Kur’an’da “Allah Adil Olanları Sever” İfadesi

MURAT KAYACAN

Kur’an’ın üç Medeni suresinin toplam üç ayetinde “Allah adil olanları sever. (inna(A)llâhe yuhibbu-lmuksitîn)” ifadesi yer almaktadır. Bu yazıda o ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.

Müslümanlar ilişkilerinde detaylara dikkat etmeli, Müslüman olmayanların hepsini bir kategoride değerlendirme yanlışına düşmemelidirler. Nasıl Müslümanlar Allah’a itaat konusunda tek tip değillerse Müslüman olmayanlar da isyanlarının boyutları açısından tek tip değillerdir: “Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmamış ve sizi yurtlarınızdan çıkarmamış olanlara iyilik etmekten ve onlara karşı adaletli davranmaktan sakındırmaz. Çünkü Allah adaletli davrananları sever.” (Mümtehine, 60: 8). Dinleri gereği barış içinde yaşamayı, saldırgan tutumlar içine girmemeyi prensip edinmesi gereken Müslümanlarla ilişkilerinde, Müslüman olmayanların kısmi adalet sağlamaları mümkündür. Onların hepsi de Müslümanlara zulmetmeye eğilim göstermez. Mekke’deki zulümden kaçan Müslümanlara sığınma hakkı veren Habeşistan kralı Necaşi bunun en iyi örneğidir. Müslümanların, bu tür kimselere iyi davranmaları gerekir. Müslümanların, ilişkilerinde adaleti esas almaları, en güzel tebliğ şekillerinden birisidir.

Müminler, yeryüzünde yürüyen melekler değildir. Nasıl inkârcılar arasında fiili çatışmalar oluyorsa müminler arasında da savaşlar yaşanabilir. Bu, onları günahkâr yapsa da dinden çıkmış olmalarını gerektirmez: “Eğer müminlerden iki grup çarpışırlarsa aralarını düzeltin. Biri diğerine saldırırsa saldıranla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve adil davranın. Allah adaletli davrananları sever.” (Hucurat, 49: 9). Müslümanların, aralarındaki haksızlıkları gidermek için belli bir güce sahip olması gerekir. Aksi takdirde adaleti sağlayamazlar. Allah, bu hedefi gerçekleştirmeye çalışanları sever. Müslümanların ele geçirdikleri güç, adalete hizmet etmezse zorbalıktan başka bir işe yaramaz. Ayette “Eğer müminlerden iki grup çarpışırlarsa” denilmesi, Müminler arasında çatışmanın kaçınılmaz değil, ihtimal olduğunu göstermektedir. Yani Aralarındaki savaş, kader değildir. Ayette birbiriyle savaşan “iki grup (tâifetâni)” Müslümandan söz edilmesinin, Müslüman toplum arasındaki savaşların küçük boyutlarda kalacağına işaret ettiği söylenebilir. Ancak ifadede kullanılan fiil (çarpışırlarsa) ikiden fazla grubu içerecek bir kalıptadır. Bu durumda iki grup arasındaki savaşa adil bir çözüm bulunmazsa üçüncü tarafların da savaşa tutuşması ihtimali gündeme gelmektedir. Buna fırsat vermemek için suçlu tarafın suçunun acilen tespit edilmesi gerekir. Ardından o grubun hâlâ zulmü sürdürme eğilimi göstermesi durumunda ona kaşı savaşılması da Allah yolunda savaş hükmündedir, sevaptır. Söz konusu grup, yanlış yaptığını anlayıp savaşmaktan vazgeçerse bu fırsat hemen değerlendirilmedir. Çünkü asıl olan şey, bir Müslümanın bile hayatını kaybetmesine neden olmamaktır. Azgın grubun saldırganlığını durdurup ateşkes sağlamak yetmez. Ayetteki “aralarını adaletle düzeltin” emri gereğince adalet temelli bir barış sağlanmalıdır.

Yahudiler, Medine’de Müslümanların tam hakimiyet sağlamadıkları dönemde, aralarındaki hukuki sorunları çözmek için ister kendi hâkimlerine isterse Hz. Muhammed’e (s) giderlerdi. Yahudilerdeki ahlaki zaaflar ve harama eğilim göstermeleri nedeniyle Resulullah’ın (s) onlara hukuki hizmet vermesi mecburi değildi: “Sürekli yalana kulak verir, haram yerler. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer kendilerinden yüz çevirirsen sana hiç bir zarar dokunduramazlar. Eğer hüküm verirsen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adaletli davrananları sever.” (Maide, 5: 42). Yahudiler bir yandan son peygamberi inkâr ediyorlar bir yandan da inandıklarını söyledikleri Tevrat hükmünü kenara koyma gayreti içine giriyorlardı. Onların bu tuhaf tutumuna rağmen Resulullah’ın (s), Yahudilerin hukuki sorunlarını adaletle çözmeye yönelmesi, yanlış bir tutum değildir.

Görüldüğü gibi Kur’an’da “Allah adil olanları sever.” ifadesi, bir ayette Müslümanlarla iyi geçinenlere karşı, diğerinde müminler arasında savaşa dönüşen ihtilafı çözme konusunda ve son olarak da Ehl-i Kitab’ın hukuki sorunlarını halletme bağlamında kullanılmıştır.