Kur’an’da “Ey Allah’ım!”

MURAT KAYACAN

Arapça’daki allâhumme lafzı Ey Allah(’ım) anlamında olup (Enbârî, 1992, I: 51) Kur’an’da beş ayette geçmektedir. Bu yazıda -nüzul sırasını gözeterek- o ayetler hakkında değerlendirmelerde bulunacağız.

Müminler dünya nimetlerinden kendilerini yoksun bırakmazlar. Çünkü İslam onlardan böyle bir istekte bulunmaz. Önemli olan harama yaklaşmadan verilen nimetleri Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanmaktır. Onlar, bu çabayı gösterirken insani ilişkilere ve verilen nimetlere şükretmeye özen gösterirler. Müminlerin bu yüksek şahsiyeti cennette de kendini gösterecektir. “Orada onların duaları, 'Ey Allah'ım! Senin şanın pek yücedir!' demektir. Aralarındaki dilekleri de 'selam'dır. Son istekleri ise, 'Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun' (sözü)dur.” (Yunus, 10: 10). Görüldüğü gibi cennetlikler için cennet, sadece yeme, içme ve eğlenme yeri değildir. Orada da yüce Allah’ı yüceltmekte, O’na verdiği nimetlerden dolayı hamd etmekte ve dünyada nasıl mümin kardeşleri için dua etmişlerse ahirette de onlar için duaya devam etmektedirler.

Kur’an’da, yalnızca Allah’ın adının anılmasından hoşlanmayan ve O’nunla beraber tanrılarından söz edilmesinden memnun olan insanlardan söz edilen bir bağlamda Allah Hz. Peygamber’e şöyle emretmektedir: “De ki: Ey Allah’ım! Ey gökleri ve yeri yaratan! Ey yaratılmış varlıkların kavrayış alanı dışındaki şeyleri de, yaratılmışların akıl ve duyularıyla görüp gözleyebildiklerini de bilen!” (Zümer, 39: 46). Bu ayetten önceki ayette şirk dolaylı olarak eleştirilirken burada Allah’ın yaratmasına ve bilmesine dikkat çekilmektedir. Demek ki, her şeyi yaratan ve bilenin Allah olması, onun ortağı olduğu iddiasını boşa çıkarmaktadır.

Şu ayette Ey Allah’ım! hitabını kullananlar inkârcılardır: “Bir zaman, 'Ey Allah'ım! Bu senin katından gönderilen bir gerçekse bizim üzerimize gökten taş yağdır veya bize acıklı bir azap gönder.' demişlerdi.” (Enfal, 8: 32). Halbuki Allah dilediği zamanda azabı gönderir. Azabın geliş zamanını inkârcılar belirleyemezler. Mekke’de veya Medine’de, nerede inmiş olursa olsun bu ve benzeri ayetler, vahye inanmamakta ısrar eden müşriklerin, inanmaktansa başlarına azabın inmesini isteyecek kadar küfürde inat ettiklerini ve ahmaklıklarını ortaya koymaktadır.

Yüce Allahu mülkü dilediğine vermekte ve dilediğinden de almaktadır. O, Hz. Peygamber’in O’na şöyle dua etmesini istemektedir: “De ki: 'Ey mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve dilediğinden de mülkü alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Sen her şeye güç yetirirsin.” (Al-i İmran, 3: 26). Bu ayet, Ehl-i Kitab’ın vahyin el değiştirmesine itirazlarını veya müşriklerin peygambere karşı çıkmalarını eleştirerek vahyi kime ve nereye vereceğini Allahın bildiğini, bu yetkinin, otoritenin, egemenliğin O’nun elinde olduğunu söylemektedir. Mülke sahip olmak yüce Allahın doğrudan müdahale ederek vermesi veya almasıyla değil, kulların çalışıp kazanması veya kaybetmesiyle olmaktadır. Onun için kavramlar yerli yerinde kullanılmalı ve ayetler cebrî anlayışın malzemesi haline getirilmemelidir.

Her peygambere kavmini ikna edecek bir mucize verilmiştir. Öyle olmasaydı, inkârcılar şüphelerinde haklı olurlardı. Doğumu mucizevi bir şekilde olan Hz. İsa, havarilerinin talebi üzerine bir mucize talebinde daha bulunmaktadır: “İsa, Meryem'in oğlu, ‘Ey Allah'ım, ey Rabbimiz!’ dedi, ‘Gökten bize bir sofra gönder: o, bizim için -ilkimizden sonuncumuza kadar- sürekli tekrarlanan bir ziyafet ve senden bir işaret olacaktır. Ve bize rızkımızı ver, zira Sen rızık verenlerin en iyisisin.” (Maide, 5: 114). Havarilerin bu talebi onların imanlarının kalplerine henüz tam anlamıyla yerleşmediğini akla getirse de, onların –Hz. İbrahim’in yaptığı gibi (Bakara, 2: 260)- “kalplerinin mutmain olmasıamacıyla mucize istediklerini söylemek daha doğrudur. Çünkü onlar dinde Hz. İsa’nın yardımcılarıdırlar.

Görüldüğü gibi, dua dünya ile sınırlı değildir. Kur’an, cennettekilerin ve dünyada da azap isteyen inkârcıların Ey Allah’ım lafzıyla dua ettiğini belirtmektedir. Kur’an, iki ayette bu lafızla duanın Hz. Peygamber’e emredildiğinden ve ayrıca Hz. İsa’nın da aynı ifadeyle dua ettiğinden söz etmektedir. Bizler de her halükârda Allaha muhtaç olup ona dua etmekle yükümlüyüz.

***

Enbârî, Ebu Bekr (ö. h. 328), ez-Zahir fi Meani Kelimati’n-Nas, 2 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 1992.