“Allah'a güven (vetevekkel ‘ala(A)llâh).” ifadesi, üç Medeni surenin dört ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş suresine göre ele alınacaktır.
İslam’ın amacı, öldürmek suretiyle yeryüzünde yaşayan tek kâfir kalmamasını sağlamak değil; Allah’ın birliğine inanan ve yalnızca O’na kulluk eden insanların sayısının artmasıdır. Dolayısıyla tebliğ ortamının sağlanacağı bir vasat imkânı ortaya çıkarsa bunu hemen değerlendirmek gerekir: “Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah'a güven. Muhakkak O, duyandır, bilendir.” (Enfal, 8: 61). İnkârcıların barışa yanaşmaları, Müslümanları yenilgiye uğratma konusunda ümitsizliğe düştükleri anlamına gelir. Şeytandan umut kesmeleri, onlarda doğru yolu bulma potansiyelinin artmasıyla sonuçlanabilir. Kâfirleri savaşta yenilgiye uğratmaya kıyasla onların kalplerindeki şirk, isyan, günah vb. şeyleri gidermek sonuç olarak daha hayırlıdır. Allah’a güvenip kalpleri fethetmek, ülkelerin fethine öncelenmelidir. Allah, o inkârcıların sözlerini duyar ve gerçekte ne yapmaya çalıştıklarını bilir.
Mümin kimse Allah’tan korkmalı, kâfir ve münafıklara uymamalıdır. Her şeyi gereğince bilen, onlar değil Allah’tır (Ahzab, 33: 1). Allah korkusunun en iyi göstergesi, gönderdiği vahye uygun bir inanç ve bu doğrultuda sergilenen güzel davranışlardır. Allah kimin ne yaptığını iyi bilir (Ahzab, 33: 2). Kâfirlerin ve münafıkların batıl çabalarına karşı Peygamber’e (s) yönelik Kur’anî tavsiye şöyledir: “Allah'a güven. Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab, 33: 3). Dünyevi zorluklar yaşayan müminler için kâfirlerin ve münafıkların değil, Allah’ın desteği önemlidir. Onların Müslümanlara karşı kurdukları tuzak konusunda da dayanılacak tek varlık Allah’tır.
Müminlerin, kâfir ve münafıklara gönüllü itaat etmeleri düşünülemez: “Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine de aldırma. Allah'a güven. Vekil olarak Allah yeter.” (Ahzab, 33: 48). Her iki inkârcı eğilim sahiplerinin sözlü alaylarına fazlaca yoğunlaşıp moral bozukluğu yaşamak doğru değildir. Taberi’nin ifadesiyle onların eziyetleri, Allah’ın, kullarına emrettiklerini yerine getirmekten Peygamber’i (s) alıkoymamalıdır.[1] Surenin Medeni oluşu da dikkate alındığında ayetteki “eziyetlerine de aldırma” ifadesiyle güçlü konumda olan Müslümanların “affedici” olmaya teşvik edildiği söylenebilir. İnkârcıların sözleri ve yaptıkları kayıt altına alınmakta olup varacakları yer ateştir.
Münafıklar, dünyevi çıkarlarını koruduklarını düşünerek görünüşte Resul’e (s) itaat bildirirler: “(Onlar) ‘Baş üstüne.’ diyorlar. Senin yanından ayrıldıklarında ise onlardan bir grup geceleyin senin söylediklerinden ayrı hesaplar kuruyorlar. Allah onların geceleyin kurdukları hesapları yazıyor. Sen onlara aldırma ve Allah'a güven. Allah, vekil olarak yeter.” (Nisa, 4: 81). Peygamber’e (s) itaat izlenimi bırakan bu kimseler, gerçekte isyan için plan yapmaktadır. Onlara karşı Müslümanlar dikkatli olmalıdır. Ellerine silah almadıkları sürece bu kesimler, Müslüman muamelesi görürler. Müslümanları yok etme konusunda fiili rol üstlendikleri tespit edilemediği sürece onların ikiyüzlülükleri görmezden gelinebilir. Nasıl olsa sahtekârlıkları Allah’ın melekleri tarafından kayda geçirilmektedir. Müslümanlar, Allah’a dayanmalı ve onlara gereğinden fazla vakit ayırmamalıdır. Onlardaki bu kararlılığı gören münafıkların, yanlışlarından vazgeçmeleri ve gerçekten hak yola girmeleri umulur.
Görüldüğü gibi “Allah'a güven.” ifadesinin yer aldığı ayetlerde barışa yanaşan kâfirlerle barışa teşvik, kâfirlere ve münafıklara itaatten sakındırma, münafıkların eziyetlerine aldırmama konularına dikkat çekilmektedir.
[1] Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. 310/923), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000, XX, 282.