Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla...
Yüce Allah’a hamd, resulüne salat ve selam olsun.
Kur’an-ı Kerim, yüce rabbimizin dünya ve ahiret mutluluğumuzu sağlamak üzere biz insanlara gönderdiği bir rehber. Bu rehbere tabi olanlar yolunu şaşırmaz, sıkıntıya girmez(2/38), hakla batılı karıştırmaz ve sonsuz ilim, kudret, hikmet, rahmet ve kerem sahibi olan yüce Allah’ın, yeryüzündeki iradesinin tecellisi olurlar. Bu nedenle tarih boyunca Müslümanlar, Kur’an’ı anlamayı çokça önemsemiş ve bunun için ciddi gayretler sarf etmişlerdir.
Elbette Kur’an’ı anlama çabasını sürdürmek ve kulların yükselebileceği en üst noktalara çıkmaya çalışmak, bugünkü Müslümanlar olarak bizim de görevimizdir. Zira Kur’an’ı anlamadan, İslam’ı yaşamanın ve canlı Kur’an olmanın mümkün olmadığı açıktır.
Kur’an’ı/vahyi anlama çabasında başarılı olmak için ise, dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Bu hususları maddeler halinde zikrederek biraz açmaya çalışalım:
1-)Kur’an’ı anlama çabasının merkezine, temel kaynak olarak Kur’an-ı Kerimi etkin bir şekilde koymak…
Ümmettin en büyük sorunu, istisnasız tüm meselelerin anlaşılmasında Kur’an-ı Kerimi merkeze almama sorunudur. Ümmetimiz emek, kadın, siyaset, anın fıkhı vb. konularda Kur’an-ı Kerimi merkeze almadığından sayısız yanılgılara düşülmektedir. Teorik olarak Kur’an-ı Kerim’in en değerli kaynak olduğu konusunda ümmetin hiçbir ferdi ihtilaf etmez. Ancak pratikte Kur’an’ı nesneleştirecek şekilde, ümmetimizin çoğu, Kur’an’ı/ vahyi belirleyen değil, belirlenen konumuna düşürmektedir. Bu çerçevede Kur’an’ı sübutu kati bir kaynak olmasına karşın, bazılarımız zanni (doğru veya yanlış olma ihtimalini içinde barındıran) hadislerle vahyi belirlenen konumuna düşürmektedir. Yine bazılarımız cerh ve ta’dil süzgecinden geçmeyen bazı meğazi (siyer) rivayetlerini, bazılarımız mezhebini veya üstadını Kur’an’ın önüne geçirebilmektedir. Hatta sözüm ona taklitçilikten şikâyet ederek öze dönme iddiasında bulunan birçok selefi kardeşimiz, zanni rivayetler ve geçmiş âlimlerimizin ürettiklerini Kur’an-ı Kerim’in önüne geçirerek, kitabın anlamına ulaşmanın önünde en büyük engele dönüşebilmektedirler.
Hâlbuki yapılması gereken şey hadislerden, siyer bilgilerinden, geçmiş ve şimdiki âlimlerimizin ürettiklerinden de yararlanarak Kur’an’ı anlamaya çalışmak, ama asla bunları vahyin beyanlarını belirleyecek şekilde öne geçirmemektir. Örneğin kitabı anlama çabamızda, hadisten yararlanmak makul ve olması gereken bir anlama yöntemidir. Ama hadislerin sübutunun zanni, Kur’an’ın sübutunun kat’i olduğunu unutarak, kitaba aykırı düşen hadislere Kur’an’ın anlamını belirleyecek şekilde kendimizi teslim etmek, bizleri büyük yanlışlıklara götürecektir. Tarihteki âlimlerimizden İbni Kuteybe’nin, “hiçbir kimse, bir başkasının yükünü taşımaz” ayetine rağmen, bazı rivayetleri merkeze alarak bu ayete muhalif düşecek iddialarda bulunması; Şiilerin, Kur’an’ın açık beyanlarına rağmen (33/36, 4/59, 8/20) on iki imamın masumiyetlerine inanmaları ve buna inanmayı imanın rükünlerinden saymaları, bu görüşe inanmayanları tekfir etmeleri ve Kur’an-ı Kerim’in açık bir şekilde Resulullah’ın hanımlarını “Peygamber’in ehl-i beyti” diye nitelendirmesine karşın, bazı rivayetleri merkeze alarak hanımlarının ehl-i beyt olmadığını iddia etmeleri; veya İmam Şafii’nin, (Kur’an görevlendirmede tek ölçü olarak ehliyeti alırken) halifelik için Kureyşiliği şart koşması (49/13, 4/48) bu bariz yanlışlıklara dönük bazı örnekler olarak dile getirilebilir. Yanı sıra bugün kıyametin vakti, şefaat, Allah’ın dışında başkasından yardım isteme, kişiyi ahrette kurtaracak imanın mahiyeti, müminin cehenneme girişi, kader vb. sayısız hususlarda üretilen görüşlerden hareketle Kur’an beyanlarına ters düşülebiliyor ve Kur’an belirlenen bir nesne durumuna konulabiliyor.
Hadisler, siyerle ilgili rivayetler, âlimlerimizin dini anlama çabası içinde ürettikleri; tüm bunlar Kur’an-ı Kerim’i anlamamızda bize yardımcı ve yol gösterici olabilir, ama asla kitabın açık beyanının önüne geçme ve kitabın beyanının tersine çevrilmesine neden olamaz. Hz. Aişe annemiz bu nedenden dolayı, ölülere ağlanmasından ötürü kabirdekilere azap edildiğine dair rivayeti, uğursuzluğun üç şeyde olduğuna dair rivayeti; Hz. Ömer, Fatima Binti Kays’ın boşanan hanımların evlerinden çıkabileceğine dönük rivayet ve anlayışları reddediyordu. Aynı şekilde Kur’an’ın mihir beyanına aykırı düştüğü için halife Hz. Ömer’in mihrin sınırlandırılmasına dönük emrine, bayan sahabe aynı gerekçe ile (Kur’an ile çatıştığı için) itiraz ediyor ve bunun akabinde Hz. Ömer bu emrinden vazgeçiyordu.
Burada şu da unutulmamalıdır: Hadisleri, rivayetleri, mezhepleri veya âlimleri Kur’an’ı nesneleştirecek şekilde öne çıkaranların sorunu, samimiyetsizlik değil, yanlış usul sorunudur. Zira bu kardeşlerimiz, dini anlamaya çalışırken, hadislere, siyer ile ilgili rivayetlere, mezhep âlimlerinin görüşlerine katılmamayı, bu değerlerin reddi olarak algılamaktadırlar. Hatta daha da ileri giderek; yanlış düşüncelerine karşı çıkanları, sanki bu değerlere karşı çıkıyorlarmış gibi aforoz etmeye yeltenmektedirler. Hâlbuki hadis ve rivayetler, Kur’an’ın açık bir şekilde beyan etmediği bir konuyu açabilir (namazların vakti ve rekâtlarının sayısı gibi), Kur’an ilkelerine uygun olmak koşuluyla, Kur’an’da olmayan bir hükmü de ifade edebilir (bir kişinin teyzesiyle beraber aynı anda nikah altına alınamayacağına dair hüküm gibi), Kur’an’ın bir ayetini tefsir de edebilir (siyah iplik, beyaz iplik ifadesinin, ufuktaki aydınlık ve karanlığı ifade ettiğine dair rivayet gibi). Ama hiçbir hadis ve siyer rivayeti, Kur’an’ın herhangi bir emrine ters düşemez, Kur’an’ın açık beyanını iptal edemez veya Kur’an’ın beyan ettiği görüşe hâkim olup, onu belirleyemez. Bu nedenle, bir hadis değil, bin hadis de olsa bir kimsenin diğerinin suçunun cezasını çekeceğine dair bir görüş kabul edilemez. Aynı şekilde bir değil, (sözüm ona) bin âlim de, Allah’ın dışında, bir başkasından yardım istenilebileceğine cevaz verse, bu görüş asla kabul edilemez. Yine bir kişi değil, halkın tümü Allah’ın hükmüne karşın bir topluluğun, meclisin veya şahsın, hüküm hakkının olduğunu söylese bu görüşün beş kuruşluk bir değeri bile olamaz. Yanı sıra bütün Şiiler değil, bütün insanlar Allah ve Resul’ünün dışında başka bazı şahısların/imamların görüş ve pratiklerinin (tıpkı peygamberler gibi) bağlayıcı olduğunu söyleseler bunun zerre kadar bir değeri olamaz. Zira bütün bunlar bizzat bu dinin kaynağını oluşturan, Peygamber’i bile baştan sona terbiye eden ve Peygamber’in de kendisinden hesaba çekileceği Kur’an-ı Kerim’in açık buyruklarına ters düşmektedirler.
Bu nedenle Kur’an’ı anlama çabasında hadislerden, siyerden, nüzul sebeplerine dönük rivayetlerden, Arap dillinin imkânlarından ve âlimlerin anlama çabası sırasında ürettikleri fikirlerden elbette yararlanılmalıdır. Hatta kendilerini bundan mahrum edenler, ancak kendilerine zarar verecekler ve dar dünyalarında boğulup, sınırlı akıllarıyla baş başa kalarak birçok yanlışa düşeceklerdir. Ancak diğer yandan, kitabın anlaşılmasında yardımcı pozisyonda görülmesi gereken bu araçları, kitap üstünde belirleyici ve kitabın beyanını geçersiz kılıcı bir konuma yükseltilmesine de de asla ve asla izin verilmemelidir.
İnşallah Kur’an’ı anlama çabamızda dikkat etmemiz gereken diğer hususlara gelecek yazımızda değinmeye devam edeceğiz.
Rabbimiz; hak üzere ayaklarımızı sabit kıl. Kitabını anlamayı ve canlı bir Kur’an olmayı bizlere nasip eyle. Sen lütuf ve ikramda bulunanların en hayırlısısın! Bize Vahhab isminle muamele eyle…