Kur’anın Mahiyeti Değil, Cihad Ayetlerinin İptali Tartışması

MURAT AYDOĞDU

Öncelikle bir Müslüman Kur’an’ı hayatı için rehber, ibadetleri için kıstas, bir dua ve Yeryüzü Halifeliğinde kendisine bir yardımcı ve Zalim mazlum mücadelesinde rehber olarak ele alır. Onun için Kitap’tan önce bir hitap’tır emir ve yasaklarını anlamak, uygulamak önceliklidir. Mahiyeti, Gayb aleminden Dünya’ya gelişi, Resullere inzali teşbih ve temsillerle anlatılmış tam mahiyeti ancak kadri mutlak Allah indinde olan bir Kitap’tır.

Tarih boyunca birçok Müslüman ilim erbabı mahiyeti ile ilgili te’villere (yorumlara) girmiş, ana istikametleri tevhid akidesini bozmayacak, ve Allah’ı yaratılmışlara benzetmekten kaçınmak şekilde olmuştur. Bir kısım selef alimi ise mahiyetini tam bilemeyeceğimiz kabulü ile, te’vilden kaçınmış beyanın zahiri üzerinde karar kılmıştır.

Çoğunluğun Kur’an mahiyeti üzerinde “hem lafzının hem de mana’sının İlahi vahiy” olduğu görüşüne karşı bazı müfessir ve alimler Kur’an lafzı üzerinde farklı hassasiyetlerle yorum yaparlar. Maturidi ve Eşari’lerin çoğunda vahyin mana olarak asıl olduğu, Mu’tezile ve Şia ise mana yanında ses ve harflerden oluştuğu kanaati hakimdir. Ama Batıni’ler ve Gulat (aşırı) kabul edilenlerin haricinde Usuli ya da Ahbari hiçbir görüş Mana ile lafız arasında bir çelişki olduğunu iddia etmez.

Kadim bir tartışma da Kur’anın mahluk (yaratılmış) olup olmadığı üzerinedir. Bu tartışma’da yine lafız ve mana arasında bir aykırılık, noksanlık atfetmekten çok uzak bir tartışmadır. Gazzali Kur’anın Allah kelamı ile kadim (yaratılmamış) ilahi mahiyette olduğu bizim okumamız olan kıraat’in ise muhdes (yaratılmış) olduğunu söyleyerek kelam ile kıraat arasında bir ayrıma giderek hem mana hem lafzi kelam’ı ilahi niteleyerek insan telaffuzunu bundan ayırır. Gazzali “Allah kelamı Mushaflarda yazılmış, kalplerde korunmuş, dillerde okunmuştur. Kâğıt, mürekkep, yazı ise hadis’tir” demektedir. Ebu Hanife de “Allah Elçisine indirilen İlahi Kelam olan Kur’an Mushaflarda yazılı, kalplerde ezberlenmiş, lisanlarda okunmuş, onu yazıp okumamız mahluk ancak Kur’anın mahluk değildir” derken yakın bir görüş arz etmektedir.

Bütün bunlar yanında lafzın ve mananın, batının ve zahirin çelişkili olacağını, birbirine dönüşürken değişime uğrayacağını, dönemsel ve hatalara matuf olacağını söylemek batıni ve şaz (güvenilmez, kabul edilemez, istisnai, aşırı yorumsal) bir görüştür. İster bunu tarih içerisindeki batıni ekoller isterse günümüzde bir takım hermenötik yorumsal/izafiyetçi dilciler, tarihselci modernistler yapsın böyledir.

Bu tarihte yeni bir şey de değil. En aşırı haliyle daha fazlaları bile gerçekleşti.

"Hiç şüphe yok ki, cennet, cehennem ve emsali şeylerin herkesce malum anlamlarından başka manaları da vardır. Ve onları ancak Hakka ermiş olanlar bilirler. Gerçi Kuranı Kerim'de ölülerin dirileceği hakkında bazı işaretler geçer. Fakat onlardaki mana başkadır. Yokluğa karışan öğelerin birleşmesi ve evvelki halini bulması değildir, bu imkansızdır.

Yine Kuran'da bahsi geçen huriler, köşkler, ırmaklar ve emsali şeylerin kaffesi cisim aleminde değil, hayal alemimde gerçekleşir.

Çirkin ve iğrenç her şeye ateş ve cehennem denildiği gibi, yüksek ve şerefli her mertebeye de cennet ismi verilir.

Peygamberler doğruya ulaştırmak için evlatlarına yalan söyleyen babalar gibidir." Varidat, Şeyh Bedrettin Simavi

Ve görünen o ki, Osmanlı gibi geleneksel ve modernistlerin fikri, içtihadi anlamda atıl kabul ettiği bir dönemde, açık bir isyan ve çatışma olmadıkça da kolay kolay tekfir edilmeyen bir Rejim Kadısından bahsediyoruz.

Keşke saygıyı elden bırakmadan istediğiniz gibi yorumlasaydınız. Zira İslam kültürü somut hukuku çiğnemeyen en şaz görüşleri bile Kur’an’a dayandıranları, açıkça “Ben Kur’anı inkâr ediyorum” demedikçe tekfir etmeyen, şer’i hukuku çiğnemedikçe katline hüküm verilmeyen damara sahiptir.

Önemli bir nokta Kur’anı anlama çalışması ötesinde yargılayarak yaklaşmak hadsizliktir. Yorumsal yaklaşımların ötesinde gayb hakkında hükümler ihdas etmekte klasik anlamda refomizmdir (din tahripçiliği ya da  Din ‘in asılları üzerinde oynamak ta diyebilirsiniz).

Yine bu tartışmalar Kuranın daha iyi tefekkür edilmesi için, mahiyeti hakkında düşünüp emirlerinin arka planlarının daha iyi anlaşılması için belki yararlı iken, bunu muhkem, şer’i ve cihat ayetleri gibi somut emirler çerçevesinde ele alıp emirlerin zahirini saptırmak vahye saygısızlıktan başka bir şey değildir. Görünen o ki, tartışılan kelami bir tartışmanın ötesinde cihat adı altındaki mücadelenin asli damarının kesilmesi, tahfifidir.  İŞİD ya da bir takım gulat, tekfirci ve asli zararı Müslümanlara olan yapıları göstererek kendilerini temize çıkarmak da kompedanlıktır. Bir takım aşırı ve tutucu çevrelerin aşırı ifrat eylemlerini öne sürüp tefrite yönelmeniz de sizi “Vasat Ümmet” olmaktan uzaklaştır. Taa ki sizin ifratınıza karşı Müslümanlar da tefrite dalıp tekfirci, içtidaha, tefekküre arşı despotik eğilimlere de sapmasınlar, bu da yanlıştır.

Sıkıntı; Din ’in Allah Elçisi zamanındaki şartlarda algılanması iddiası ile yola çıkıp modern paradigma altında yorumlanmasına kaymasıdır. Bu modern paradigmadan etkilenmiş birtakım Müslümanların tereddütlerini aşmak gayesi ile dahi yapılsa asli sorunu çözmek yerine modern hastalığın kabulünden başka bir şey de değildir.

Merhum Seyyid Kutub Yoldaki İşaretler eserinde cihat kısmında bunu şöyle dile getirir: “İslam’da Cihat" konusunda aklen ve ruhen bozguna uğrayanlar, bu ithamdan İslam'ı kurtarmaya çalışırken, akideyi zorla kabul etmeyi reddeden nasla ilgili bu dinin yöntemleriyle; insanlarla bu dinin arasına giren, kulu kula ibadet ettiren, Allah'a ibadet etmekten alıkoyan maddi, siyasal güçlerin yok edilmesi ile ilgili yöntemleri birbirine karıştırmaktadır. Bunlar farklı şeylerdir ve buna mahal yoktur. Bu karıştırmadan dolayı, "savunma savaşı" adı verilen şeye hasretmeye çalışıyorlar. İslam’daki cihat kavramı ne insanların bugün yaptıkları savaşla ne etkileriyle ne de özellikleriyle ilgisi olan bir şeydir. Cihat’ın etkenleri "İslam'ın" yapısıyla, şu dünyadaki rolüyle ve Allah'ın belirlediği hedefleri ile bağlantılıdır.”

Siyakını, sibakını, merhalelerini, özel durumlarını, durumlar karşısında nasih mensuhunu tespit etmek ayrıdır, Cihat ayetlerini iptal etmek ayrıdır. Kompleksif (ezik) bir şekilde bunu yaparsanız İslam’ın elin/kudretini kesip atıl, edilgen bir hale çevirirsiniz. Ve artık zulme karşı, küfre karşı, gaspa karşı hiçbir argümanınız kalmaz.

Bizim gördüğümüzde; İslam’ı bir dava, hayat nizamı olarak görmeyen, pratikleri ile zalim mazlum kavgası ile görmekten uzaklaşmış kişilerin kolaylıkla savrulacağı ve “cehaletle mücadele ediyorum” derken despotlara firavunlara minnet edecek seviyelere gelenlerin ibretlik halidir.