Kur'an'da İman-Amel Bütünlüğü

Düşünce ve Hikmet Kulübü, ‘Düşünce ve Hikmet Atölyesi’ başlığı altında düzenlediği çalışmalarının beşincisini, ‘Kur'an'da İman-Amel Bütünlüğü’ başlığı altında gerçekleştirdi.

Bahadır Kurbanoğlu’nun konuşmacı olduğu program Teknoloji Fakültesi D209 Nolu derslikte yapıldı. Aynı zamanda Üniversitenin farklı kampüslerinde yapılan meal çalışmalarının kapanışı niteliğinde olan program ile Atölye çalışmalarının 2014-2015 faaliyet dönemi son başlığı da işlenmiş oldu.

Kur’an İman’ın Rükunleri ve İslam’ın Rükunları Ayrımını Yapmaz

Kur'an'da imanın rükunları İslam'ın rükunları diye bir ayrımın olmadığını gözlemlenmediğini ifade ederek sözlerine başlayan Bahadır Kurbanoğlu, tarih içerisinde, fıkıhta, mezheplerde de olabiliyor fakat Kur’an’da İslam'ın rükunları şunlardır imanın rükunları şunlardır diye bir ayrımın söz konusu olmadığını belirtti.

 Tam tersine bunu bir bütünlük içinde Kur'an'ın verdiğini görüyoruz diyen Kurbanoğlu, bu noktada en bilindik örneğin Bakara 177 olduğunu söyleyerek sözlerine şöyle devam etti:  “Gaybi unsurlar nelerdir diye baktığımızda Allah’a imandır meleklere imandır, kitaplara imandır, peygambere imandır, ahirete imandır. Bakın bunların hepsi gaybdır bizim için. En azından kitabın kaynağı gayb, peygamberler, melekler vs. gaybdır bizim için. Baktığımız zaman bu beş umde gaybi unsurlardır ama Kur'an bu gaybi unsurların dışında bir şeye iman etmek zorunda değilsiniz der. Hani sonradan eklemişler ya kadere iman, başka bir takım şeylere imanı da eklemişler mezheplere. Kur'an'ın güzelliği burda, bunlardan başka bir şeye iman etmek zorunda değilsiniz. Bunun dışında bir şeye inanma zorunluluğunuz yok. Ama aynı zamanda bu beş umdeye iman etmeniz yetmez demiş oluyor. Bakara 177, pratik hayatın içine inmiş oluyor: “Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz iyilik değildir. Fakat iyilik Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden, malını sevgisine rağmen; akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara, dilencilere, kölelere ve esirlere veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, sözleştikleri zaman sözlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşta sabredenlerin durumudur. İşte sadıklar ve muttakiler onlardır.”

Daha sonra, gaybe imandan sonra bütün bir hayat var diyerek sözlerini sürdüren Kurbanoğlu burada bütün hayatın sayıldığını ve hiçbir boşluk bırakılmadığını vurgulayarak şu şekilde eklemelerde bulundu:  Öyle ya işte hastalık ve ticarette kesata uğrama, sıkıntı, savaş. Bu ve benzeri ayetler okunduğunda insanlar önce kendileri açısından bakarlar ama aslında o ayeti biri okurken o ayetle muhattap olan Müslümanlar vardır dünyada. Biraz bizden uzak olabilirler, belki 5 km uzaklıtadırlar belki 5000 km, farketmez. Kardeşlerimiz ya. Kur'an siz diyor. Siz kim? Ben ve ailem mi? Ben ve yakınlarım mı? Niçin biz zihnimizde bu sizi daraltma lüksünü kendimizde görüyoruz? Asıl biz, ümmettir. Araçlarımız zayıf olsa da imkanlarımız zayıf olsa da siz bilinci burda ümmeti yansıtıyor. Olay Myanmarda da geçiyor olabilir, Mısır'da da Suriye'de de geçiyor olabilir. Dolayısıyla devamında Müslümanlar topluluğu der.

 Kurbanoğlu,  Seyyid Kutub'un Bakara 256'ya getirdiği yoruma dikkat çekerek şunları söyledi: "İnanç sistemlerinin önündeki engeller kalksın diye gelmiştir der, Kuttub. Burda dinde zorlama yoktur ayetine örnek getiriyor. İslam'ın yaptığı şey herkes için önce Müslümanlar için doğruyu yaymak isteği oluyor. Anlatmak anlamında yaymak istiyor, anlatacak ki bunların önünde hiçbir engel kalmayacak. Bunun için savaşıyor, bir diktatör geliyor anlatmam diyor, bununla savaşır veya bir ideoloji geliyor anlattırmayız diyor ve belli fikirler ortaya koyuyor, o fikirlerle mücadele ediyor. Yetmiyor insan canına kastediyorlar o zaman insanlarla mücadele ediyor ama bu asla kendi fikrini insana zorla kabul ettirme hakkını vermiyor. Bakara 256'nın tefsirine bakın çok ilginçtir. Bugünkü tartışmalarla bağlantılı olarak bir düşünün. Çok önemli bir açıklamadır. Diyor ki; İslam güçlü olduğu zaman bir beldede, bir yerde artık onun görevi başkalarının fikirlerini açık etmelerinin önündeki engelleri kaldırmak, onları da kaldırmaktır. O yüzden gerek Yahudilik gerek Hristiyanlık İslam toplumu içerisinde kültürel olarak bu derece gelişmiştir. Bakın bugün modern Batı hâlâ asimilasyon entegrasyon arası gidip geliyor. Yani nasıl yapacaksa yapacak.  Yahudilere çektirdikleri mesela. Bugün Siyonistlerin Müslümanlara karşı düşünüş biçimi."

Kurbanoğlu sözlerine şöyle devam etti: "İlerlemeci tarih anlayışını bilirsiniz, Marksistleri etkilemiştir, kapitalistleri etkilemiştir. Bugün dünden iyidir, yarın daha iyi olacaktır anlayışıdır. İnsan yaşantısına, dinlere, felsefeye yani herşeye böyle bakıyor. Bu modern bir şey değil mi? Evet, modern bir şey. Modernizm bunu aldı elinde iyice yoğurdu ama aslında bu Hristiyanlıktan gelen bir şey. Hristiyanlık da böyle bakıyor; kendi geleneğinde olan bir şey. Yahudileri Hz. İsa'nın katilleri diye yargılıyorsunuz ve bu yanlış iki bin küsür yıldır sürüyor.

Sabikun, Vasat ve Nefislerine Zulmedenler

Kur’an’da, iman ve amel birbirinden ayrılmıyor ama tarihte bu ayrımların olduğunu söyleyen Kurbanoğlu, bu ayrılıkların sebepleri olarak, Müslümanlar topluluklarda çıkan ayrılıkları, yönetenlerin kimliğinden kaynaklı sorunları saydı.

Burada zalim, kafir, fasık gibi unsurların ön plana çıktığını söyleyerek sözlerine şöyle devam etti: “Adam zalim, bunu tanımlaman gerekiyor. Kafir, fasık ve zalim diye tanımlar çıkıyor. Kafir zaten Müslüman olmayan diyorsun. Zalim ve fasığa ise bu Müslümanlardandır diyorsun. Sosyolojik tanım geliştiriyorsun. Günahkarlar olmuş, zulmedenler olmuş sizin bunları tanımlamanız gerekiyor. Dolayısıyla bu açıdan baktığımızda insanların kendi yaşadıkları durumu Kur'ani kavramlar çerçevesinde anlamlandırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Bugün baktığımızda bu ayrımların kendi dönemleri için geçerli olduğunu düşünüyorum, kestirip atmıyorum. Çok da anlamsız görmüyorum. İyi bakmak lazım, genel olarak katılmıyorum. Kur'an benzer durumlar için farklı kavramlar getiriyor; adam inanmıyordur ama meselenin farkında değildir, öbür adam her şeyin farkındadır ama inadından karşı geliyordur. Şimdi bunların her birinin ayrı tanımlanması normal geliyor. Kur'an da bunu yapıyor. Farklı insan tipolojisi var. Müslümanlar için de var: sabikun var, vasat var ve nefislerine zulmedenler var. Herkes sabikun olabilir mi? Zor bir hayat bekler onları. Bedel ödemek gerekir. Sabikunların sayısı azdır. Vasat olmak anlamında, benim vasattan anladığım, Allah’a kulluk ederken toplumda iyi bir konumda olma çabasıdır. Yani ilkelerimizle, doğrularımızla yer edinme. Bu sadece bireysel bir yer edinme değil. Kulluğundan ilkelerinden taviz vermeden bir yer edinmedir. İlkelerinle doğrularınla yer edinmedir. Bizle birlikte yürümekte olduğunu unutmadan yer edinmedir. Ümmetle olduğunu unutmadan. Nefislerine zulmedenlerden ise şunu anlıyorum: bunlar genelde treni kaçıranlar oluyor yani, namaz kılıyor olabilir, mahalledeki camiye gidip geliyor olabilir ama öncelikleri işte kariyer oluyor, öncelikleri oluşturdukları aile yaşamını korumak oluyor. Bunlar üçüncü sınıf."

Daha sonra bu üç sınıfı açarak, Kur'an üç sınıfa ayırıyorsa bizim bunlar üzerine konuşmamız gerekiyor. Yani ideale yakın olan hayatlar var; bedellerini ödeyen insanlar oluyor diyen Kurbanoğlu sözlerine şu şekilde devam etti: Evlenmeyenler oluyor, Cemaleddin Afgani gibi. Ailece bu bilince ulaşmış olanlar var, arkadan yazılan mektuplar var. Esma'da bunu görebiliyoruz. Bunlara sabikunlar diyebiliyoruz ama herkesten sabikun olmasını beklemiyoruz. Kur'an beklemiyor biz nasıl bekleyelim. Ancak herkesin vasat ümmet çerçevesi içinde olmaya çalışması gerekir. Yani ben nefsine zulmedenlerden de olsam olabilir. Valla bu tehlikeli bir durum. Üçüncü sınıf içerisindesin. Yani, dairenin sınırındasın her an dışına çıkabilirsin. Dolayısıyla ikinci sınıfa yaklaşmalı, ikinci sınıfın içinde yer almalıyız. Bu da ancak biz bilinciyle hareket etmekle olur.

Son bölümde Müslümanların kullandıkları kavramları bilmesinin önemine değinen Kurbanoğlu, kendi kavramlarımızı iyi bilmemiz ve onları kullanmamız gerekiyor. Dolaşımda olmayan kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti gibi çok fazla dolaşımda olan kavramımız olmayabilir ancak dünyanın bizim kavramlarımıza ihtiyacı var, diyerek şu şekilde son verdi: Mesela hangi ideolojide vardır “birr” kavramı hangi ideolojide “ihsan” kavramı vardır. Bakın “adalet” birçok asırda hiç yoktur. Hakeza “isar”, hangi ideoloji üretebilir bunu. Bu kavramlar bizim fıtratımızda var. insan fıtratı öyle yaratılmıştır ki hiçbir ideoloji onu kapsayamaz. İnsan fıtratı bunları aşar.

Program soru-cevap bölümünün ardından sona erdi.

Haber: Ömer Ekmen / Foto: Büşra Murat

Etkinlik-Eylem Haberleri

Diyarbakır Özgür-Der Gençlik Çalışmaları başladı
Ali Emre: “Gazze’nin bize değil, bizim Gazze’ye ihtiyacımız var”
Saraçhane'de eller Gazze için semaya kalktı: Lübnan halkının yanındayız!
Özgür-Der Gazze’de yemek ve temiz su dağıtımını sürdürüyor
Muşlu Müslümanlardan "Seccadeni Al Gel" etkinliği