Vahy ve Nedensellik (Esbab-ı Nüzul)
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Kur’an’ın vahyedilişinin 23 yıl gibi uzun bir süre içinde gerçekleşmiş olduğu malum. Bu 23 yıllık süre bir peygamberin inanç mücadelesi verdiği dolu dolu bir bir hayat.
İlk etapta kula kulluk karanlığında, yaratılış amacından uzaklaşarak yoğun bir cahiliye içinde yaşamakta olan, ataları da uyarılmamış bir topluluğu karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere verilen, sıkıntılarla dolu bir mücadele.
Yalanlama, aşağılama, inat ve inkarla karşı karşıya kalan küçük bir inananlar topluluğunun yaşadığı sıkıntılar, işkenceler ve bu yaşanılanlarla önceki nesiller, peygamberlerin yaşadıkları arasında kurulan bağlar ve süreklilikler.
Böylece Mekke’de sonradan da Medine’de yaşanılanlarla o zamana kadarki insanlık tarihi arasında kurulan özdeşlikler. Kendi zamanına, gücüne, aklına, sanatına çokça güvenen, bununla böbürlenen bir topluluğa da tarih içindeki nice toplulukla benzerliği hatırlatılarak sıradanlığının gösterilmesi.
Kur’an’ın Müminlere de inanmayanlara da tarihsel bir süreklilik hissi vermek üzere anlattığı geçmiş peygamberlerin veya insanların kıssalarını Mekkeli müşriklerin kayda değmez, bizimle alakası olmayan “geçmişlerin masalları” (esatiru’l-evvelin) diye nitelemeleri altı çizilmesi gereken önemli bir tepki. O müşriklerin tapındıkları, birer kült haline getirdikleri ve Kabe’de de timsallerini dikmiş oldukları kendi geçmiş kahramanlarını da Kur’an kendilerine bile bir yararı veya zararları dokunmayan kendi isimlendirmelerinden ibaret boş putlar olarak tavsif etmişti.
Geçmişte neyin önemsenip neyin önemsenmeyeceğine ve tarih kılınacağına dair tercihin kuralını ifade eden tipik bir bakış açısıdır bu. Bugün için de, Batı dünyasının Batılı olmayanların tarihini önemsiz sayması, batılı olmayan halkları “tarihsiz insanlar” diye nitelemesinin ardındaki ideolojik saik hakkında son derece aydınlatıcı bir bakış açısı.
23 yılın içinde yaşanılan olaylarla bir diyalog içinde inen Kur’an ayetleri tam da, bu yüzden ciddi bir esbab-ı nüzul ilminin de konusu olmuştur. Esbab-ı nüzul yani ayetlerin inişine sebep olan Peygamber’in veya etrafındakilerin yaşadıkları.
Malum, tefsir ilminin önemli bir alanı esbab-ı nüzulle ilgilidir. Bazı ayetlerin iniş hikayelerinin bilinmesi ayetlerin tamamının böyle bir iniş sebebi olduğuna dair genel bir kabul oluşturmuştur.
Kur’an’a tarihselci yaklaşımın iddialarını en çok besleyen alan da bu kabul ve esbab-u nüzul rivayetleri olmuştur. Bu iniş sebepleri hikayeleri üzerinden Kur’an kelamının gökten nazil olduğu kadar yerden de yükselen bir vahiy olduğu bile söylenmiştir. Allah’ın vahyi ile insanların yaşadıkları arasında bir diyalog hatta diyalektik resmi çiziliyor bu durumdan.
Ancak esbab-ı nüzul ilmiyle ilgili bir sorun, bütün ayetlerin iniş sebebinin bilinmiyor olmasıdır Ayetlerin iniş tarihi ve zamanı bilinse bile bu ayetlerin inişine sebep olan olayların hepsi bilinmez. Hatta aslında çok az ayetin iniş hikayesi bir “esbab” ilişkisi kurulabilecek kadar biliniyor. Elimizdeki kitap Allah’ın gerçekten de belli bir dönemde yaşamış insanların kendi başlarına veya peygamber ve inananlarıyla yaşadıkları üzerine 23 yıl içinde söylediklerini ve hükmettiklerini içeriyor.
Aslında vahyin inişiyle ilgili esbabın etkili olduğunu düşünmek İmam Gazzali’nin itiraz ederek işaret ettiği nedensellik kuralına müracaat etmeyi de gerektiriyor. Allah’ın vahyini indirmesi için bir sebebe bağlı olduğunu düşünmek gerekmiyor bu düşünceye göre. Hatta vahyin inişi için bir sebebe bağlı olduğunu düşünmek ciddi bir sorun oluşturuyor ki, bir çok müfessir bu itirazı dillendirmiştir.
Allah’ın bu kitabı veya ayetlerini 23 yıl içinde indirmeye karar vermesi insanların insanlık sınırları içinde daha iyi anlamalarını temin etmek üzere bir ilahi lütuf, ancak sebepleri de sonuçlarını da yaratan, önceyi de sonrayı da bilen ve hükmeden Allah’ın kendi vahyini indirmek için bile bir sebebe bağlı olduğunu düşünmek bu düşünceye göre Allah’ı tanımamak anlamına geliyor.
Elbette vahyin iniş bağlamını, ortamını bilmenin ayrı bir değeri ve anlamı vardır. O olaylar ve bağlam iyi anlaşıldığında vahyin konuştuğu dil de daha iyi anlaşılmış olur, böylece kastına da daha fazla yaklaşılmış olur. Vahy hakkında her türlü tarihi, semantik, linguistik bilginin mutlaka bir faydası vardır. Sorun vahy ile onun nazil olduğu ortam arasında nedensel bir ilişki kurmakta ve bu ilişkide vahyin bir sebebe tabi olduğunu düşünmekte. Böyle olunca, haşa Allah’ın herhangi bir insanın herhangi bir sorusuna göre olumsal olarak, yani o soru (sebep) olmasa olmayacak şekilde, bir tepki vermiş olduğu varsayılmış olur. Bu durumda başka olaylar yaşanmış olsa, elimizdeki Kur’an metni de bambaşka bir içeriğe sahip olurdu, dolayısıyla bu Kitab’ın bu şekilde olması rastgeledir demekten farksızdır.
Bu arada, bir çok ayet veya surenin hiçbir sebep görünmeksizin, tek taraflı ilahi bir kararla indirilmiş olduğuna dair rivayet ve işaretlerin de çok fazla olduğunu kaydetmek gerekiyor. Yani vahy her zaman bir olay üzerine, bir soruya veya olaya cevap olarak inmemiştir, bilakis çoğu kez durduk yerde ilahi takdir ile indirilmiştir. Bir sebep görüntüsü veren olayları ise vahyin kendisiyle bir bütün olarak düşünmek gibi bir inanç yolu vardır ve inanan için bu yol çok daha sağlam ve sağlıklı bir yoldur.
Neticede vahyin cevap verdiği olaylarla bir bütün olarak bugün, niçin indiğine bakma ihtiyacı hissedilmeksizin, bize söyleyeceğini en canlı ve en etkili bir biçimde söylemeye devam ediyor.