"Kur’anın Anlaşılmasına Engel Muharref Kültür / İsrailiyat"

Veysi Selimoğlu'nun "Kur’anın Anlaşılmasına Engel Muharref Kültür / İsrailiyat" Başlıklı Sunumunu Gaziosmanpaşa'da Gerçekleştirildi.

Gaziosmanpaşa Özgür-Der girişiminin Küçükköy Asır-der'de düzenlediği aylık panellerin sonuncusu gerçekleştirildi.

Veysi Selimoğlu özetle şunları aktardı;

KUR’ANIN ANLAŞILMASINA ENGEL MUHARREF KÜLTÜR / İSRAİLİYAT

1. "İsrailiyat" ın Tanımı

İsrailiyat, israiliyye kelimesinin çoğuludur ve bu kelime, israili bir kaynaktan nakledilen kıssa veya olay anlamındadır. İsrail, Hz. Yakub'un ismi veya lakabıdır. Yahudiler ona nisbet edilerek kendilerine Benu İsrail (İsrailoğulları) denilmektedir. Nitekim Kur'an-ı Kerim de Yahudileri -Benu İsrail- diye isimlendirmektedir. O halde israiliyat, Yahudi kaynaklardan aktarılan malumat anlamındadır. Ne var ki tefsir ve hadis ilimleriyle uğraşanlar, -İsrailiyat- kelimesini daha geniş bir anlamda kullanmışlardır. Yahudi ve Hristiyan kültürleri yanı sıra geçmişlerin mitolojilerinden tefsir ve hadis kitaplarına sokuşturulan haberlerin tamamına israiliyat demişlerdir. Hatta Bazıları, geçmiş kaynaklarda mevcut olmayıp İslam düşmanlarının, sırf İslam' ı bulandırmak, İslam inanç ve kültürünü bozmak için uydurdukları haberleri de bu kelimenin kapsamına almışlardır. Buna göre diğer kültürlerden İslam kültürüne sokuşturulan haberlerin tamamına israiliyat denmektedir.  Bu tür haberlerin hepsi için İsrailiyat isminin kullanılması ise, nakledilen bu tür haberlerin büyük çoğunluğunun yahudi kaynaklı olması sebebiyledir.

2."İsrailiyat"ın Kısımları

Peygamberlerin hepsi aynı yolun izleyicileri olduklarına göre birine indirilen her kitap, kendinden öncekine indirilen kitabın doğrulayıcısıdır. Ancak bir kitabın kendinden önceki kitabın doğrulayıcı olması, o kitabın bir fotokopisi olması alamın da değildir. Hepsinde itikat konuları aynıdır, ama pratik hayatla ilgili meselelerde bir takım farklılıklar vardır. İşte bu gibi konularda, farklılık arzeden hususlarda bir sonraki kitap, bir önceki kitabı nesh eder yani o farklı hususlardaki hükümlerini iptal eder. Kur'an'ın kendinden önceki kitapları doğrulayıcı olarak indirildiğini belirten bir ayette, Kur'an'ın diğer kitaplar karşısındaki durumunu anlatan bir vasfı daha ilave edilmektedir: (maide 48. ayet) Müheyminen sözcüğü -Aley- ile kullanıldığında "gözleyen, kollayan ve koruyan" anlamındadır. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: "Sana da kendinden önceki kitapları doğrulayıcı ve onları koruyup kollayıcı olarak bu kitabı gerçekle indirdik." Kur'an-ı Kerim'in, kendinden önceki kitapları kollayıp koruması, onlardan hangi hükümlerin geçerli ve hangilerinin geçersiz olduğunu belirtmesidir. Bu kısa girişten sonra İsrailiyatın kısımları konusuna geçebiliriz. İsrailiyatı çeşitli açılardan kısımlara ayırmak mümkündür. Ancak bizi ilgilendiren, İslam'a uyma ve uymama, bir de onları nakletmenin caiz olup olmaması gibi hususlardır.

İşte bu açıda İsrailiyatı üç kısma ayırabiliriz:

a.İslam'a uygun olan İsrailiyat.

b.İslam'a uygun olmayan İsrailiyat.

c.Hakkında hüküm bulunmayan; doğrulanması yada yalanlanması için elde bir kıstas bulunmayan İsrailiyat.

Tevrat ve İncil, bütünüyle tahrif edilmiş kitaplar değildir. Bunlardan Kur'an ve sahih sünnete uygun düşenler haktır. İslam'a uygun olan israiliyattan maksat, bu tür hususlardır. Peygamber(s)'in "İsrailoğullarından nakledin, bunda bir sakınca yoktur." anlamındaki hadisi bu tür israiliyata hamledilmiştir. Kur'an ve sahih sünnetle bağdaşmayan İsrailiyat ise batıldır ve bu gibi israiliyat, ancak reddedilmek ve eleştirilmek kaydıyla nakledilebilir. İsrailiyatı nakletmeyi yasaklayan rivayetler de bu tür israiliyata hamledilmiştir.

 Bir kısım İsrailiyat ise, dini hüküm taşımayan hususlarla, olmuş olması da olmamış olması da ihtimal dahilinde olan olayları nakleden İsrailiyattır. Bu tür İsrailiyatın nakledilmesini bazı alimler caiz görmüştür. Kanaatimizce bu tür israiliyatın da nakledilip dini kitaplarda rivayet edilmesi ya da vazlarda söylenmesi caiz değildir. Eğer bunlarla insanlara öğüt vermek isteniyorsa, öğüt vermek için Kur'an ve sahih sünnet yeterlidir.

1.İsrailiyatın İslam Kültürüne Girmesinin Sebepleri

 Kur'an-ı Kerim'in naklettiği kıssaların pek çoğu Tevratta da geçmektedir. Hem Kur'an-ı Kerim, kıssaların ayrıntıları üzerinde durmazken Tevrat ayrıntılara girmektedir. Çünkü Kur'an-ı Kerim bu kıssaları aktarırken ibret alınacak yönlerine dikkat etmekte, ibret alınmaya konu olmayacak hususlara temas etmemektedir. Okuyucuların bir kesimi özellikle de halk tabakası, alınacak ibretten çok kıssalardaki olaylara takıldılar. Kur'an'da olayların ayrıntılarını bulamayınca bu isteklerini karşılamak için Ehl-i Kitaba müracaat ettiler. İsrailiyatın İslam kültürüne karışmasının sebepleri konusunda İbnu Haldun şöyle demektedir: Araplar ne Kitap Ehli nede ilim ehli idiler. Bedevilik ve ümmilik onlara hakim idi. İnsan nefsinin arzu duyduğu kainatın yaratılış sebebi, yaratılışın başlangıcı , varlığın sırları gibi konularda bilgi sahibi olmayı arzu ettiklerinde onu önce kitap ehli olanlara sorar ve onlardan istifade ederlerdi. Bu kitap ehli ise, Tevrat ehli olan Hristiyanlar idi. O gün Araplar arasında yaşayan Tevrat ehli de haddizatında onlar gibi bedevi idiler. Tevrattan bildikleri Kitap Ehl'inden avam'ın bildikleri şeylerdi. İsrailiyatın İslam kültürüne karışmasının diğer bir sebebi de, Ehl-i Kitaptan bazı alimlerin İslam dinine girmiş olmalarıdır. Bu bilginler ya diğer müslümanların kendilerine müracaat etmeleri sonucunda ya da kendiliklerinden israiliyatı anlatıyorlardı.

2. İsrailiyatın Tarihçesi ve Seyir Çizgisi

 Arapların biri yaz, biri de kış mevsiminde olmak üzere ticaret için iki yolculukları vardı. Nitekim Kur'an-ı Kerim de bundan bahsetmektedir. Kış yolculuğu Yemen'e, Yaz yolculuğu da Şam'a yapılıyordu ve buralarda çoğunluğu Yahudi olan Ehl-i Kitap yaşardı. Gerek Arap yarımadasında ve gerek bu yolculuklar sırasında Araplarla Ehl-i Kitap arasında ki münasebetlerin sonucu olarak Arap kültürüne Ehl-i Kitap kültürünün de karışmış olması tabiidir. Ancak cahiliye döneminde bu etkilenmenin büyük boyutlara ulaştığını söyleyemeyiz. Çünkü Araplar müşrik idiler ve Ehl-i Kitap kültürüne ilgi duymuyorlardı. Etkilenme daha çok İslam'ın gelişinden sonra ve yukarıda dikkat çektiğimiz sebeplerle olmuştur. Netice Kur'an kıssalarının kaynağı, bizzat Kur'an'ın kaynağını ilgilendiren bir husustur. Kur'an'ın indiği dönemde Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar, Kur'an kıssalarının Tevrattan uyarlama olduğunu iddia etmedikleri halde günümüzde müsteşriklerden bazısı böyle bir iddia ileri sürebilmektedir. Kur'an'da geçen kıssalarla Tevrat kıssaları arasında yapılacak bir karşılaştırma, Kur'an kıssalarına elde mevcut muharref Tevrat'ın kaynaklık etmeyeceğini açıkça ortaya koyacaktır. Ayrıca Muhammed (s) hem ümmi biriydi ve hemde o dönemde gerek Tevrat, gerekse İncil Arapça'ya tercüme edilmiş değildi. Kaldı ki Muhammed (s)'in uslubunu ortaya koyan kendisinden nakledilmiş hadislerin üslubu ile Kur'an'ın üslubu arasında fark vardır. Bu da kıssalarıyla birlikte Kur'an'ın tamamının Allah tarafından hem lafız hem de mana olarak indirildiğinin delilidir. Kur'an bir beşer tarafından yazılmış bir kitap olamaz. Nitekim indirildiği günden bu yana benzerinin getirilmesi konusunda meydan okumakta fakat bir benzeri ortaya konulamamaktadır.  Kur'an kıssaları hakkında bir delile dayanmaksızın ortaya atılan iddialardan biri de, kıssalarının vakii olmadığı; olay ya da şahıslarının gerçek olmasını gözetmediği, diğer sanat kıssalarında olduğu gibi kıssalara hayali unsurlar kattığı iddiasıdır.  Bu iddianın da bir dayanağı yoktur. Bu kıssaların bir çoğu anlatıldıktan sonra zikredilen: -Ey Muhammed! sana anlattıklarımız, gayb haberleridir. Bu anlatılanlar gerçek olarak anlatılmaktadır.- gibi ifadeler, kıssalarda hayali unsurların bulunmadığının kesin delilleridir. Bu iddiayı ileri sürenlerin niyeti ne olursa olsun iddialarını ispatlayacak bir delil ortaya koyamamışlardır. Kur'an kıssaları, Peygamber (s)'i ve onun yolunu takip eden islam davetçilerinin sebatlarını arttırmak ve onlara teselli vermek ve geçmişten ibret almak için Kur'an'da yer almışlardır. Kıssalar, nazari olarak anlatılanların pratik olarak hayata uygulanışını gözler önüne sermektedir. Bu nedenle de eğitim açısından önemli bir yer işgal ederler. Eğitimde en etkin yollardan biri, eğitilene model göstermektir. Kur'an kıssalarında şahıslar genellikle peygamberleren seçilmiştir. İyiler için en iyi model ise, hiç üphesiz peygamberlerdir. Kur'an kıssalarında sadece iyiler değil, kötü şahsiyetlerde gündeme getirilmekte, onların da hayat felsefeleri, psikolojik yapıları anlatılmaktadır. Böylece kıssalar, insanı ve insan karakterlerini tanımamızı kolaylaştırmaktadır. Kur'an'a dair araştırmalarda ihmal edilen yönlerden biri, Kur'an'ın sosyoloji ve toplumbilimini ilgilendiren yönüdür. Kur'an kıssaları bu yönün yoğun bir şekilde ele alındığı yerlerdir. Kur'an'ın bu yönüyle ilgili derin ve kapsamlı araştırmalara şiddetle ihtiyaç vardır. Gerek Tefsir kitaplarında, gerek Kur'an kıssalarıyla ilgili geçmiş dönemlerde yapılan çalışmalarda israiliyat önemli bir yer tutmaktadır. İslam kültürünün safiyetini yitirmesinde israiliyat önemli bir etkendir. Geçmişte bazı alimlerimiz israiliyat konusunda hassas davranmış ve önemli eleştirilerde bulunmuşlarsa da İsrailiyatın önüne geçemedikleri bir vakıadır. İsrailiyatın münbit zeminlerinden biri cami ve tekkelerde yapılan vaazlardır. halkın dikkatini çekmek için vaizler, genellikle israiliyata baş vurmuşlardır. İsrailiyat, günümüzde çerçevesini daha da genişletmiş; günümüz islam toplumlarına damgasını vurmuştur.Geçmişte İslam kültürüne karışmış israiliyatı temizlemek belki o kadar zor bir iş değildir, ama günümüz israiliyatını toplumdan söküp atmak o kadar kolay değildir. Daha ciddi ve samimi çabalara ihtiyaç vardır.

ATALAR DİNİ

Geleneksel din tasavvuru, atalar dini anlayışındaki kör taklitçilik ve mesnedsiz tutumlar nedeni ile cahil bir toplum üretilmesinde önemli etken olmuştur. Cahil insan bilmediğinden korkma duygusunu yaşamıştır. Bir taraftan Kuran’ı kutsal metin kabul edecek. Öte yandan O’nun yerine atalarını nasıl bulmus ise o tarz bir yaşamı önceleyecek ve bu hayat anlayisi ile kendisini sorumluluktan kurtarıp vicdanıni rahatlatma psikolojisi icinde mutmain olmuş zannını tasiyacaktir. Kitaba uymayanların işi kitabına uydurdukları her dönemde ve yaşamda Kuran, sorununu çözen ya da yaşamına şekil veren bir kitap değil, kişisel beklentilerine menfaati gereği çözüm üretildikçe onun için anlam bulan bir kitap algısı olmuştur. Kanaat önderlerini, şeyhlerini, ağabeylerini Kuran’ın önüne geçirenlerin her dönemde mevcut olduğu bir gerçektir. Sevilen sayılan insanlar veya kurumlar bazen öyle bir noktaya getiriliyor ki, bu sevgi türü haddi aşmaya sebebiyet veriyor.Liderlerinin düşünceleri, kitapları, risaleleri, dergileri, yorumları Kuran’ın ötesine geçirilebiliyor. Bu, genelde Kuran’ı daha iyi anlama gayretinden oluşan iyi niyetli düşünceler gibi algılansa da, Kuran’ın sorunlara çözüm bulan bir kitap değil, birilerinin düşüncelerini onaylatan algı haline dönüşmesini doguruyor ve maalesef her çağda ve zeminde insanların önüne, Kuran’ın anlaşılmasında bir engel olarak cikiyor. Kuran’ a şifre, sır, gizemli efsunlu bir kitap gibi bakmak anlayışı da Kuran’a yaklaşımda ve anlamada hastalıklı bir durumdur. Kaptan Custo’yu Müslüman yapmak için birilerinin atmadığı takla kalmadı. Dikkat edelim, Müslüman olan şeref bulur izzet kazanır, bireyler İslam’a şeref ve izzet katamaz. Minnet altına girecek olan Müslüman olma şerefine erendir. Bu tür durumlar Müslüman toplumların eziklik buhranına girmesinden kaynaklanmaktadır. Tarihe ve topluma mal olmuş bir çok sahsın kendi elleri ile yazdıkları kitapların kendilerine Allah tarafından yazdırıldığı anlayışı, masum ilan edilmesi, Kuran'a eş değer bir kitapmış gibi algı oluşmasına sebep olmuştur ki, kabul edilecek bir durum değildir. Kuran haricinde hiçbir kitap masum değildir. Hiç bir eser Kuran’la mukayese dahi edilemez. Aşırı sevgi ve bozuk bir algi ile Kuran’ı anlaşılmaz ve ulaşılamaz bir kitap konumuna düşürmek kimsenin haddi olamaz. Geçmişten günümüze Kuran’ın anlaşılmasında insanların önüne çıkartılan engellerden bir diğeri de, ölüler için Kuran okuma anlayışıdır. İlginç olan ölülerin arkasından özellikle Yasin Suresi okunması kabul görmüs tavsiye edilmistir, ve bu kendi icinde celiskili, sorunlu bir durumdur. Rabbimiz Yasin Suresi 70’de Kuran’ın diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azap sözünün hak olması için indirildigini bildiriyor, insanların coğunluğu ise Rabbimizin buyurdugunun tam tersi bir eylemi gerçekleştiriyor.

MUHARREF GELENEĞİN TARİHİ SEYRİ

“Bu anlamda muharref gelenekçi yaklaşımlar ilk önce İslam’ın ilk yüzyılının ardından ortaya çıkan ve en büyük etkisini asıl kaynaktan kopmaya bağlanabilecek eski Yunan ve Hint felsefesinden etkilenerek dine sokulan kelami yaklaşımların zamanla kendince bir yapıyı dönüşmesi ve çok geniş anlamıyla “tasavvufi eğilimler” olarak özetleyebileceğimiz eğilimlerdir.Müslümanların temel kaynaktan kopuşları bir anlamda belli bir noktadan farklı bir noktaya kayış şeklinde anlaşılabileceği gibi hızla ve zamansız bir büyüme gerçekleştiren İslami idarelerin ve bu idarelere bağlı geniş halk kesimlerinin İslam’a girerken daha önceden sahip oldukları kültür ve inanç etkilerini de İslam’a sokmalarıdır. Buna örnek olarak çok trajik bir şekilde İran fethini verebiliriz. İran fethinde Sasanileri kovalayan Müslümanlar onlar geri kaçtıkça kovalamışlar ve bütün bir İran’ı çok kısa bir sürede fethetmişlerdir. Müminlerin Emiri Ömer’in bunu duyunca verdiği tepki de manidardır. Zira Ömer biliyordu ki toprağı fethetmek kalpleri fethedecek önlemleri almak değildir ve ileride bu ciddi sıkıntılara yol açabilir. Öyle de oldu. Bir gün önce birçok farklı ilahlara tapan kafasına göre yaşayan bir halk bir gün sonra “Müslüman” olmuştur. Fakat hayatında ne Kur’an vardır ne Rasul vardır ne de herhangi bir bilgi birikimi. Bu fetihler sonrasında geri dönüş itibariyle fethedilen toprakların sahipleri tarafından İslam’a ve Müslümanlara kine ve nefrete dönüşmüştür. Aslolan toprakları fethetmek değil vahyin aydınlatıcı ışığı sayesinde kalpleri fethetmek ve kalıcı şahsiyetli bir öncü toplum yetiştirebilmektir. İçerisinde yaşadığımız toplum ve coğrafyada ise Kuran’ın önündeki engeller denilince ilk akla gelmesi gereken ve Müslüman halkın tüm kanaat önderlerini katleden ve sindiren Kemalist rejimdir desek sanırım abartmış olmayız. Kemalist kadrolar ilerlemeci projeleri ile din dışı bir sistem kurmayı ve bunu tahkim etmeyi planladılar ve bunu uyguladılar. Binlerce müslümanı darağaçlarında astılar. Resmi olmayan tarihi bilgilere göre “Kurtuluş Savaşı” denen fakat aslında Kuruluş Savaşı diyebileceğimiz 1919-1922 arasında ölen insan sayısı İstiklal Mahkemeleri tarafından asılan insan sayısının ancak yarısı kadar olabilir. Kur’anın önündeki engellerden olarak saydığımız hususlardan birisi de en başta saydığımız gibi “modernist yaklaşımlardır ve bunun alt başlıklarından birisi de hiç şüphesiz Kur’anın kelimelerinin yerleri ile oynayan veya Kur’anı sadece bir mana olarak algılayıp belli bir tarihi kesite hapsetmeye çalışan yaklaşımlardır. Gerçek alim vahiyden anladığını yaşama cehdi içerisinde bir arınma ve ruczdan kopma süreci yaşayan kişidir. İslam’da uzmanlık elbette vardır fakat burada kast ettiğimiz şey Kuran’ı bildikleri halde yaşama cehdi içerisine girmeyip namazsız niyazsız bir dini Neo-Kemalist bir proje olarak tekrardan halka yutturmaya çalışmaktır.”

GELENEKSELLEŞMİŞ DİN ALGISINDA İSRAİLİYAT’IN ETKİSİ

Gelenekselcilik’ Tevrat’ın tahrif edilmesi ile Yahudiler tarafından başlatılan, Allah’ın kitabının esaslarından uzak bir hayat tasavvurunu, inananların din algısını dönüştürmek tahrif etmek için kullanılmış bir yöntem olarak başlamış, Hristiyanların aynı etki altına alınmaları ile devam etmiş ve en sonunda Emevi zorbalığı ile Müslümanlarında din algısına sirayet etmiş bir olgudur. Dinin esasları üzerinden devşirilmiş, ilkesiz-leştirme ve işlevsiz-leştirme hareketinin bir sonucu olarak, geleneksel İslam cenahında Müslümanlar, inandıkları dinin nüsüklerini kendilerine şiar edinmişlerse de, Rububiyet ve Uluhuyetten bilinç ve eylemce uzak tutulmuşlardır. Şişirilmiş ibadet algısı, kolay kazanılabilen cennet, sahte affediciler, şefaatçiler, kalb temizliğinin yeterliliği ve imanın esası haline getirilmesi derken, Ulûhiyet ve Rububiyet gibi iman ilkelerinin perdelenerek, insanların din algısına vahiy tasavvuruna etki etmiştir. Bundan elde edilecek edinim; taht-ı muhafaza/kudreti ve gücü elde tutma, insanları sömürerek küçük dünyaların da büyük cennetler kurma hayallerinin gerçekleşmesi olacaktı. Ve insanlık hakikatten uzak uyutuldu, uyuşturuldu.

Gelenekselcilikte benzeşmeler:

Hristiyanlıktaki günah çıkarma (Sahte affediciler);Hristiyanlara uygulanmış, İncili tahrif ile başlayan ve ruhbanlığın öncelenmesi gibi taktiksel kazanımlarla sahte affediciler, günah çıkarıcılar türetilerek Hristiyan âlemi bir kaosa sürüklenmiş ve günah işlemekten imtina etmez bir hale getirilmişlerdir.Aynı yöntem Müslümanların üzerinde de denenmiş ve başarılı olmuş bir yöntemdir. Sahte affediciler türemiş türetilmiş ve Allah’ın ipi yerine şeyhlerinin ipine sarılarak tövbe alan insanlar gayet masumca ve zavallıca bu handikabın içine düşmüşler, düşürülmüşlerdir. Dinde olmayan bir algıyı dine sokma (İbadet algısı benzeşmesi; Haftada bir kilise ayini ile haftada bir Müslümanlığını hatırlayıp Cuma namazı kılmayı kendisine düstur edinen Müslümanların yaptıkları ayinsel ibadetin birbirinden şeklen bir farkının olmadığını söylemek çokta acımasızca bir söylem olmadığı kanaatimdeyim. Rabbin hayata müdahil olmadığı bir yaşamda Cuma ibadetinin ruhi bir tatminin ayine dönüştürülmüş hali olduğu bir somut delilidir. Bu durum Hristiyanlıkta da tamda böyle değil midir? Bu ayinsel tutumlara bir yılını günahlarla geçirmiş ama kandil günlerinde camilere akın etmiş insanların yaptıkları da pekâlâ eklenebilir.

Allah’ın Kitabının anlaşılmazlığı konusunda benzeşme; 

Hristiyanlıkta kitabı mukaddesin yerine rahiplerin yazıp çizdikleri Matta, Markos, Luka ve Yuhanna gibi adamların kitaplarını kitabı mukaddes kabul edip ve hatta onlarında din adamları dışında anlaşılamaz olduğunu kabul etme durumu varken benzer durum ‘geleneksel İslam’da da’ göze çarpmaktadır.Kur'an'ın normal insanlar tarafından anlaşılamaz olduğu iddiası yine Kur'an'ın ayetleriyle delillendirilerek çürütülmüş olsa bile, bu iddiayı sürdüren bir gelenekselcilikle karşı karşıya olduğumuz gerçeği malumdur ve diğer taraftan hadis külliyatları dinin rükunlarını hatta dinin akaidini oluşturmuş durumdadır ki, bu Hristiyanların tutumuyla aynı tutumdur.

Peygamber algısı benzeşmesi;

Allah’ın elçileri beşer özelliklerinden tamamen çıkarılmışlar, Hz İsa haşa Allah’ın oğlu gibi kabul edilirken Muhammed a.s âlemlerin yaratılmasına sebep olan, âlemler yokken de var olan, dolayısıyla Allah’ın varlığından sonraki ilk varlık olarak görülmüş ve iki peygamberde olağan üstü bir pozisyona sokulmuşlardır. Bu insanlığın belki de en büyük hezeyanı olmuştur. Diğer yandan Hristiyanlar Hz İsa’nın sözlerini Allah’ın sözleri olarak kabul ederlerken, ‘geleneksel İslam’da’ peygamberin hadisleri Kur'an'ın ayetlerinin neredeyse önüne geçirilmiştir. Tevhid akidesi Hristiyanlıkta teslisle, geleneksel İslam algısında da Allah’ın habibi, sevgilisi ve her şeyi onun için yaratmış olması inancıyla yok edilmiş ve insanları inançlarının içinde boğarak şirke sürüklenmeleri sağlamıştır.

Ahiret algısı benzeşmesi;

Hristiyanlıkta ve Yahudilikte görülen cehennemde ateşin yalnızca bir süreliğine dokunacağı ve sonrasında cennetin her Hristiyan ve Yahudi için muhakkak ikram edileceği inancı, aynı zamanda İslami bir inançmış gibi Müslümanlarında algılarına bir şekilde yerleştirilmiştir. Yine Allah’ın kitabında bu iddianın kesinlikle geçersiz bir iddia olduğu delillendirilmişken insanlar buna inanmaya ne yazık ki devam etmekteler.

İman algısı benzeşmesi;

İman kavramı kavramsal olarak içinde inanmayı da kapsamış olsa da, iman kavramını ‘inanmak’ kelimesi açıklamaya asla yeterli olmağı bilenler tarafından malumdur. Ancak iki geleneksel algıda da iman yalnızca inanmak gibi kabul görmüş ve maalesef inanan herkes neredeyse mümin sayılmışlardır. Oysa iman kavramı yeteri kadar anlaşıldığında itaati, saygıyı, sadakati, güveni, teslim olmayı ve karşısında secde edecek kadar acziyet bilinci taşımayı ve en önemlisi de Allah’ı Rabliğin de ve İlahlığınıda birlemeyi içine alan söylemsel ve eylemsel bir kavramdır. Bu yanlış algı insanların iman kavramının içine aldığı diğer yaptırımları yok saymalarına ve yalnızca inanmakla iman etmiş mümin oldukları inancına sebep olmuş dolayısıyla da koca bir boşluğun içine düşürülmüşlerdir. Oysa geleneksel İslam algısı içinde olanlara sorulsa birçoğu namaz kılmadıkları, itaat etmedikleri, Tevhid akidesi içinde bulunmadıkları halde kendilerini mümin olarak tanımlayacaklar. Bu insanlar işledikleri büyük günahlardan bile rahatsız olmaksızın sadece inanmış olmayı yeterli sayıp hayatlarını gayet rahat ve fütursuzca yaşamaya devam edeceklerdir. Eğer inanmakla mümin oluna bilinseydi bugün Budistler, Hindular, Hristiyanlar ve Yahudiler de mümin olarak kabul edilmeleri gerekirdi.

Mezhepçilik benzeşmesi;

Allah’ın açıkça ve anlaşılır bir biçimde, net ve sarih bir dil ve elçileri aracılığıyla insanlığa rehber olarak gönderdiği kitaplarını bir kenara itip, başkalarının düşünce ve yorumlarına bağlanmayı, insanlık mezhepçilik yoluyla kabul etmiştir. Hak bildiği mezheplerin kim ya da kimler tarafından hak ilan edildiğini bile araştırma, sorgulama gayreti içine girmemişlerdir. Mezhep âlimleri kendi yaşadıkları dönemlerde içtihat yapmışlar ve çağın sorunlarıyla ilgili çözümleri Kitaptan ve sünnetten aramış ve ilan etmiş, takdire şayan, cefakâr ve fedakâr insanlardır. Rabbim onlardan razı olsun. Ancak, bir görüşe uymak başka bir şeyken, bir görüşe körü körüne ve hiç sorgulamadan bağlanmak ve bu görüşün mutlak doğruluğunu düşünerek teslimiyet içinde olmak ‘mezhepçilik’ olacaktır. Hatta bu teslimiyet ne yazık ki diğerlerini ötekileştirme, mürtet kabul etme, tekfir ve tehcir etme eylemlerine sebep olduğu gibi, defalarca kere de mezhep savaşlarını çıkarmaya yetecek kadar bir şuursuzluğu doğurmuştur. Bu benzeşme benzeşmeden öte, Hristiyanlıkta olduğu gibi ‘geleneksel İslam’ algısında da birbirinin neredeyse aynısıdır.Daha birçok madde sıralana bileceği mümkündür ve fakat insanoğlu maalesef kendisini bir fırka mensubu görme alışkanlığından vazgeçmedikçe bu maddeler tarihin tozlu sayfalarında olduğu gibi gelecekte de çoğalmaya devam edecektir. Artık insanlık İlahi kudret, rahmet ve merhametle bize inzal olan kitaba sımsıkı sarılmalı, yolunu bulmalı ve aydınlığı ancak Rabbin gösterdiği hudutlar içinde aramalıdır. Çoğu zaman sorgulama ve araştırmadan yoksunluk, çoğu zaman etki altında kalma, çoğu zaman cehalet ve delalet, insanları bir hüsrana sürüklemekte ve kaybetmeye mahkûm etmektedir. İnsanoğlu bilmelidir ki her dönemde firavunlar karunlar yerlerini alacaklar ve Allah’ın dinine savaş açmaktan imtina etmeyeceklerdir. O halde Allah’a teslim olma iddiasında bulunanlar teslimiyetin gereğini, olması gerektiği gibi yerine getirmeli ve Allah’ın dininin mensubu oldukları kadar yardımcıları da olmalıdırlar. Çağdaş, itikadi, siyasal ve sosyal İsrailiyat İsrailiyatın olumsuzluğundan bahsederken mak-sat, İslami eserlerde yer almış olması değil, müslümanın hayatına yansımasıdır. Bu nedenle müslümanların hayatına yansıyan ve İslam'la bağdaşmayan itikadi, siyasi ve sosyal düşüncelerin tamamı İsrailiyat kapsa-mına girer. Bu tür düşüncelerin din adına girmiş olması veya başka bir adla girmiş olması da Önemli değildir. Önemli olan, müslümanım diyen fert veya toplumların hayatlarına yansımış olmasıdır.çünkü din algısı bozuk olanın siyasal ve sosyal aldısıda bozuk olur. Buna göre müslümanlar, çağımızda olduğu kadar tarihin hiç bir döneminde bu denli İsrailiyatla karşılaş-mış değiller, İslam kültürüne giren ve İslam'la bağdaşmayan kültürlerin 'İsrailiyat' diye isimlendirilmesinin sebebi; bu tür kültürün büyük çoğunluğunun İsrailoğullarından gelmiş olmasıdır, demiştik. Çağdaş İsrailiyat için de aynı durum söz konusudur. Çağımızda da bu tür kültürün temelinde büyük oranda yahudi mantığı yatmaktadır. Günümüzün ka'bul Ahbarları, Vehb bin Münebbihleri olan, "aydın" ve yazarlar" buna örnektir. Bu "zihniyet" ve mantık Ellerine imkan geçtiğinde yeryüzünde fesat çıkarmak yalan propaganda/yayınlar yaparak, doğru yoldan alıkoyma veya zihinleri bulanıklaştırma özeliğine sahiptir. Yüce Allah, onlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Kitapta İsrailoğullarına şu hükmü verdik: Siz o ülkede iki kere fesat çıkaracaksınız ve büyük bir yükselişle yükseleceksi-niz. Birincisinin zamanı gelince üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik, evlerin aralarına girip (sizi) araştırdılar. Bu, yapılması gereken bir va'd idi.”[47]

Tefsirlere geçen İsrailiyat, gayb tasavvurunu yozlaştırma amaçlı, ahiret/cennet/cehennem/cin vb. kavramlarla itikadı tahrif ediyor. çağdaş israiliyat ise İslam ümmetinin yeryüzündeki varlığını tarihsel bir yenilmişlik algısıyla, Vahyin hayata müdahil olamayacağı tasavvurunu inşa etmeye çalışarak ümmetin siyasal ve sosyal varlığına engel olmaya çalışmaktadır.

Çağımız İsrailiyatnın belirgin vasıflarını şöyle sıra-layabiliriz:

a. Yalan ve iftiralara dayalı yayın ve iddialar. Komplo teorileri, toplum mühendislikleri ile algı oluşturmak

b. İslam'a ve İslam'ın getirdiği gerçeklere karşı savaş ve bu savaşta şiddet, zulüm, yok etme gibi her vasıtaya baş vurmak. zaman zaman bunu mızrakların ucuna Kur'an yaprakları takarak derin acılar ve katliamlar yapıyorlar.

c. Müslümanları İslam'dan, islamı hayata müdahaleden toplumsal hayattan uzaklaştırmak.

d. Tefsirlerdeki israiliyat, kıssalardaki ayrıntılara dalarak, dini tahrif etmeye çalışırken,cçağdaş israiliyat mezhep ve ulusçuluk taasubuyla mufassallaşarak ve dost görünümüyle anlam dünyamızı çarpıtmaya altüst etmeye çalışır.

e. Çağımızdaki İsrailiyat bazen din adına yapılan pro-pagandalarla bazen de açıktan dine karşı gelerek , liberal ve insancıl bir dil kullanarak, "bebek yüzlü zalim " lere hoşgörülü davranıp mazlumların akan kanını görmezlikten gelerek yayılmaktadır.

f. Çağımızdaki İsrailiyat, ya mevcut ideolojilerin baskısıyla veya maddi çıkar uğruna Ulusçuluk gibi, Nebevi sünnetin ayaklar altına aldığı bir kavramı, inanç ve şahsiyeti zayıf din alimlerininde aracılığıyla müslümanlar arasına yaymaya çalışmaktadır.

g. Zayıf şahsiyetli bu din alimleri bu tür tahrifatı/İsrailiyatı yayarken Kur'an'ın kimi ayetlerini tek taraflı anlatır ve anlattıklarını sınırlayan ya da vardıkları sonuçlara ters düşen ayetleri görmezlikten gelirler. Kur'an'ı bir bütün olarak almazlar. Onları dinleyen fakat dini hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmayan halk, onların bu anlattıklarına aldanır, dinlerinin böyle olduğunu sanırlar.

h. Çağımızda din adına yayılan İsrailiyatın sızdığı alanlardan biri de tasavvuftur. Hümanist düşüncelerle dinler arasında ayırım yapmama gibi fikirler tasavvuf yoluyla sızma imkanı bulmuştur.Tasavvufun doğuşundan günümüze kadar tasav-vufa meyledenler, genelde yeterli dini bilgiye sahip olmayan ve din adına aldatılmaya müsait bir yapıya sahip bulunanlardır. İslam'la bağdaşmayan bir çok görüşün tasavvuf adıyla İslam kültürüne rahatlıkla girme imkanı bulmasının nedeni de budur.

ı. Günümüzde, tarikatından olmayanı samimi bir mümin bile olsa yabancı sayma gibi, diğer dinlere men-sup olanları hatta dinsizleri hoşgöürü adına samimi kardeş görme gibi birbiriyle taban tabana zıt düşüncelerin tasavvuf ve tarikat adına toplumda yayılma imkanı bulmasına sebep almaktadır.

Veysi Selimoğlu’nun sunumu, katılımcıların soru ve katkıları ile son buldu...

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Gazze nöbeti devam ediyor
Çocuklar "Hayat Namazla Güzeldir" sloganlarıyla yürüdü
Aksa Tufanı ve kazanımları
Özgür-Der Üniversite Gençliği programlarına başladı!
Diyarbakır Özgür-Der Gençlik Çalışmaları başladı