Faruk Beşer’in konuyla ilgili bugünkü Yeni Şafak’ta ( Ekim 2017) yayınlanan “Hayatımızdaki Dengeyi Kur’an-ı Kerim ile Kurabilir miyiz?” başlıklı yazısı şöyle
Hayatımızda bir dengesizlik olduğu açık. Denge, yani her şeyi kıvamında yapmak.
Dünyada insandan başka denge bozucu bir varlık yoktur. Bütün varlıkların bir denge ile varoluşlarını sürdürmeleri bir yana, hepsi dengeyi korumak için çalışır. Bu durum bile başlı başına Allah’ın gücünü ve yaratmasındaki hikmeti ortaya koymaya yeter. Sadece havadaki oksijen ve azot dengesi azıcık bozulsa hayat diye bir şey kalmaz. Sırf insandır ki, kendi dengesini de dünyanın dengesini de bozar. Çünkü iradesi olan ve gücü nispetinde dilediğini yapabilen tek varlık insandır.
Kuranıkerim’in kâinattaki dengeden çokça söz ettiğini hepimiz biliyoruz.
‘Biz her şeyi bir ölçü ile yarattık’, ‘Güneş de Ay da çok dakik bir hesapladır’, ‘Allah göğü yükseltti ve mizanı/ölçü ve dengeyi koydu, ta ki, ölçme ve dengelemede yanlış yapmayasınız. Denkliği sağlam yapın, dengeyi bozmayın’. ‘Biz gönderdiğimiz her elçimizi açık delillerle göndermiş, her birine hem kitap hem de mizan/ölçü vermişiz’. Allah bu ümmetin temel vasfının vasat bir ümmet olması olduğunu da söyler. Vasat, yani uçlar arasında dengeli bir orta yol.
Mizan vezinden gelir, tartma ve dengeleme demektir. Teraziye de mizan denir. Hukuk da mizandır. Dilimizde terazi mizan kurulacak ifadesi vardır. Aslında terazi kelimesi de karşılıklı rızalaşma demektir ve yine bir dengeyi ifade eder. İki tarafın da kabul edebileceği bir orta çizgiyi anlatır. Allah Yahudi ve Hıristiyanları, ‘ey Ehlikitap, dininizde haddi aşmayın’ diye uyarır. Çünkü bu her iki din mensupları da Allah’ın koyduğu dengeyi bozdular. Ya bir beşeri/İsa’yı ilah gördüler, ya da Allah’ı eksik bildiler. Ya dünyayı büyütüp ahireti yok saydılar, ya da dünyayı terk edip ruhbanlık yaptılar.
Resulüllah (sa) ‘Sizin hayırlınız, ne ahireti için dünyayı terk edeniniz, ne de dünyası için ahireti terk edeninizdir. Aksine her birine gereği kadar değer vereninizdir’ (İbn Mace) buyurmuştur.
Bunlar nereden aklıma geldi? Kuranıkerim okumalarım sırasında hep dikkatimi çeker; Kuran’ın ele aldığı konularda da bir dengenin bulunuyor olması gerekir. Öyle ya, mademki o, dünyanın sonuna kadar bütün insanlığın rehberidir, birilerinin zannettiği gibi hükümleri tarihsel ve bölgesel değildir, o halde bütün zamanlar için dengeli bir içeriğe sahip olmalı değil midir? Kısaca kıyamete kadar gelecek insanlık tarihi için neyin ne kadar yeri, gereği ve değeri olacaksa Kuranıkerim ona o ölçüde yer vermiş olmalıdır. Bize düşen de bu ölçüyü anlayıp, dengeyi buna göre kurmamızdır.
Dünya ve ahiret dengesi, cihat, tefekkür ve ibadet dengesi, sevgi ve nefret dengesi, kazanma ve harcama dengesi, tabiat bilgisi, yani fizik kimya astronomi bitki hayvan vb bilimi ve din ilmi dengesi, ilim ve amel dengesi, çalışma ve istirahat etme dengesi ilah.
Bunlara baktığımızda günümüzde müslümanların bu dengeleri iyi kuramadıklarına şahit oluruz. Mesela en temel ibadetler olan namaz, oruç ve hacdan bahseden ayetlerle, göklerin yaradılışından, yıldızlardan, aydan ve güneşten, dağlardan, bitkilerden ve hayvanlardan bahseden ayetler arasındaki sayısal denge Müslümanların ruznamelerinde var mıdır? Mesela namaz kılın ayetiyle, yerlerde ve göklerde neler olduğuna bir bakın, devenin nasıl yaratıldığını inceleyin, nazar budur, gibi ayetler arasında Allah’ın kulundan istediği şeyler bakımından bir fark var mıdır? En nihayet belki şöyle bir farktan söz edilebilir, birisi bütün mükellefler için geçerlidir, yani farzı ayındır, diğeri yeterli olacak ölçüde mükelleften istenmektedir, yani farzı kifayedir. İyi de, farzı kifayeyi yeterli ölçüde mükellef yerine getirmediğinde o herkes için farzı ayın olmaz mı? Kuranıkerim’de kaç tane ahkam ayeti, kaç tane varlığı tanımamızı isteyen ayet vardır?
Benim rahmetli babam günde tam on iki vakit namaz kılar, en az iki saat tarikat dersi yapardı. Zaten başka bir şey yapamayanlar için hadi bunu normal sayalım, ama bunu herkes için en güzel İslam diye görebilir miyiz?
İşte bu açıdan Kuranıkerim’e baktığımızda onda imanın, takvanın, küfrün nifakın, Yahudilerin, Hıristiyanların, varlık ve kâinat hakkında kafa yormanın, cenneti ve cehennemi düşünüp hesaba katmanın, vermenin ve bölüşmenin, dürüstlüğün ve istikametin namaz ve oruçtan çok daha fazla yer aldıklarını görürüz. O halde Allah (cc) Ehlikitaba, ‘dininizde haddi aşmayın’ buyururken, bunu aynı zamanda bize de söylemiş olmaz mı?
Mesela Yahudi ve Hıristiyanların düşmanlıklarını ve hatalarını öne çıkararak onlardan bu kadar söz edilmiş olması bizim bunu hesaba katıp gerekeni yapmamızı gerektirmez mi?