Bundan bir süre önce Taraf yazarı Ayşe Hür, Kur'an'ın tevatüren bugüne kadar bize gelen 'metni'nin sıhhati konusunda kuşku uyandırıcı iki yazı yazıp "birden fazla Kur'an" olduğunu iddia etti (28 Ağustos-4 Eylül 2011). Konu haklı olarak çeşitli tartışmalara yol açtı. Değerli yazarımız Ali Ünal, Zaman'da güzel bir cevap yazdı (31 Ağustos). Çok sayıda okuyucum benden de konuyla ilgilenmemi talep ediyor.
Belirtmek gerekir ki, yazara cevap verme niyetim yok. Çünkü bir konunun esasıyla ilgili fahiş bilgi yanlışlığı (maddi hata) yapılıyorsa ve bu vahim hataya rağmen yazar hâlâ yazmaya devam ediyorsa alınacak muhatap yoktur. Söylediklerimin havada kalan 'suçlamalar' sınıfında ele alınmaması için sadece iki maddi hatayı zikretmekle yetineceğim, o da "vahy kâtipleri"yle ilgili olacaktır.
Kendinden emin bir üslupla "vahy kâtipleri"nin etnik ve dinî kökeni ve sayısıyla ilgili bir uzlaşma olmadığını belirten yazar "İslami kaynaklarda adı en çok tekrarlananlar" olarak şu isimleri sıralamaktadır: "Yunanlı Bel'am, Yaiş, Yemenli Cebr, Yessar, Addas, İman, İranlı Selman, Yahudi Bahura, Verka, Abdullah ibn Selam".
Bu listede tanıdık iki isim var sadece: Selman-ı Farisi ve Abdullah ibn Selam. Diğerleri ne kaynaklarda geçer ne isimlerini duymuş bir Allah'ın kulu var. Hz. Musa zamanı Mısırı'nda yaşamış bulunan Bel'am'ı, Efendimiz'i küçük çocukken Şam tarafında görmüş Rahip Bahira'yı; Yemenli Cebr, Addas, İman, Verka diye bilinmedik kavram ve isimleri 'vahy kâtipliği'ne kaydeden bir yazar ciddiye alınır mı? Olsa olsa, bu ardı arkası gelmeyen itirazın nereden kaynaklandığı meselesi üzerinde durulur. Biz de öyle yapacağız.
Yazarın ikinci vahim maddi hatası "kıraat farkı"nı "farklı Kur'anlar"ı çağrıştıracak şekilde ele almasıdır. Kıraat farkı İslami literatürde çok meşhurdur (Bkz. Sıracaddin Öztoprak, Kur'an Kıraati -Kıraat-i aşere-, Beyan Y. İst.) Kıraat farkı hem tefsire, hem fıkhi içtihatlara hem İslam'ın irfan mirasına büyük zenginlik katmıştır. Ancak farklı kıraatlar, İslam inancının ve İslami hükümlerin esasıyla ilgili temel hiçbir farklılık getirmemiştir. Bu da İslam vahyinin mucizevi özelliklerinden biridir. Çünkü bizzat Hz. Peygamber (sas) "Kur'an yedi harf üzere inmiştir" (Müsned, I, 24) buyurmuştur ki, sonraları icma ile temel alınan Kureyş lehçesidir. Burada kıraat (vecih) farkını iki düzeyde düşünmek lazım: Biri farklı tefsir ve içtihatları mümkün kılan kıraat farkı, diğeri lehçe (ağız) farkıdır. Vahyin esasını -itikat, ibadet, ahlak, muamelat ve ukubat- hiçbir şekilde etkilemeyen kıraat farkı İslami mirasın zenginliğidir; lehçe farkı ise ağız farkıdır. Mesela Urfalıların "sana-bana"ya "siye-biye"; Trakyalıların "hayat"a "h" harfini hazfedip "ayat", "helal"e "elal"; Karadenizlilerin "Dursun"a "Tursun"; Egelilerin "Bakayım"a "Bakem" veya "Dükkân"a "Dukkan"; Mısırlıların "kalb"e "elb", "cemal"e "gemal" demeleri gibi. Kureyş lehçesi, Türkçede "İstanbul -hatta Kadıköy- Türkçesi"ne tekabül eder. Doğru telaffuz İstanbul Türkçesidir. Ermenistan seferinden sonra telaffuz farkının tehlikelere yol açacağına karar verildiğinde, Kur'an'ın Kureyş lehçesiyle yazılmasına karar verildi ki, bu lehçe üzerine Sünni, Şii, Zeydi, Zahiri, İbadi bütün İslam mezhepleri ve bilginleri icma etmiş bulunmaktadır.
Buna rağmen lehçe farkı eğer iddia edildiği seviyelerde önemli ise bu iddia sahiplerinin bize iki konuda tatmin edici itirazlarda bulunmaları gerekir:
a) Kıraat farkı "birden fazla Kur'an"a mesnet teşkil ediyorsa, bu kıraat farklarının ne gibi temel farklılıklara yol açtıklarını bize somut olarak göstermeleri gerekir. Mesela kıraat farkı, farklı itikadlara, farklı hükümlere mi yol açıyor? Bize hiç değilse bir iki örnek göstermeleri icap eder.
b) Yemame ve Ermenistan seferinden sonra toplanan Kur'an'da eksik veya fazlalıklar varsa, -şaz rivayetler, "kıyle" hükmündeki söylentiler, gulat-ı Şia fırkaları dışında- bunlar da somut olarak ortaya konulmalı.
Belirtmek gerekir ki bu iş üzerinde vargücüyle çalışan Hıristiyan ve oryantalist dünyada henüz böyle bir çalışma yapılmadı.
ZAMAN