Kur’an’da “O (Kimse) Ahirette” İfadesi

MURAT KAYACAN

Kur’an’da o kimse ahirette (هُوَ فِي الْاٰخِرَةِ)” ifadesi, biri Mekkî diğer ikisi de Medenî surelerde yer alan üç ayette geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetleri içinde bulundukları surelerin nüzul sırasına göre ele alacağız.

Kör kimse, diğer insanların görebildikleri varlıkları göremez. Hakkı görmeyen kimse de kör kimse gibidir: “Kim bu dünyada kör ise, işte o (kimse) ahirette de kördür ve daha da şaşkın bir yoldadır.” (İsra, 17: 72). Hakkı görmezden gelenler, dünyadayken ahiretin gerekliliğini kavramaktan uzak kalırlar. Onlar, ahirette hakkın güzel sonuçlarından yoksun kalacaklardır. Bu, dünyadaki nimetleri görmezden gelmelerinin cezasıdır. Allah sevgisi yerine dünya sevgisi ile kalplerini dolduranları, ahirette bekleyen şey ateştir.

Mümin, önceki peygamberlere ve onlara indirilen kitaplara iman eden kişidir. O peygamberler Müslüman, tebliğ ettikleri din de İslam idi. Son peygamber ve Kur’an da bu açıdan farklı değildir: “Kim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o (kimse) ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Al-i İmran, 3: 85). Kişinin dini, hayat biçimidir. Son vahyi dikkate almadan sürülen bir hayatın sahibi, ahirette kaybeden kimseler arasında yer alacaktır.

Kur’an Ehl-i Kitab’ı diğer müşriklerden ayrı tutmaktadır:  “Bugün size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helal, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. İnanan, namuslu, hür kadınlar ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu, hür kadınlar -zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, namuslu bir biçimde (evlenmek üzere) mehirlerini verdiğiniz takdirde- size helaldir. Kim inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa çıkmıştır ve o (kimse), ahirette kaybedenlerdendir.” (Maide, 5: 5). Ayette “Bugün” şeklindeki bir sınırlama, yiyecekler ve evlenilebilecek kimseler hakkında kıyamete kadar kesinleşmiş olan hükmün bu olduğunu ve ayrıca daha önce her ikisinin de helal olmadığını ima etmektedir. Ya da bu ayet, Müslümanların zihinlerinde var olan bu iki konuya dair soru işaretlerine yanıt niteliğindedir. Ehl-i Kitab’ın kestikleri yenilebilirse de domuz etinin yenilmesinin ve içkinin haramlığı sabittir. Zaten Yahudiler de domuz eti yemezler. Ehl-i Kitap’tan, Hz. İsa’yı haşa Allah’ın oğlu kabul eden Hristiyanların, eti yenen hayvanları “İsa adına” kesip kesmediklerini araştırmaya gerek yoktur. Nasıl Müslüman bir toplumda her kasabın, kestiği hayvanı “Allah’tan başkası adına” kesmediği hüsn-ü zannıyla, yemek mümkünse Hristiyanlarınkinin de Allah adına mı yoksa Hz. İsa adına mı kesip kesmediklerini araştırmaksızın yenebileceği söylenebilir.

Yukarıdaki ayetten anlaşıldığı kadarıyla, Ehl-i Kitap’tan evlenilecek hanımların namuslu olmaları ve onlara –Müslüman hanımlar olduğu gibi- mehir verilmesi gerekir. Ayet mealindeki Ehl-i Kitap hanımlarından evlenilebilecek olanların “namuslu, hür kadınlar” olmaları gerektiği, ayette muhsanat kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu kelimeye, hem namuslu hem de hür anlamı verilmektedir. Ayette, ikinci anlamın kastedildiği kabul edilirse Ehl-i Kitap’tan özgür olmayan kadınlarla evlenilemeleyeceği sonucu çıkar. Ayette bulunan “Kim inanmayı kabul etmezse” ifadesi gereğince, ahirette kurtuluş için, Müslümanların iman ettiği gibi iman etmek lazımdır. Ayette, Ehl-i Kitap’tan bir hanımla evlenecek Müslüman erkeğe bir uyarı da vardır. Hanımına olan sevgisi, onu İslam’ın son halkası olan Kur’an’dan uzaklaştıracak boyutlara varmamalıdır. Yoksa ahirette yaptığı ameller boşa gidecektir.

Görüldüğü gibi, “o (kimse) ahirette” ifadesinin geçtiği üç ayette; dünyada hakkı görmezden gelenlerin ve inanmayı reddedenlerin, ahirette akıbetlerinin kötü olacağından söz edilmektedir.