Kur’an’da “Ahiret de Dünya da” İfadesi

MURAT KAYACAN

Kur’an-ı Kerim’de “ahiret de dünya da” ifadesi üç ayette geçmektedir. Bu yazıda, söz konusu ifadenin geçtiği ayetleri içlerinde bulundukları surelerin nüzul sırasına göre ele alacağız. Ele alacağımız son ayet, bağlamına uygun olarak “ahiret ve dünya” şeklinde çevrilmiştir.

İnsanların yaptığı iyilikler karşılıksız kalmayacaktır. Onları hem dünyada hem de ahirette güzellikler beklemektedir. Ancak zulmetmeyi tercih edenlerin, bundan dolayı cezalandırılmaktan kaçabilmeleri, ne dünyada ne de ahirette mümkündür: “Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” (Leyl, 92: 13). Allah’ın azabından korkmaya davet edilen kişi, buna aldırmasa da Allah’tan kaçamaz. O, yarattıkları üzerinde mutlak otorite sahibidir. Ahiret de dünya da Allah’a ait ise o ikisini ya da ikisinden birini kullarına verir. Dünyayı isteyene dünyayı, ahireti isteyene ahireti verir. Dünyada da ahirette de iyilik isteyene de ikisini birden verir. O, verdiği nimetleri, dilediğine dilediği kadar verir; kulları hakkında hayırlı olanı diler. Ancak kullar, inkâra yönelirlerse dünyada verilen nimetler, onlara dünyada ve(ya) ahirette verilecek azabın gerekçesi olurlar. Ahirette; şükredenleri ödül, inkâr edenleri azap beklemektedir. Bu durumda, inkâra yönelenler, şeytana ve kendi arzularına ne kadar tâbi olurlarsa bu, sadece onların uğrayacağı azabı artıracaktır. Allah, dileseydi Cebbar (dilediğini zorla yaptıran) sıfatıyla, kullarını kötülükten alıkoyardı. Ancak O, kullarını tercihlerinde serbest bırakmayı diledi. Bundan dolayı da herkes yaptığının sonucuna katlanacaktır. İmtihanın gereği budur. Madem dünya ve ahiret Allah’ındır. Bu durumda, yalnız O’na ibadet etmek ve nihai anlamda yalnız O’ndan yardım dilemek gerekir.

Yukarıdaki ayette olduğu gibi şu ayette de ahiretin dünyadan önce belirtilmesi, ifadenin bağlamında ses uyumunu sağladığı gibi anlam olarak da ahiret hayatının dünya hayatına tercih edilmesi gerektiğini ima etmektedir: “Ahiret de dünya da Allah’ındır.” (Necm, 53: 25). Ahiret de dünya da Allah’a ait olmasına rağmen, insanların ölmüş kimseleri, melekleri evrende söz sahibi varlıklar gibi takdim etmeleri ve öylece inanmaları kabul edilemez. Bu anlamda, bazılarının büyük gördükleri zatlar için “Kâinat sizin sayenizde ayakta duruyor.” ya da “Dua ettim ettim olmadı. Uçak tam düşecekti, yetiş ya falanca dedim… Onlar uçağı tutar kaldırır.” demeleri, onların “ahiretin de dünyanın da Allah’a ait olduğu” gerçeğini göz ardı ettiklerini göstermektedir. Yine, bu dünyadan şefaatçi tayin etmek yani Kur’an’ın net olarak varlığını belirtmediği bir şeyi bu dünyada kesinleştirmek de böyledir. Ahiret ve dünya şeklinde çevirdiğimiz sözcükleri, kelime anlamıyla çevirirsek o zaman “ilk de son da” şeklinde tercüme edilebilir. Bu durumda, varlığa ilk yaratılışını vermede de onun sonunu belirlemede de Allah’ın tek yetkili olduğu anlaşılır.

Halkına karşı kibirlenip, “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” (Naziat, 79: 24) dediği aktarılan Firavun, iki azabın birden muhatabıdır: “Allah onu, ahiret ve dünya  azabıyla cezalandırdı.” (Naziat,  79: 25). Ona uygun görülen cezalardan, ahiretteki cezanın, cümlede öne alınması, o azabın dünyadakine göre daha acı verici olduğuna işaret etmektedir. Firavun, dünyada su ile cezalandırılmış ahirette de ateş ile cezalandırılacaktır. Aslında su, serinlemeyi çağrıştırırken ateş ısınmayı akla getirir. Ne var ki onları yaratan Allah, dilerse o iki nimetten, O’nu inkâr edenler için iki azap türü çıkarır. O’nun her şeye gücü yeter.

Görüldüğü gibi, üç ayet de Allah’ın kesin otoritesini vurgulamakta ve o ayetlerde, nimeti O’nun verdiği ve O’nun azabından kaçmanın mümkün olmadığı belirtilmiş olmaktadır.