Kur’an’da Mülk ve Mal

MURAT KAYACAN

Kur’an’da mülk, daha çok egemenlik anlamında kullanılır. “Yerin ve göklerin mülkü Allah’ındır.” (Ali İmran, 3: 189-191) vb. ifadelerde mülkiyetten önce  hakimiyet anlamı söz konusudur. Mülk insanın üzerinde söz sahibi olduğu şeydir. Mülkiyet (sahip olunan şey) ile sahip olan arasında mistik bir bağ olduğu söylenebilir (Challaye, 1969: 11). Bu yazıda ayetlerde mülkiyet konusuna genel olarak nasıl bakıldığını ortaya koymaya çalışacağız. Ayrıca yeri geldikçe Felicien Challaye’e ait Mülkiyetin Tarihi adlı eserde, ayetlerde sergilenen mülkiyet yaklaşımıyla paralel/karşıt yaklaşımlara değineceğiz.

Evreni yaratan ve insanın hizmetine veren Allah, insanın çok sevdiği malı (Fecr, 89: 20) ona emaneten vermiştir. İnsanın halife kılınmasının anlamı, belki de böyle bir şeydir. Allah insanları mallarından eksiltmekle imtihan etmektedir (Bakara, 2: 155; Al-i İmran 3: 186).  Mallarından dolayı sosyal sorumlulukları olduğunu bilen müminler (Zariyat, 51: 19) bu bilinçle; yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, ihtiyaç sahibi olup isteyenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mallarını harcarlar (Bakara, 2: 177).

Müminler mallarından hayır amaçlı harcayarak yaptıkları iyiliği başa kakmazlar (Bakara, 2: 262). Çünkü başa kakma, ilahî bir yardım olan malı (İsra, 17: 6) temizleyen sadakaları (Tevbe, 9: 103) boşa götürür (Bakara, 2: 266). Mallarını Allah yolunda harcayanlar diğer iyilik sahiplerine göre daha fazla sevap (bire yedi yüz oranında) alırlar (Bakara, 2: 261). Bir bakıma topluma emanet edilmiş olan yetimlerin ve öksüzlerin mallarının haksızca yenilmesine karşı da duyarlı olmak gerekir (Nisa, 4: 2).

Ticaret ile mal edinmek helal (Nisa, 4: 29), faiz (Nisa, 4: 161), yalancılık, kandırma, aldatma, soygun gibi yasak yollarla ile mal edinmek ise haramdır. Faiz ile ticaret aynı şey değildir (Bakara, 2: 275). Ortaçağ Hıristiyan dünyasında skolastik düşüncenin en yetkili temsilcisi sayılan Aquinolu Thomas (1225- 1274) da faizli borç vermeyi tenkit etmiştir. Faizin inkârını ona ilham eden Aristo ile ilk Hıristiyanlarca servete karşı gösterilmiş nefret olabilir (Challaye, 1969: 63). Ne var ki Kur’an’da eleştiri konusu edilen faiz-ticaret eşitliğine benzer bir yaklaşımı Calvin’de görmekteyiz: “Hiçbir geliri olmayan bir tarlanın icara verilmesini kabul ettikten sonra para sahibi bir kimsenin parasından bir fayda sağlamasına neden izin vermeyelim?”(Challaye, 1969: 68-69). Anlaşıldığı kadarıyla Calvin parayı mal olarak görmektedir.

Karar vericilere, hâkimlere rüşvet vererek (Bakara, 2: 188), hırsızlık ve gasp yoluyla (Maide, 5: 38)  mal edinmek yasaktır. Yasak yollardan mülk edinmek hukuksuz bir işlemdir. Mülk sahibi kişi malını kullanmada sınırsız yetkilere sahip değildir (Hud, 11: 87). Mülkünü israf da edemez, cimrilik de yapamaz. İkisinin arasında bir yol tutmalıdır (Furkan, 25: 67). Mal biriktirmek başlı başına bir hedef de olmamalıdır (Tevbe, 9: 34).

Mal sahibi oluş, toplumda söz sahibi olmanın zorunlu şartı değildir (Bakara, 2: 247). Mala bu ölçüde değer veriyor olmak ona ve onun sahiplerine karşı bir kompleksten kaynaklanıyor olsa gerektir. Ancak malın mütemadiyen harcanması durumunda faydalandıranın faydalandıran üzerinde otorite oluşu gündeme gelir (Nisa, 4: 34).

İslam, kişinin malından infak etmesini teşvik etmiş ve veren elin alan elden üstün olduğunu söylemiştir (Bakara, 2: 274). Böylece toplumda sosyal adaletin sağlanmasını, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunun egemen olmasını istemiştir. Aynı şekilde İslam “Düşmana karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.” (Enfal, 8: 60) diyerek Müslüman toplumun düşmanın saldırılarına karşı ekonomik, sanayi ve askeri olarak da güçlü olmasını istemiştir. Bu da zenginlik yani finansla, çalışıp kazanmak, yatırım ve üretim yapmakla olabilir.

Göklerin ve yerin mülkiyeti Allah’ındır. Ne var ki bu, O’nun verdiği nimetlerden faydalanan insanın kendinde mülkiyet hakkı görmeyip onu toplumun ortak malı olarak görmesini gerektirmez. Kur’an bireyin mülkiyet hakkını inkâr etmez ancak onu bireysel mülkünü toplum yararına harcamaya teşvik eder. Sovyet Rusya’sında (SSCB) ortak mülkiyet denenmiş ancak köylülerin toprağı kendilerine ait görmemeleri durumunda onu iyi işlemedikleri, işçilerin de faydasını hemen görmedikleri üretimin zahmetine katlanmadıkları görülmüş ve bunun üzerine Lenin (1870-1924) SSCB’yi bireyin çıkarlarına daha geniş imkânlar veren bir toprak siyaseti ile tanıştırmıştı (Challaye, 1969: 122).

Görüldüğü gibi, mülkiyet ahlakî değerlerden bağımsız olamaz. Kişisel mülkiyeti yok saymak da adeta sosyal hareketliliği durdurmayı hedefleyen bir yaklaşımdır ve çıkmaz bir yoldur.

***

Challaye, Felicien, Mülkiyetin Tarihi, (çev: Turgut Aytuğ), 2. bs., Remzi Kitabevi, İst., 1969.