Kavim topluluk anlamındadır ve şu iki beyitteki anlam da bu doğrultudadır (İbn Faris,1979, V: 43):
إِذَا أَقْبَلَ الدِّيْكُ يَدْعُو بَعْضَ أُسْرَتِهِ ... عِنْدَ الصَّبَاحِ وَهُوَ قَوْمٌ مَعَازِيلُ
Horoz sabahleyin korumasız bir topluluk (kavm) halindeki ailesinin bir kısmına seslenmeye başladığında...
Kur’an kavim kelimesini; kadınlar hariç erkekleri (Hucurat, 49: 11), ırk içeriği olmaksızın, mümin (Tevbe, 9: 14) ya da inkârcı toplulukları (Araf, 7: 93, Neml, 27: 43) ve ahlaki açıdan sapkın bir insan grubunu (Hud, 11: 78) anlatırken de kullanmaktadır. Yani insanlar ikamet ettikleri, geçim sağladıkları iyi ya da kötü bir amaç için bir yerde toplandıkları zaman bulundukları yerde bir kavim oluştururlar.
Yukarıdaki beyitlerde ve numaraları verilen ayetlerde anlatılan kavim ile Fransız ihtilali (1789) sonrası kavim kelimesinin kazandığı anlam aynı değildir. İkincisi yapay bir kurgudan ibarettir. Fransa’da kendilerini Fransız olarak tanımlayanlar, ülke yönetiminde etkili olduğu için ülkeye Fransa, Hollanda’da (the Netherlands) da kendilerini Hollandalı olarak tanımlayanlar etkili olduğu için ülkeye Hollanda denilmiştir, yoksa o iki ülkede sadece Fransızlar ve Hollandalılar yaşamamaktadır. Bunun örneğini çoğaltmak mümkün ancak gereksizdir. Yani o ülkelerde de hangi topluluk (aşiret ya da kabile) diğerlerine üstün geldiyse, kendisini üst kimlik olarak ön plana çıkarmaktadır.
Arı duru bir kavim hiçbir zaman olmamıştır. İnsanlar iç içe yaşarlar ve savaş, kıtlık vs. durumlar nedeniyle yer değiştirip dururlar. Her gittikleri yerde yeni kavimler (topluluklar) oluştururlar ve kendilerini yeni bir biçimde tanımlarlar. Bu seyir doğal gelişir. Sözgelimi, artık Almanya’ya Türkiye’den göç etmiş ailelerin torunları var ve onlar Türkçe’yi/Kürtçeyi zor konuşur hale geldiler. Onlardan şu cümleleri duymamız tuhaf değil tabî olsa gerek: “Atalarımız Türkiye’den gelmiş ama biz Alman’ız.” Kur’an’da da durum böyledir. İsrailoğulları Mısır’da yaşasa da onlara vatan olarak Filistin gösterilmektedir: “Ey kavmim, Allah'ın size vermeyi takdir ettiği kutlu yere girin ve gerisingeriye dönmeyin, yoksa ziyankâr olursunuz, ancak ziyana dönersiniz.” (Maide, 5: 21). İsrailoğullarından istenen şey, “Vatanım! Vatanım!” diyerek Mısır’a geri dönmemeleridir. Çünkü dinin rahat yaşandığı herhangi bir yer Müslümanlar için vatan olmaya adaydır.
Irkî duyguları çok güçlü olan Türk kardeşlerimizden kaç kişinin şöyle dediğini duymuşuzdur: “Eninde sonunda asıl yurdumuz olan Ortaasya’ya gidip yerleşeceğim.” Beklesek de duyamayız, çünkü kavimler, ikamet ettikleri yere alışır ve orayı vatan edinirler. Peki, bu modern bir durum mudur? Yani peygamberler kavimlerine, “Ey kavmim!” diye hitap ettiklerinde onların kavimleri müstakil kavimler miydi?
Yukarıdaki soruya şöyle cevap vermek mümkündür: “Hayır! Peygamberler belli bir ırka/kabileye değil, karşılarına çıkan hangi topluluk varsa onlara dini anlattılar.” “Ey kavmim!” hitabını kullanan peygamberler insanların hidayetini hedeflerledikleri halde, bulundukları yere bir vesileyle başka bir yerden bir insan grubu (kavim) gelmiş olduğu ve tevhidi kavramak istediği halde onlara şöyle demiş olabilirler mi: “Kusura bakmayın, ben size tevhid dinini anlatamam. Sadece kendi kavmime peygamber olarak gönderildim. Onların hidayete ermesi için çalışıyorum.” Böyle bir olay asla olamaz çünkü İslam kabile dini değildir.
Hz. İbrahim’in bir yerde sabit kalmadığını Harran’a (Urfa) kadar geldiğini düşündüğümüzde onun gittiği yerde İslam’ı kimseye anlatmamaya özen gösterdiği söylenebilir mi? Hz. Musa İsrailoğulları’na gönderildiği halde Firavun ve ileri gelenlerini (Mısırlıları) de hakkın yanında yer almaya davet etmedi mi?
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kur’an’da kavim kelimesinin belli bir soyu ifade ettiği doğru değildir. Zaten peygamberler “Ey kavmim!” diye söze başladıklarında kavimlerine bir gerçeği hatırlatmakta, onları yanlış yoldan çevirmeye çalışmakta veya bâtıl tutumlarını eleştirmektedir. Kur’an’da peygamberlerin bu hitabı kullanıp da bir topluluğu övdükleri, diğerlerinden ayrı tuttukları vaki değildir. İnsanların kavimlerini yüceltmelerinin hiçbir Kur’anî temeli yoktur. Herkes Adem’den geldiğine göre, bir kavmin (topluluğun) diğerine üstünlük iddiası temelsizdir. İnsanların kendilerini İngiliz, Fransız, Arap vs. şeklinde tanımlamaları sadece “tanışma vesilesi” olma açısından değerlidir.
***
İbn Faris, Ebû’l-Huseyn (395/1005), Mu’cemu Mekayisi’l-Luga, 6 c., Daru’l-Fikr, (bs. yeri yok), 1979.