Misak sözleşme demektir. Kur’ân’da üç âyette ehazallahu misâk (اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ) lafzı ile “Allah’ın söz alması”ndan söz edilmektedir. Bu yazıda, o âyetler, nüzûl sırasına göre ele alınacak fakat söz konusu lafza anlamca yakın olan “misak alınmamış mıydı?” (Araf, 7: 169) ve “misak almıştık.” (Maide, 5: 70) şeklindeki lafızlar değerlendirilmeyecektir.
Müminler, kendileri ile aynı zaman diliminde yaşamamış olan peygamberlere de iman etmek zorundadır. Bu zorunluluk peygamberler için de söz konusudur: “Allah, peygamberlerden, ‘Ben size Kitap ve hikmet verdim. Daha sonra sizin yanınızda olanı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde ona kesin olarak inanacak ve kendisine yardımda bulunacaksınız.' diye söz almıştı. 'Bunu kabul edip bu husustaki ağır yükümü üzerinize aldınız mı?' dedi. Onlar da ‘Kabul ettik.’ dediler. (Allah da), ‘Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahitlerdenim.’ dedi.” (Al-i İmran, 3: 81). Allah’ın peygamberlerden aldığı bu söze rağmen, Yahudiler son iki peygamberi (Hz. İsa ve Hz. Muhammed), Hristiyanlar da son peygamberi (Hz. Muhammed) inkâr etmekte ve bu açıdan peygamberlerin yolundan ayrılmaktadırlar. Bu âyetten anlaşıldığına göre, -son peygamber hariç- tüm peygamberlerin kendilerinden sonra gelecek bir peygamberi müjdelemiş olması gerekir.
İlahî kitaplar insanların okuması, anlaması ve gereğini yapması için gönderilir. Âlimlerin, onları herkesin anlayacağı şekilde halka duyurması gerekir. Hz. Musa’nın, “Size emretmekte olduğum söze bir şey katmayacaksınız ve ondan eksiltmeyeceksiniz.” dediğine dair Tevrat aktarımıyla (Tesniye, 4: 2) uyumlu olarak Kur’ân, “Allah, kendilerine kitap verilenlerden, ‘Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz.’ diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alışveriş ne kadar kötü!” (Al-i İmran, 3: 187) demektedir. Ayette “vahyin gizlenmesi” suçu Ehl-i Kitab’a atfen dile getirilmiş olsa da aynı duruma düşen Müslüman âlimler de yaptıklarından sorumludurlar. Uhrevî kazancı hedefleyenler âyetleri duyurmayı ön plana alırlar. Salt dünyevî kazancı hedefleyenler ise hakkı duyurmayı değil, parayı merkeze alırlar. Ne var ki âyetler, insanlara gizli kalırsa Kur’ân’ın belirleyiciliği azalır, ön planda olan kişilerin din anlayışları baskın hâle gelir ve bu hâl üzere ölenler âhirette kötü bir akıbetle karşılaşabilirler. Bununla birlikte, her doğruyu “uygun zaman ve mekânda” dile getirmek gerekir ve böyle yapmak, vahyin gizlenmesi olarak görülmemelidir.
Kur’ân, Allah’ın İsrailoğullarından aldığı söz konusunda şöyle demektedir: “Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. (Kefil olarak) içlerinden on iki de temsilci göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: Ben sizinle beraberim. Eğer namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah’a güzel borç verirseniz andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyarım. Bundan sonra sizden kim inkâr yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.” (Maide, 5: 12). Bu âyetten anlaşıldığı kadarıyla, İsrailoğullarından beklenen itaat ve sonunda kavuşacakları nimet, müminlerin yabancısı olduğu şeyler değildir. Namaz, zekât ve infak ihmal edilmezse Allah (şirksiz iman eden) kulunun günahlarını affederek onu cennetine koyabilir.
Görüldüğü gibi, Kur’ân ehazallahu misâk lafzıyla; Allah’ın peygamberlerden, Ehl-i Kitap’tan ve İsrailoğullarından söz aldığını belirtmektedir.