Kur’an’da “Allah’a ve resulüne” İfadesi

MURAT KAYACAN

“Allah’a ve resulüne (ila(A)llâhi verasûlihi)” ifadesi iki Medeni surenin üç ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.

Hicret, insanların hoşuna gitmese de hem dünyevi anlamda açılımlar getirmekte hem de din uğrunda yaşanan bu zorluğa sabır, Allah’ın ödülünün gerekçesi olmaktadır: “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve resulüne hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun ödülü Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa, 4: 100). Vatanını, dinlerini yaşayabilmek için terk edenler illa da olumsuz bir durumla karşılaşacaklarını düşünmemelidir. Hicret niyetiyle yola düşüp gidecekleri yere varamadan ölenler de bu fedakârlıkları nedeniyle ödüllendirileceklerdir. İlim, cihat, hac vs. için vatanlarından ayrılanların durumu da böyledir. Bu ayet aynı zamanda özgürlüğün maldan, mülkten daha değerli olmasının yanında Allah’ın razı olacağı bir işi yerine getirmek için sırf o yola koyulanın bile ödüllendirilmeyi hak ettiğine işaret etmektedir. Zaten dinini yaşamakta zorlanan Müslüman zaferden değil, seferden sorumludur.

İman, “Allah’tan başka ilah yoktur.” sözünü dil ile söylemekten ibaret değildir. Bu kabul davranışlara da yansımalıdır: “Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve resulüne çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.” (Nur, 24: 48). Müslüman olduğunu söyleyip de ardından “Bu çağda bu kafa! Kahrolsun şeriat!” sloganlarıyla İslam’a muhalefet edenlerin imanı, iddiadan ibaret olsa gerektir. Bu kimseler hem dini yaşamamakta hem de dini yaşayanların yolundan yüz çevirmektedirler. Onlara göre dinin adının var olması söz konusu olsa da kendisi toplumsal düzene müdahale etmemelidir, kültürel bir zeminde var olması yeterlidir. Katade’den aktarıldığına göre ayette sözü edilen kişilerin yüz çevirip döndükleri şey, Allah’ın kitabıdır.[1] Vahiyde mevcut ilkelere göre hüküm vermiş olan resulün hükmüne razı olmayıp başka hüküm koyuculara yönelenler aslında tağuta eğilim göstermiş kimselerdir.

Allah ve peygamberine davet edildiklerinde, müminlerin tavrı nettir. Onlar yukarıdaki ayette sözü edilenlerin aksine itaat gösterirler: “Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur, 24: 51). Allah’ın ve peygamberinin hükmüne davet edilip[2] de yüz çevirenlerin aksine her ikisinin hükmüne de itaat edenler cenneti hak eden kimselerdir. İnanç ve pratik uyumu açısından İbn Kesir’in Ebu’d-Derda’dan yaptığı nakil dikkat çekicidir: “Allah’a itaati içermeyen bir İslam yoktur. Sadece Müslümanlarla birlikte hareket etmede hayır vardır. Samimi bağlılık; Allah’a, elçisine, halifeye ve genelde tüm müminleredir.”[3] Allah’a ve resulüne itaat eden müminler, dünyada ilahi prensipleri merkeze alan bir hayatı yaşamış ve bu sayede dünyada ve ahirette mutluluğa ermişlerdir.

Görüldüğü gibi “Allah’a ve resulüne” ifadesinin geçtiği ayetlerde din uğrunda hicretin değerine ve ödüllendirileceğine, dinden yüz çevirmenin batıl bir tutum olduğuna ve insanın kurtuluşunun dine uygun bir hayat ile mümkün olabileceğine dikkat çekilmektedir.

 

[1] İbn Ebî Hatim, Abdurrahman b. Muhammed, b. İdrîs er-Râzî  (h. 327), Tefsiru’l-Kur'ani’l-Azîm, 10 c., 2. bs., Mektebetu Nezzar Mustafa el-Bâz, Suudi Arabistan, (h.) 1419, VIII, 2622.

[2] Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. 310/923), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000, XIX, 205.

[3] İbn Ebî Hatim, VIII, 2623-2624.