"Kur’an ve Sünnetin Anlaşılmasında Geleneğin Etkisi" Semineri

Özgür-Der Amasya Temsilciliğinin bu haftaki konuğu Bülent Şahin Erdeğer'di.

Özgür-Der Amasya Temsilciği salonunda gerçekleştirilen seminerde, İstanbul Özgür-Der Genel Merkezinden Bülent Şahin ERDEĞER, konuyla ilgili olarak şu hususları dile getirdi.

GELENEK, GELENEKCİLİK VE ANTİGELENEKCİLİK

Gelenek terimi tıpkı laiklik ve demokrasi gibi batı kaynaklı, batıya ait olan ve bizim ödünç olarak kullanmak zorunda kaldığımız bir kavram. Gelenek teriminin bizdeki karşılığı ÖRF olup, İslami İlimlerde örf batıl (yanlış – geçersiz) ve maruf (doğru – geçerli) olmak üzere iki kısma ayrılıp, toptan ret edilmez. Geleneğin batıl olan kısmı atılıp, maruf olan kısmı alınır.

Günümüzde  bazı İslamcılar geleneği batıl ve maruf olarak ayırmadan tümden idealize eden gelenekçilik anlayışına kapıldıkları gibi ki bunun en ileri örneği Guneon tarzı Batıniliktir,  bazıları da evrenselci modernizm adına antigelenekçi olarak geleneği tümden ret etmektedirler.

İfrat ve tefrit olan her iki tutum da yanlış olup, doğru tutum geleneğin Kur’an ve mütevatir sünnet süzgecinden geçirilmesi ve batıl olan kısımlarının ret edilip, maruf olan kısımlarının kabul edilmesidir.

Geleneğin içindeki batıl ve maruf olan kısımlarının ayırt edilip ayıklanmasında elimizdeki temel ayraç – kıstas Kur’andır. Kur’an indiği dönemdeki geleneğe Furkan olarak müdahale edip batıl ve maruf olanını ayırt ettiği gibi, bu günde bizler geleneğimize Kur’anla müdahale edip batıl ve maruf olanını ayırt etmek durumundayız.

 

KUR’ANIN İNDİĞİ DÖNEMDE KABUL ETTİĞİ MARUF GELENEK UYGULAMALARI

Kur’an indiği dönemde Mekkelilerin İbrahim ve İsmail (as)’dan kalan namaz, oruç, haç, zekat gibi ibadi geleneklerindeki batıl kısımları ayıklayıp, maruf olan kısımlarını aynen sürdürmesini Peygamberimiz'e emretmiştir.

Kur’an tarafından ayıklanarak peygamberimiz tarafından doğru formu bizzat uygulamalı olarak ortaya konmuş olan bu ibadi gelenekler, İslam ümmetince 1400 yıllık süreçte nesilden nesile kesintisiz uygulamalı olarak aktarılan mütevatir sünnet olarak günümüze kadar gelmiştir.

Günümüzde bu ibadetler hususunda yaşadığımız yerlerde mevcut olan uygulamaları süzgeçten geçireceğimiz temel süzgeç Kur’an-ı Furkân olduğu gibi, pratik olarakta ümmetin üzerinde icma ettiği mütevatir derecesindeki uygulamalardır.

Yine Kur’an indiği dönemdeki himaye müssesesi gibi maruf olan uygulamalar ile, o dönemde mevcut olan uluslararası hukuk uygulamalarının hak ve adalete uygun olan kısımlarını aynen tasvip ederek uygulanmasını tavsiye etmiştir. Bu durum günümüzde bunlara benzer sosyal ve siyasal uygulamalara – geleneğe bakış açımızın nasıl olması gerektiğini ortaya koymaktadır.

GELENEĞİN DEĞERLENDİRİLMESİDEKİ ÖLÇÜNÜN BOZULMASI

Kur’an indiği dönemde geleneği batıl ve maruf olarak ayırdığı gibi, peygamberimizin vefatından sonra da Müslümanlar bu ölçüyü bir süre devam ettirdiler. Ne var ki, 3. Halife zamanında yapılan bazı yanlış uygulamalarla bu ölçüde bazı çatlaklar oluşmaya başladı ve bu çatlaklar onun öldürülmesiyle derinleşti. 4. Halife Ali (ra)’ın katledilmesiyle iyice belirgenleşen bu çatlaklar, Muaviye’nin saltanatı ele geçirmesinin ardından derin uçurumlara dönüştü.

Müslümanların ilk Kralı Muaviye b. Ebu Süfyan zamanına kadar istişare eksenli olan yönetim, Muaviye ile mutlak saltanata dönüştü ve tepede başlayan çürüme Kerbela ve Harre faciaları ile gün yüzüne çıktı, Haccac-ı Zalim döneminde ise toplumun orta kesimine kadar sirayet etti ve iş Haccac’ın Kabe’yi mancılıkla taş atıp yıkmasına kadar ileri gitti.

Emevilerin yıkılmasının ardından iktidara gelen Abbasiler döneminde ise, Zındıklar denen paralel bir din grubu ortaya çıktı. Zend Avesta okuyan gnostik (gizli sır) dini anlayışa mensup olan bu kişiler, Müslüman görünerek kendilerini gizlemekle kalmadılar; kendi batıl dinlerinin esaslarını Şiilik ve tasavvuf kılıfında, ebced, cifir, hulul anlayışları gibi araçlarla İslam’a sokmayı başardılar ki, bu gün hala bunların İslam’a soktuğu zehirleri arıtabilmiş değiliz.

KUR’AN MÜSLÜMANLIĞINDAN RİVAYET MÜSLÜMANLIĞINA

Bu döneme kadar geleneğin değerlendirilmesinde temel kıstas Kur’an ve mütevatir/uygulamalı/yaşayan sünnet iken, bu dönemde bunlara aykırı yeni din anlayışları oluştu. Bu devirde ortaya çıkıp, Kur’an gibi vahiy ve korunmuş olmadığından kesin bilgi (ilim) ifade etmeyen zanni hadis rivayetlerini adeta Kur’an ayetleri gibi kesin bilgi kaynağı olarak gören EHLİ-HADİSCİ anlayış oluşmaya başladı.

Bu anlayış o derece ileri gitti ki, eğer hadis rivayetleri Kur’an ayetleriyle çelişirse, ayetleri o hadis rivayetlerine göre yorumlamaya ve hatta bu rivayetlerin o ayetleri nesh etiğini iddia etmeye kadar işi götürdüler. Bu yöntemle Kur'an'ın mushafı-lafzının işlevselliği yani Furkân olması etkisiz hale getirildi.

Bunun ardından Kur’andaki ayetlerinin birbirlerini geçersiz kıldığına dair nesh iddiası Kur’anın temel ölçü olmasına ciddi bir darbe daha vurdu. Hadis Müslümanlığının bu günkü yansıması, ayet ve hadisleri hikmetsiz bir şekilde uygulamaya çalışan ve aynı İslam anlayışına sahip bile olsa kendilerine katılmayan herkesin katlini mübah gören IŞİD anlayışıdır.

Bunun ardından gelen, Kur’an ayetleri dışında da peygamberimize gayri metluv (Okunmayan) vahiyler indirildiği iddiası da, Ali (ra) ile soyundan geleceklere hilafetin verildiğine dair peygamberimize Gadir-Hum'da vahiy indirildiğine dair iddiayı esas alan Şiilik diye –adeta- ayrı bir dinin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu gün Irak ve Suriye’de ki radikal Şiiler Sünnileri dindaşları olarak değil, ayrı dinden birileri olarak görmekte ve rahatça öldürmektedirler. Benzeri bir bakış karşı cenahta da mevcuttur. 

Hadis Müslümanlığı ile geleneğin maruf kısmından olmakla beraber dinin asıllarından olmayan pek çok husus akide haline getirildi. Mesela hilafet meselesi, ayaklara yada mestlere mesh etmek meselesi, kadere iman meselesi gibi.

GELENEĞİN KUR’AN VE SÜNNETİN ANLAŞILMASINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Maruf Geleneğin önemli yönü ise, Kur’an ve Sünnetin anlaşılmasında vazgeçilmez oluşudur. Bizler Kur’an ve Sünneti doğru anlayabilmek için, Peygamberimiz dönemindeki geleneği batıl ve maruf yönleriyle iyi bilmek durumundayız. Çünkü Kur’an sözlü bir hitap olarak o günkü geleneğe müdahale edip, batıl yönlerini red, maruf yönlerini tasdik ettiği için, o günkü geleneğe batıl ve maruf yönleriyle yeterince vakıf olmadan bu hitabı hakıkıyla anlayabilmemiz mümkün olmaz.

Kur’an indiği dönemdeki Araplar ayetlerin hemen hemen tamamını anlıyor, anlayamadıkları istisnaları da Peygamberimiz'e soruyorlardı. Bu nedenle Kur’an ayetlerini o günkü Arapların anladığı şekilde anlamak, kelimelere o gün kullanıldığı manaları vermek durumundayız Kur’anı doğru anlayabilmek için.

O günkü geleneği dikkate almadan Kur’anı anlamaya çalışmak, tıpkı Kemalizmin uygulamaları gibi bir sonuç verir ve Kur’anı geleneğin bozuk etkileriyle yanlış anlamaktan daha yıkıcı sonuçlar doğurur. Edip Yüksel ve Y.N.Öztürk gibi geleneği sıfırlayan bir bakış açısıyla Kur’anı anlamaya çalışmak, Kur’anı nefsimizin hevasının bozucu etkileriyle şeytani bir anlamaya vesile olur.

Ne Kur’an’ın indiği dönemdeki Arap geleneğini-tarihsel bağlamı anlamadan Kur’anı ve sünneti doğru anlayabiliriz, ne de Müslümanların 1400 yıllık geleneğini doğru anlamadan İslam’ın günümüze bakan yüzünü doğru okuyabiliriz. Elbette 1400 yıllık geleneğimizde pek çok batıl vardır ama pek çok maruf hususta vardır. Bize düşen Kur’an ve mütevatir sünnet ışığında 1400 yıllık geleneğimizin batıl kısımlarını ayıklayıp çıkarmak, maruf olan kısımlarını devam ettirerek gelecek nesillere aktarmaktır. 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi