Kur’an’a Dönüş’te Vahyin Oturduğu Zemini Tanımak -2

BÜLENT ŞAHİN ERDEĞER

Kur’ân’ın;

·    gerçekten “Ne dediği?”

·     sonra “Neyi hedeflediği?”

·      ve bizim bugün ne dediğiyle hedeflenenler arasında “Nasıl bir bağ kuracağımız?”

Bu üç temel soru üzerine başlattığımız zihnî çabamızı Kur’ân üzerine yapılmış tüm birikimi göz ardı etmeden sistematikleştirmeliyiz. Daha önceleri “Gelenek: Tanımlama ve Bakışımız Ne Olmalı?” başlıklı çalışmamızda irdelediğimiz “Gelenek”teki Kur’ân üzerine üretilmiş birikimden olabildiğince özlü biçimde yararlanmalıyız. Özellikle İlk dönem /Hicri 1-2. Yüzyıllar) tefsir ve dilbilim eserlerinin Kur’ân’ın ortaya çıktığı 23 yıllık gelişim sürecinde “ne dediği?”ni anlamada çok önemli katkıları olduğunu vurgulamak gerekiyor.  Ama bu eserlerinde çok yakın olsalar da Kur’ân sonrasına ait olduklarını hatırdan çıkartmamalıyız. Kur’ân ilâhî bir cevap ve hitâb olduğu için Kur’ân mesajını doğru anlamanın olmazsa olmaz şartlarından birisi de Nuzûl ortamını/ortaya çıkış ve gelişim sürecini iyi bilmek ve bu ortamın şartlarını gözeterek Kur’ân’daki kelime ve kavramlara yaklaşmak olmalıdır.  

Kur’ân’ın gerçekten “Ne dediği?”ne dair sağlıklı cevaplar bulamazsak, Kur’ân’ın söylemediği şeyleri ona söyleterek kurgusal bir zemin üzerinden yorum yapmaya başlarız ki ne demek istediğine yönelik yorumun da “hastalıklı” olmasına yol açar. Kur’ân’ı doğru yorumlayabilmek için öncelikle neyin Kur’ân olup olmadığını belirlemek gerekirken bunu kast ediyoruz. Bu soruya doğru cevap veremeyenlerin ifadelerimizden Kur’ân’ın yorumlanmaması gerektiği gibi hiçbir zaman katılamayacağımız bir şeyi kast ettiğimizi anlamaları ise halen birinci soruya cevap verme kaygısında olunmayışındandır.

Kur’ân ortaya çıktığı dönemin Arapçasını kullanıyor, ilk muhatapların soru(n)larına cevap veriyor ve onların tasavvurlarını kalkış noktası ediniyordu. Dolayısıyla teknik olarak “doğru anlam” ilk muhatabın anladığıydı. Biz de doğal olarak onun neyin anladığının peşine düşerek adeta teşbîhen “filmi geriye sararak” Kur’ân dönemi algı dünyasına ait ne varsa onlara ulaşmalı onların kelimeleri nasıl anlamlandırdığını esas almalıyız. Ama bundan da önce “Filmin başlamasından önce” var olan arka planı yani “çekim aşaması”nı da göz önüne almalıyız. İmâm-ı Şatıbî’nin (rh.a) “Şeriat’ın Ümmiliği” olarak tanımladığı olgu çerçevesinde geliştirilmiş bir usul teklifidir.

NUZÛL ORTAMI VE ÖNCESİ

O halde Kur’ân’ın oturduğu tarihsel sürekliliği iyi tespit etmeli, filmin orta karesinde yer alan Kur’ân’ı doğru okumak ve anlamak için onun öncesini ve sonrasını öğrenmeli ve bu öncelik ve sonralığın ortasına yani ait olduğu sosyo-tarihsel kültüre Kur’ân’ı yerleştirmeliyiz.

Bu olguyu şöyle şematize edebiliriz:

Kur’ân’ın üslup özellikleri ve muhataplarıyla girdiği diyaloğun bağlamı  gereke akâid gerekse de hükümler konusunda önem arz etmektedir. Nüzûl ortamı ve öncesinden kastımız Kur’ân’ın geniş bir perspektifle baktığımızda oturduğu bağlamı tespit etmektir.

Bilindiği üzere Kur’ân, Dünya dinler tarihi açısından Semitik Dil evreninde İbrahimî tek tanrılı dinler bölgesinde ortaya çıkmış, kendisini İbrahim’in İsmail kanalıyla gelen Haniflik üzerine bina eden, bununla beraber İshak (as) kanalıyla oluşan Yahudilik ve Hristiyanlık’la ve Yahya (as) kanalıyla oluşan “Sabiilik” (Mandeanizm) le “akraba” olan bir konumda tanımlamıştır. Bu bağlamda “el-İslâm” Tektanrıcılığın Ortadoğu’daki son halkasını teşkil etmektedir. Hanifliğin olgunlaşması, Yahudi/Mesihi ve Sabii kültürlerin ise ıslah edilmesi temelinde gelişen el-İslâm mesajı bu açıdan yepyeni bir öğreti getirmemekte, Tevhidî Dünya görüşünü sistemleştirerek “ihya, ıslah ve yenileme” görevini icra etmektedir. İşte Nüzul öncesinden kast ettiğimiz bu Dinler Tarihi bağlamı Vahyin ortalama 23 yıllık aşamalı gelişim süreciyle Nüzul ortamı bağlamına dönüşmüştür. Nüzul ortamı, dejenere olmuş İsmâilî geleneğin iyi yönlerini ihya edip şirk bulanan yönlerini restore etmekte, sonradan eklenmiş virüslü şirk yönlerini ise tasfiye etmektedir.

Bu sebeple Kur’an’ın üslup özellikleri ve anlatım tekniklerini (Belağat’ul Kur’ân) iyi kavrayabilmek için, İlâhi hitab’ın hangi kavgada kime ne cevap verdiğini anlamak için bu bağlamı yakalamamız şarttır. Bu da doğal olarak iyi bir Dinler tarihi arka planına ve Cahiliyye kültürünü tanımaya bizleri götürecektir.

Cahiliyye’nin tanınması özellikle Mekke dönemi ilgi alanları ve genel olarak tüm vahiy süreci için önem arz etmektedir. Bu alanın araştırılması Hz. Peygamber ve arkadaşlarının geçmiş kültürel arka planlarını/ tasavvur dünyalarını ve müşriklerin mesajla tutuştukları kavganın sebeplerini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Bu bağlamın iyi bilinmesi, Kur’ân’ın kullandığı söylemin nerede cevap, nerede haber/bilgilendirme, nerede öykülendirme olduğunun tespiti için gereklidir. Bu konuda bugüne kadar ortaya konmuş en kapsamlı çalışma Dr. Cevâd Ali’nin, “el-Mufassal fî tarîhi'l-Arab kable'l-İslâm”, isimli 9 Ciltlik ansiklopedik eseridir. Arapların dini ritüelleri, gaybi inançları, kozmoloji algıları ve her şeyden önemlisi günlük hayatta kullandıkları kelime ve kavram dünyası birinci elden ayetlerde geçen kelimelerin nasıl bir anlam zeminine sahip oldukları ve Nûzul sürecinde nasıl bir gelişim izlediklerini anlamamız açısından önem taşımaktadır. Bunun için de İslâm öncesi Arap Mitolojisi, tarih ve kültürüne dair tüm materyaller (Bu konudaki en iyi kaynak İbn-i Habîb’in “el-Muhabber” isimli eseridir. Özellikle de Arap dili ve edebiyatının bel kemiğini oluşturan “Câhiliyye Şiiri” çok önemli bir adres niteliğindedir. Cahiliye’yi tanımak Kur’an’ın ilk muhataplarının düşünüş şekillerini, kozmoloji-din ve yaşam tasavvurlarını anlamak açısından önemlidir. Çünkü Kur’ân çoğu kez Arâbî bir hitab olması dolayısıyla bu tasavvuru muhatap alıp o tasavvur üzerinden mesajlarını işlemekte, o tasavvura hitab ettiğinden örneklemelerine ve diğer tüm üslup özelliklerini bu tasavvur ekseninde şekil vermektedir.

Kur’an öncesi bağlamı anlamak için Yahudi kültürünün şekilleniş sürecinin, “Tanakh/Eski Ahid” olarak adlandırılan geniş Yahudi kutsal yazılar/yazmalar külliyatını ve Mişna/Talmud/Gemara olarak adlandırılan Sözlü Yahudi dinsel kültürünü de tanımak gerekiyor.

Daha sonra ise gelişen İsa Mesih hareketi’nin tevhidî kollarıyla Pavlusçu/Teslisçi kollarının bölgedeki durumu da dikkatle incelenmelidir.  Tüm bu araştırma-inceleme çalışmaları hem kendi özellerinde ana yapıları hem de 630’lu yıllarda Arabistan yarımadasındaki durumlarına odaklanılarak gerçekleştirilmelidir. Böylece Kur’ân’ın muhatap aldığı “Ehl-i Kitâb”’ın kim olduğuna dair sağlıklı cevaplar bulabiliriz.

(Arapça/İbranice ya da İngilizce bilmeyen okur için ismini verdiğimiz ya da muâdili kaynaklardan hazırlanmış ilmî çalışmalar çalışmamızsın sonunda bir liste olarak istifadeye sunulacaktır.)

Özellikle Ehl-i Kitâb ile girilen tartışmalara cevap olarak inen ayetler ve Ehl-i Kitab’ın da kültüründe zaten varolan/bilinen konulara değinen, düzelten ya da aynen iktibas eden ayetlerin bağlamları böylelikle tespit edilebilir.

Kur’ân’ın bir boşluğa inmediği gerçeğinden hareketle yapılması gereken bu tanıma ameliyesi Vahyî hitâb’ın karakteristik özelliklerini, üslup özelliklerini ve Nüzul dönemi gündemlerini anlamamızı sağlayacaktır. Böylece herhangi bir tartışmada cevap olarak gelen bir ayeti, yepyeni bir bilgilendirme imiş gibi anlamayacak, zaten o dönemde bilindiği için hazf edilen konularıhn dışında söz konusu ayetleri anlamlandırmamış olacağız. Bu yanlış anlama ve beraberinde yanlış yorumlamalara örnek olarak Şefaat’ten bahseden ayetleri ya da  Vahy’in gaybî kaynağını/meşruiyetini sorgulayanlara yönelik verilen cevabî ayetleri örnek verebiliriz.  Kur’ân öncesi dönemin/ zeminine yönelik faslı böylelikle sonlandırıyoruz.

Hemen hatırlatalım ki kimi kardeşlerimizde doğan “uzmanlık sendromu” haklı sebeplere dayanmaktadır. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesini anlayabileceğimiz gibi bu sebeple “hiç yoğurt yememesini” anlamsız da bulmaktayız. Bahsini ettiğimiz Usul’e giriş denemesi yeni otoriteler ihdâs ederek Kur’ân’la muhataplar arasına yeni engeller çıkarmak değil, aksine ilk makalemizde de bahsettiğimiz gibi Kur’ân ile aramızda açılan 1400 yıllık geniş açı sebebiyle araya giren parazitlerden mümkün olduğunca özgürleşerek Kur’ân nüzul döneminde nasıl anlaşıldı? Sorusuna cevaplar aramaktır. Bu sebeple bu açıyı kapatmaya/en azından daraltmaya yönelik çabamızda Kur’ân’ı anlamamızda yardımcı olacak olan kaynaklara dil, kültür vs. sebeplerle bireysel olarak ulaşamasak ta en azından bu kaynaklardan beslenmiş ilmî çalışma ve çabalarla istişare içinde olmamız bu etkenleri önemsememiz gerekmektedir.

Üçüncü makalemizde Kur’ân'ın Nuzûl Süreci aşamasını ve bu aşamayı anlamaya çalışırken ne gibi ilkelerle hareket edilmesi gerektiği, hangi yardımcı kaynaklara başvurulması gerektiğini konu edineceğiz.

Allah’a emanet olunuz…