizlerinde kendimizi bu açıdan sık sık muhasebe etmemizi zaruri kılmaktadır.

Nefsinizi tezkiye etmeyin tezkiye edin

Yüce Allah 53.Necm Suresi 31 ve 32. ayetlerde, her bir insanın ne kadar takvalı olursa olsun günah işleme potansiyelinin devam ettiğini, bu nedenle hiç kimsenin kendisini (nefsini) iç kirlerden arınmış görerek temize çıkarmaması (la tezekku) gerektiğini bildiriyor. Ayette takva sahibi kişiyi en iyi Rabbin bilir denmiş olması da, kimseyle takva yarışına girmememiz, başkasının değil kendi takvamızla meşgul olmamız gerektiğini hatırlatıyor bizlere.

91.Şems Suresi 9’dan 11’e kadar olan ayetlerde ise, insana nefsinin hevasına kapılma (fücur) ile buna karşı koyma (takva) potansiyeli verildiği; iç dünyasındaki kirleri tespit ederek tezkiye edenin felah bulacağı; bu kirler yokmuş gibi davranıp kendine temize çıkaranın ise kaybedeceği bildiriliyor.

Bu durumda biz İslamcılara düşen, son nefese kadar bir an bile nefsimizi temize çıkarmadan temizlemeye gayret etmektir. Elbette öncelikle ve her daim şeytanın soldan yanaşmasından, bilahare önden ve arkadan yaklaşmasından, ve bilhassa şeytanın sağdan yanaşmasından korunmaya çalışmamız gerekiyor. Lakin nefsimizi tezkiye edebilmek için öncelikle nefsimizdeki kirlerin farkına varmakla söz konusu olabileceği açıktır.

Oyuna beş gün mola

Bir radyo kanalında oyuna beş dakika mola diye bir spot giriliyor. Dünya hayatı oyuna benzetilerek, bu verilen 5 dakika molada ahiret hakikatın hatırlatılması amaçlanıyor bu spotla.

57. Hadid Suresi 20 ve başka ayetlerde açıklandığı üzere, Allah’ı ve ahireti unutup dünyanın peşine düşenler için dünya hayatı ancak bir oyun ve haktan alıkoyucu bir meşguliyet iken, gerçek mü’minler için gerçek hayat olan ahiret yurdunun tek sermayesi olup, çok kıymetlidir.

İnsanımız çoğunluğu maalesef bu gerçekten gaflet ve delalet içinde. Bu gerçeğin farkında olanlarda ne kadar bu bilincin gereğini yerine getiriyor, bu ayrıca sorgulanmalı.

Bizlerde en azından şu 5 günlük Kurban Bayramı sürecinde 5 gün mola verebiliriz kaçınılmaz olarak kapılıp gitmekte olduğumuz sürece ve derin bir durum iç durum muhasebesi yapabiliriz.

Her ne kadar halkımızın geneli gibi dünya hayatının peşinde değilsek te, Allah merkezli ve ahiret hedefli hayat iddiamız ile gerçek niyetlerimizin ciddi ve derin bir muhasebesini yapabiliriz bu 5 günde.

Bu süreçte devamlı yapmakta (ve yapmak zorunda) olduğumuz sosyal ve siyasal değerlendirmeleri, bir de iç dünyamızda yapacağımız muhasebelerle test etmek, tespitlerimizin sağlamasını yapmak, önceden var olan ve süreç içinde içimizde biriken iç kirlerin tespit ve tezkiyesini yapmak açısından faydalı olabilir bu 5 günlük süreç bizlere.

Keserken Kurbana Şahit Olmak

Kurban kesimi bize aslında çok ciddi hatırlatmalar, tefekkür ve muhasebe imkanı sağlayan bir ibadettir. Bu nedenle elimizden geldiğince kurban kesimine katılmaya, imkan varsa kurbanı bizzat kesmeye, en azından kesimine (mümkünse çoluk çocuk dahil ailece) şahit olmaya gayret etmeliyiz.

22.Hac Suresi 36 ve 37. Ayetler üzerinde bir kez daha düşünelim kurban kesmeden önce. Kesime Allah’ın ismi ile başlanması ve kesim esnasında teşrik tekbiri getirilmesi ne anlam ifade etmektedir, iyice idrak etmeye çalışalım. Biyolojik olarak bizden çok farkı olmayan bir canlının ancak Allah’ın izni ile kesilebileceği, büyük olanın sadece Allah olduğu, Allah’ın bu canlıyı bizim için boyun eğdirmiş olması, dünyanın ve hayatın gerçeğini, dünyadaki konumumuzu ve niçin bulunduğumuzu, insanın kıymetini, haksız yere bir insan öldürmenin tüm insanlığı öldürmek olduğu gerçeğini hatırlatır kurban kesimine şahit olmak; tabi hatırlamak isteyenlere.

Eğer kurban kesimine gerçekten şahit olabilirsek, kurbanı sadece zaruri bir ibadet ve meşru bir et yeme imkanı olarak değil, takvaya ulaşmamız için bir vesile olarak, yani esas amacına uygun olarak kesmiş oluruz.

Bu arada içimizde Işid zihniyetli olanlar varsa yada içimizde Işid zihniyetinden esintiler ve kalıntılar varsa, kurban kesimine şahitliğimiz iyi bir terapi imkanı da olabilir belki.