Arapça’da salahın zıddı olan fesat bozgunculuk demektir. Kur’ân’ın ikisi Araf ve biri de Bakara Sûresi’nde olmak üzere üç âyetinde “Yeryüzünde fesat çıkarmayın (لَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِۙ)!” ifadesi yer almaktadır. Bu yazıda o âyetleri nüzûl sırasına göre ele alacağız.
Bir toplumu ıslâh etmek ve ondaki fesadı gidermek kadar, ıslâh sonrası iyi hâli korumak, geliştirmek ve onun devamı için duâ etmek de önemlidir: “Islâh edilmesinden sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın! Allah’a korkarak ve (rahmetini) umarak duâ edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.” (Araf, 7: 56). Fesadı engellemiş bir toplum kurup, onu bozmaya çalışanlara karşı mücadele etmek, müminlerin görevlerindendir. İyi olmak kadar iyiliği yaygınlaştırmak da ihmal edilmemelidir. Bu noktada nihai belirleyici olan Allah’ın desteği, sürekli talep edilmelidir. O, iyiliği yaygınlaştıranları korur, gözetir ve kullarına karşı pek merhametlidir. Bu âyetin çağrışımlarından birisi de istenen şeylerin Allah’tan istenmesi gerektiğidir. İnsanlar, Allah’tan başka kimsenin gücünün yetmeyeceği durumlarda, O’na değil de onun kullarına ya da putlara yönelerek onlardan yardım talep ederlerse bu da bir fesat olur. Çünkü isteyen de âcizdir, kendisinden istenen de.
Medyen toplumu Şuayb Peygamber tarafından fesat çıkarmama uyarısına muhatap olmuştur: “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü, tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin. Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın! Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (Araf, 7: 85). Fesat çıkarmama uyarısı Hz. Şuayb’ın onların iyiliğini istediğini göstermektedir. Âyetteki “kardeşleri” ifadesi de bu iyi niyeti ima etmektedir. Hz. Şuayb’ın “inananlar iseniz” ifadesinden kavminin kendilerini Müslüman olarak tanımladıkları düşünülebilir. Bu durumda onun toplumunun, şirk ve ekonomik adaletsizlik şeklinde tezahür eden fesat içerikli işlerine rağmen hala kendilerini doğru yolda sandıkları söylenebilir.
Münafıklar ilkesiz insanlardır. Çıkarlarını düşünürler. İkiyüzlülüklerinin kendilerine sağladığı geçici günün kârı, onlara bu geçici dünyada ebediyet hissi verir ve onları aldatır. Neden oldukları ifsadı engellemek isteyenlerin uyarılarına karşı, bozguncu niyetlerini gizlemek için de bir imaj çalışması yürütürler: “Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın!’ denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.” (Bakara, 2: 11). Kötü kimseler bile kendilerini iyi olarak tanıtmayı tercih ederler. Bu âyette de görüldüğü gibi toplumda şerrin yayılmasını hedefleyen münafıklar, yaptıklarını olumlu yönde bir reform gibi tanıtmaktadırlar. Hâlbuki “Kalbim temiz, niyetim iyi!” diyen kimselerin gerçekte öyle olup olmadıklarını belirlemek, onların pratiklerini dikkate almakla mümkündür. Çünkü kimin kalbinin temiz olduğu, kesin olarak ahirette ortaya çıkacaktır. Müslüman olmadıkları hâlde kendilerini Müslüman olarak tanımlayan kimseler, hukuken Müslüman kabul edilmelerinden yararlanarak kâfirlerin hoşuna gidecek fesat içerikli eylemlere girişirler. Hâlbuki yaptıkları gaybı bilen Allah tarafından kayda geçirilmekte ve Müslümanlar da güçleri yettiği oranda onlara karşı tedbirlerini almaktadır. Müslümanların yumuşak başlı olmaları onların uysal koyunlar oldukları anlamına gelmez!
Sonuç olarak diyebiliriz ki Müslümanlar yeryüzünde fesat girişimleri olduğunda köşelerine çekilip ibadet ederek doğru bir teslimiyet göstermiş olamazlar. Onlar hem iyi olmak hem de fesadı ortadan kaldırmak zorundadırlar. Onların ahireti ve cennet nimetlerini hatırlayarak, mallarıyla ve canlarıyla fedakârlık göstermeleri ve vurdumduymaz bir tavır içine girmemeleri gerekir: “İçlerinden bir topluluk, ‘Allah'ın helak edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme artık ne diye öğüt veriyorsunuz?’ dedi. Dediler ki: Rabbimize mazeret (beyan edebilmek) için, bir de belki korunurlar diye (öğüt veriyoruz).” (Araf, 7: 164). Yukarıdaki üç ayette de birincil muhataplardan “fesat çıkarmamaları” istenen yer, bulundukları ülkelerdir. Fesadı önlemeye çalışan Müslümanların, imkân bulurlarsa bu çabalarını dünya ölçeğine taşımaları bir sorumluluktur.