Kur’an’da “De ki: (…) Allah Yeter.” İfadesi

MURAT KAYACAN

“De ki: (…) Allah yeter.” ifadesi üç Mekki surenin üç ayetinde geçer. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.

Beşer peygamber olamayacağını ileri sürenlerin iddiaları doğru değildir (İsra, 17: 94). Yeryüzünde doğru yolu tutmakla sorumlu olanlar, insan olduklarına göre[1] doğal olan şey, onlara gönderilen yol göstericinin kendi türlerinden olmasıdır (İsra, 17: 95). Talepleri karşılansaydı muhtemelen “Biz melek bir elçiyi Allah’a kulluk yapma konusunda nasıl örnek alalım?” demeye başlayacaklardı. Söz konusu müşrikler, Kur’an’da şöyle tehdit edilir: “De ki: Benimle sizin aranızda gerçek şahit olarak Allah yeter. Zira O, kullarını hakikaten bilip görmektedir.” (İsra, 17: 96). Peygamber (s), insanlar doğru yolu bulsunlar diye elinden geleni yapmaktadır. Bunun karşılığında müşrikler, bu nimetin değerini bilecekleri yerde uydurma dinlerine sıkı sıkıya bağlı kalmakta ve tevhidin, adaletin yaygınlaşmasını engellemeye çalışmaktadır. Allah, onların bu yaptıklarını görmektedir ve cezasız da bırakmayacaktır.

Mucize isteyen inkârcılara (Ankebut, 29: 50), mucize olarak Kur’an gösterildiğinde (Ankebut, 29: 51) yüz çevirirler. Ne var ki onların, vahyi yalanlamalarının bir değeri yoktur. Allah’ın şahitliği yeterlidir: De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Batıla inanıp Allah'ı inkâr edenler (var ya), işte ziyana uğrayacaklar onlardır.” (Ankebut, 29: 52). Resul (s), getirdiği ilahi mesaj konusunda yalancı olsaydı Allah onu da cezalandırırdı. Dünya, yalanlayanların kötü akıbetlerine dair örneklerle doludur. İnkârcılar, ahirette de azaba uğrayacaktır. Allah’ı yalanlayanlara karşı mücadele veren bir peygamber nasıl olur da kendisi böyle bir şeye yeltenir? Dünyada üste çıkmak için risalet zeminini sarsmaya çalışan inkârcılar kaybedenlerden olacaklardır; çünkü onlar batıla inanmaktadırlar. Hâlbuki batıl, yok olup gitmeye mahkûmdur.

Müşrikler, kırk yıl aralarında yaşamış ve “güvenilir” gördükleri Muhammed’in (s) peygamberliğini inkâr ettiler: “İnkârda ısrar edenler, (yine) ‘Sen Allah tarafından gönderilmiş değilsin.’ diyecekler. Sen (de) de ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter; bir de Kitabı bilen kimseler.” (Rad, 13: 43). Ayetin sonunda “şahit olarak Allah yeter; bir de Kitabı bilen kimseler.” denilmesinden yola çıkarak Allah’ın şahitliğine ek olarak Yahudi ve Hristiyanlardan Allah’a teslim olmuş olanların tanıklığının da bir değeri olduğu söylenebilir; onlar, hakkın şahitliğini yaparlar ve kalpleri hakikate açıktır. Bu surenin Mekke’den indiği dikkate alındığında bu tanıma uyan kişilere örnek, son Peygamber’e (s) vahiy getiren melek ile daha önce Musa’ya (a) vahiy getiren meleğin aynı olduğunu söyleyen Varaka b. Nevfel ve benzerleridir. Ayetteki “bir de Kitabı bilen kimseler” ifadesinden kastedilen kimseler, müminler de olabilir.

Görüldüğü gibi “De ki: (…) Allah yeter.” ifadesinin yer aldığı ayetlerde risaletin hak oluşu konusunda Allah’ın şahitliğinin yeterliliğinden, bu şahitliğe ek olarak Kitabı bilen kimselerin de şahitlik ettiğinden, Allah’ın kullarını bilip gördüğünden, göklerde ve yerde olanları bildiğinden, batıla inanıp inkâr edenlerin kaybedeceğinden söz edilmektedir.

 

[1] Yeryüzünde cinler de yaşamaktadır ancak onlara da kendi içlerinden peygamber gönderilmiştir: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi okuyup aktaran ve size, bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp korkutan elçiler (peygamberler) gelmedi mi? Onlar: 'Nefislerimize karşı şahadet ederiz.' derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şahadet ettiler.”(En'am, 6: 130).