Kur’an’da “iyiliği emreder kötülükten alıkoyar (ye’murûne bilma’rûfi ve yenhevne ‘ani’l-munker)” ifadesi, iki defa Al-i İmran bir defa da Tevbe suresinde olmak üzere üç defa ve sadece Medine’de inen bu iki surede geçmektedir. Üzerinde duracağımız ilk ayetin bağlamı gereği söz konusu ifadenin “iyiliği emredip kötülükten alıkoyan” şeklindeki çevirisi tercih edilmiştir. Bu yazıda söz konusu ifadelerin yer aldığı ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Kurtuluşa erecek olan müminler, çevrelerinde olup bitene kayıtsız kalmamalıdır. Onlar hayatı ev-iş-cami arasına sıkıştırmazlar. Müdahale imkânı buldukları ne kadar alan varsa oralarda iyiliği çoğaltma çabasında olurlar: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran 3/104). Ayette sayılan üç iyilik, kurtuluşa vesile olduğuna göre her Müslümanın; hayrın, iyiliğin ve kötülüğün ne olduğunu bilmeye çalışması ve ilk ikisini davet ve gerektiğinde yaptırım uygulayarak teşvik etmesi üçüncüsünü de ortadan kaldırma cehdinde olması gerekir. Aksi takdirde “kurtulanlardan olmama” riski vardır. Buna ne birikimi ne de imkânı olmadığını düşünenler, güçleri ölçüsünde en azından bu görevi yerine getirenleri desteklemelidir. Her ne kadar bu ayetten hayra çağırma, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma görevini yerine getirenlerin Müslümanlardan bir grubun olduğu kadar Müslümanların tümünün kastedildiği söylenebilirse de risalet döneminde bu görevin bir kısım Müslümanlara verildiğine dair bir bilgi olmadığından, bu görevin birikimi ve gücü yeten her Müslüman ait olduğu söylenebilir. Âlimlerin, yöneticilerin bu sorumluluğu yerine getirmede daha imkânlı oldukları denebilirse de ayet, onların dışındakileri bu sorumluluktan muaf tutmamıştır. Yine bu görevin müminlerin içinden bir kişiye değil, hepsine yüklenmesi, sorumluluğun ağırlığını ve önemini göstermektedir. Bu konuda herkes üstüne düşeni yapacaktır. Bu görev terk edildiğinde boşluğu şeytanlar doldurur. Yani şer çoğalır, iyilik yasak, kötülük serbest olur.
Müfessirlerin çoğunun Ehl-i Kitap’tan iman eden bazı kimseler hakkında indiğini söylediği[1] bir ayette şöyle denilir: “Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır.” (Al-i İmran 3/114). Ayette sayılan özellikler, Müslümanlara da aittir. Şirksiz bir imanla ahiret inancına da sahip olmak, iyiliği teşvik ve emretmek, kötülüğü eli veya dil ile düzeltmek, hayırlı işlerde önce geçmek vb. iyi insanların özelliklerindendir. Bu özellikler, gösterişten uzak ise sahipleri ahirette ödüllendirilir.
Toplumun ıslahı, mümin erkekleri ilgilendirdiği kadar mümin kadınları da ilgilendirir. Bu konuda bir boşluk oluşursa mümin erkekler de mümin kadınlar da sorumludur: “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir.” (et-Tevbe 9/71). Toplumdaki ifsat unsurlarını ortadan kaldırma görevini tek başına mümin erkeklerin yerine getirmeye çalışması yeterli değildir. Mümin kadınların da sorumluluk üstlenmemesi durumunda ifsat edici unsurlar boşluğu dolduracak ve fesat yayılacaktır. Ayetteki iyiliğin belirleyicisi Kur’an, sünnet ve içinde yaşanılan toplumun vahye aykırı olmayan tutum ve davranışlarıdır. Dine aykırı olmayan her uygulama, maruf kapsamında görülüp yaygınlaştırılabilir. Müslümanların iyiliği emirle yetinmediklerinin vurgulanmasıyla birlikte kötülüğü de yasakladıklarından söz edilmesi, mücadelenin tek yönlü yürümeyeceğini göstermektedir. İyinin alanını genişletme çabaları, kötülükle mücadeleden ayrı düşünülemez. Hatta yasağın emirden daha güçlü olması dikkate alındığında kötülüğün engellenmesinin daha önemli olduğu söylenebilir. Münafıkların kötülüğü emrettikleri, iyiliği yasakladıkları (et-Tevbe 9/67) gerçeği dikkate alındığında iyiliği emreden kötülüğü yasaklayan müminlerin onlarla fikrî ve gerektiğinde fiilî bir çatışma yaşaması kaçınılmaz görünmektedir. Allah’ın rahmeti iyiliği emreden, kötülüğü engelleyen, namaz kılan, zekât veren, Allah’a ve elçisine itaat edenlerin üzerinedir. Münafıkların sesi çok çıksa da Allah’a itaat eden Müslümanlar, Allah’ın güçlü ve yaptıklarının da hikmetli olduğunu hatırlarından çıkarmamaları gerekir.
Görüldüğü gibi “iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar” ifadesinin yer aldığı ayetlerde müminlerin hayra çağırdıkları, iyiliği emredip, kötülüğü yasakladıkları, Allah’a ve ahiret gününde inandıkları, namaz kıldıkları, zekât verdikleri, Allah’a ve resulüne itaat ettikleri ve hayır işlerinde koşuşturduklarından söz edilmekte; onların kurtulacağı, salih kimselerden olacakları ve onlara merhamet gösterileceğinden söz edilmektedir.
[1] Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-azim, 2. Bs (Daru Tayyibe Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, 1420), 2: 105.