Kur’an’da Oruç

MURAT KAYACAN

Kur’an’da oruç tutmayı ifade etmek için kullanılan savm ve sıyam kelimelerinin bir iş yapmaksızın durma, kişinin yemek yememesi (Cevherî, 1987, V: 1970), yatıp uzanmak, kendisine yasaklanan yeme-içme türü şeylerden geri durmak ve konuşmamak (İbn Faris, 1979, III: 323) anlamlarına gelmektedir. Bu yazıda Kur’an’da oruçtan söz eden ayetleri nüzul sırasına göre ele alacağız. Ele alacağımız ayetlerden sadece Meryem suresindeki Mekkîdir.

Kura’nda ilk sözü edilen oruç, susma orucudur: “Ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer insanlardan birini görürsen de ki: Ben, çok merhametli olan Allah’a oruç adadım. Artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım.” (Meryem, 19: 26). Ayette, sıradışı bir şekilde babasız çocuk (Hz. İsa) doğuran Hz. Meryem’in yaşadığı zorluğu hafifletici bir durum söz konusudur. İnsanlara meselenin aslını Hz. İsa anlatacaktır.

Oruç önceki ümmetlere farz kılındığı gibi Müslümanlara da (Bakara, 2: 183) sayılı günlerde farz kılınmıştır. Müminlerden her kim hasta ya da yolcu olursa tutamadığı günler kadar diğer günlerde oruç tutar. İhtiyarlık veya iyileşme umudu kalmamış hastalık gibi devamlı özrü olup da oruç tutmaya güçleri yetmeyenlerin bir yoksul doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, yani daha fazlasını verirse, bu kendisi için daha iyidir. Yine de güçlüğüne rağmen Müslümanların oruç tutmayı tercih etmeleri daha hayırlıdır (Bakara, 2: 184).

Ramazan ayına sağ salim kavuşma imkânı bulan Müslümanlar oruç tutmakla sorumludur. Kim o ayda hasta veya yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutmalıdır. Allah müminler için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, müminlerin o aydaki orucu  tamamlamaları ve Allah’ın onlara doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı yüceltmeleri ve O’na şükretmeleri içindir (Bakara, 2: 185).

Oruç gecesinde evli müminlerin eşleriyle karı-koca ilişkisi yaşamaları helaldir. Onlar birbirleri için elbise gibidir. Müminler ramazan gecelerinde eşlerine yaklaşıp Allah’ın onlar için takdir ettiklerini isteyebilirler. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyip içebilirler. Yapmaları gereken akşama kadar oruçlarını tamamlamalarıdır. Ancak Mescitlerde ibadete çekilmiş olduklarında (itikaf) (evlerine gidip) hanımlarıyla karı-koca ilişkisi yaşayamazlar. Bunlar aşılmaması gereken Allah’ın koyduğu sınırlardır (Bakara, 2: 187).

Oruç ibadetinin hac ile de ilgisi vardır. Haccı ve umreyi tamamlamaktan alıkonan Müslümanların kurban kesmeleri, kurban kesme yerine varıncaya kadar da başlarını traş etmemeleri gerekir. Hasta olanın yahut başından bir rahatsızlığı bulunanın (bundan dolayı traş olduysa), oruç tutarak veya sadaka vererek veya kurban keserek fidye vermesi gerekir. Müslümanlar hac yolculuğu için güvende olduklarında, hac günlerine kadar umre yapmak isterlerse, kolayına gelen bir kurban kesmeleri, buna güçleri yetmiyorsa hac günlerinde üç, ülkelerine döndüklerinde yedi gün oruç tutarlar. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir (Bakara, 2: 196).

Kendilerine büyük bir bağışlanma ve karşılık (ecir) verileceği söylenen Müslümanların nitelikeri arasında oruç tutanlardan olmak da vardır (Ahzab, 33: 35).

Yanlışlıkla olması dışında bir müminin diğer bir mümini öldürmesi kabul edilemez. Dolayısıyla, yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köleyi serbest bırakması ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Ölünün ailesi istemezse başka. Eğer öldürülen mümin olduğu halde, müminlere düşman olan bir kavimden ise mümin bir köleyi serbest bırakması gerekir. Eğer kendileriyle müminler arasında antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ödemesi ve bir mümin köleyi serbest bırakması gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay art arda oruç tutması gerekir (Nisa, 4: 92).

“Sen bana annem kadar haramsın!” diyerek hanımlarından ayrılıp sonra hanımlarına geri dönenlerin, bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaları gerekir (Mücadele, 58: 3), buna imkân bulamayanların art arda iki ay oruç tutmaları gerekir. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur (Mücadele, 58: 4).

Bilerek yapılan yeminlerin kefareti olarak; müminlerin ailelerine yedirdikleri yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmek gerekir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır (Maide, 5: 89).

İhramlı iken avlanan kimsenin işlediği suçun vebalini tatması için, müminlerden iki adil kişinin vurulan av hayvanının dengi olduğuna karar verecekleri bir kurbanlığı, ceza olarak, Kâbe ye ulaştırıp kesmesi ya yoksullara yemek yedirmesi ya da bunun dengi kadar gün oruç tutması gerekir (Maide, 5: 95).

 

***

Cevherî İsmail b. Hammâd (393/1003), es-Sıhahu Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, 6 c., 4. bs., Daru’l-İlm li’l-Melâyin, Beyrut, 1987.

İbn Faris, Ebû’l-Huseyn (395/1005), Mu’cemu Mekayisi’l-Luga, 6 c., Daru’l-Fikr, (bs. yeri yok), 1979.