Bu hafta Bartın Özgür-Der’in konuğu Yılmaz Çakır’dı. ‘’Kuran-Sünnet Algımızda Ölçü Sorunu’’ konulu seminer sunumunda Çakır şunlara değindi:
Müslümanlar olarak yaşadığımız bu ülkede ele almamız gereken bu konuya ‘neyi kaybettik, ne vardı elimizde’ bağlamıyla bakmalıyız. Hatırlayalım, ‘Kuran ve Sünnet’ bir dönemler rejimin tehlikeli bulduğu sloganlar arasındaydı. O dönem yaşanan toplumsal travmayı nereden geldiğimizi bilmemiz açısından unutmamamız gerekir. Müslümanların cahil bırakıldığı, adeta Firavunun o çok güvendiği sihirbazlarının sihri gibi etki bırakacağı düşünülen topluma dayatılmış batıcılığı, laikliği, dinde reform arayışlarını hatta dinsizliği unutmamamız, unutturmamamız şarttır.
Demokrat Parti’nin 1950’lerde iktidara gelmesiyle toplumda görece bir rahatlama olmuştu. Altmış yetmiş yıldır yasaklı olan Müslüman kitle Elmalılı Hamdilerin, M. Akiflerin söylediklerini yeniden söyler hale gelmişti. Söyleyenler topluma, yeni bir şey getirmediler. ‘Fetrette kaybettiklerimizi nasıl temin ederiz, yeniden bireysel ve toplumsal alanlarda İslam gelir mi, imanlı nesil var olur mu’ gibi ortak amaca mebni çabalar ortaya koydular. Mahrum bırakıldıkları Kuran’ı ve Rasulün (s) sünnetini lafzen de olsa, niteliğiyle bağ kuramasalar da baş tacı ettiler. Çünkü Kuran ve sahih sünnetle bağlar tarihten de çok kuvvetli gelmiyordu.
Dayatma yıllarında halkın dini değerlerine ağır yasaklar gelmiş, İslam salt ahlaka, kültüre indirgenmeye çalışılmıştı. İnsanların din özgürlüğünün elinden alındığı laik Cumhuriyetin ilk yıllarında yasaklar Kuran ve Sünnetin unutturulmasına, şeriatın tüm hayattan tasfiyesine dönük işlemişti. Osmanlı dönemindeki işleyişte dinin kitabi yönü vardı, medreselerden de iyi derecede mütefekkir, âlim nitelikte insanlar yetişebiliyordu. İslam fıkhi alanda mer’i sistemin kontrolüyle şekilleniyordu belki ama bu, şimdiki batıcıların İslam’a mutlak karşıtlığı ve düşmanlığı üzerinden olmuyordu. İctimai ve siyasi alanda örf esas alınıyordu ama yaşanan İslamsız bir dönem de değildi. Oysa bu konudaki asıl kırılma, Cumhuriyetin inkılaplar dönemiyle başlayan tek parti yıllarında, İslamcı kadroların tasfiyesinin amaçlandığı, laikliğin bilhassa eğitim ve içtimai alanlarda devlet eliyle uygulandığı yeni süreçte (modernleşme-laiklik-batılılaşmayla) yaşanır olmuştu.
Yetmişlerle birlikte tercüme faaliyetleri görülür oldu. İslami duyarlılığa sahip gençlerde, nitelikli İslami uyanışı bu kültürel hareketlilik olumlu yönde geliştirdi. Ümmet coğrafyasının diğer bölgelerinde benzer süreçleri yaşayan ve çözüm yolu olarak ‘İslami kimliğin yeniden inşası ve emri bil maruf nehyi anil münker sorumluluğu’nu kavrayıp toplumsal ıslahı önceleyen mütefekkirlerin kitaplarının Türkçeye tercüme edilmesi buna önemli katkı sundu. Kuran’ın tüm zulümatı aydınlatacak yegâne kılavuz olduğu, Rasülullah a.s’ın örnekliğinin hayata ilişkin rolü, Müslümanların ümmet olmalarının gerekliliği, İslam kardeşliği, infak bilinci, aktüel olayları İslami perspektifle değerlendirme, hikmet ve basiret üzerinde çıkış yolları üzerinde arayışlar konularında bu eserlerin rolü büyük oldu.
Tarih boyunca Müslümanlar usulü-d din ve usul-ü fıkıh temelleri üzerinde tedrisat geleneğini sürdürdüler. İslam, hukuk, iktisat, siyaset, adalet ve içtimai hayatın tüm alanlarında hüküm vaz eden bir dindir. Adaleti, iyiliği, toplumsal dayanışmayı, toplum maslahatını, nesillerin geleceğini, aile yaşamını, kişisel yaşam ve kamu hakkını Rabbimizin emir ve nehiylerini gözeterek bina eden ve sahih gelenekle kuşaklara ulaşan bir dindir. Yüz sene önce o günün şartları içerisinde geçmişten gelen zaaf durumunun yol açtığı, ümmet bilincini yenileyememe durumu ve batıdan gelen ifsat edici rüzgârlara karşı çözümde İslami direniş ve uyanışın Kitabı Mübin ve Rasulullah a.s örnekliğinden geçtiğini kavrayan ıslah ekolü mensuplarının çabalarıyla irtibatımız çok önemliydi. M. Akif’in dediği;
Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh
Konuşurken neye dairse Cemaleddin’le,
Der ki tilmizine Efganlı: - Muhammed, dinle!
İnkılab istiyorum, başka değil, hem çabucak,
Gidelim, bir yere, hatta şu bizim Sudan’a,
Yeni bir medrese te’sis edelim Urbana,
Daha üç beş de faziletli mücahid bulalım
Nesli tehhib ile, i’la ile meşgul olalım……
Yine; Asım'in nesli... diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
dizeleriyle anlattığı duyarlılık bunları gündeme taşıyordu. Bu coğrafyanın mütefekkirlerinin, fakihlerin, ıslah öncülerinin hepsinin nesil talebi hedef çağrıydı. ‘Diriliş nesli’ ‘İmam Hatip Nesli.. gibi çağrılar aynı dertle dertlenen insanların talepleriydi.
Bugün, hamdolsun Kuran’ı anlama ve anladıklarımızı hayata geçirme çabalarında epeyce artış gözlenmektedir. Meal, tefsir alanlarında Kuran çalışmalarında, ilahiyatçıların uğraş alanlarında konuyla ilgili yoğunluk hakeza. Güzel ürünlerin verilmesinin yanı sıra, ölçüyü zorlayan yaklaşımlar da söz konusu. Üslupta sıkıntı var. Halkla diyalog kurma, tebliğ dilimizi ayarlama, Kuran’daki bilgiyi topluma sunma, değerlendirme konularında bir ölçüsüzlük, bir abartı hali ilahi mesajın güzelliğini tüketiyor. Söylemlerimizde vahiysiz bir toplumdan ziyade vahiyle bağı zayıflamış Müslüman halk, ‘hiç bir şey bilmeyen halk yerine bazı şeyleri bilen ama yanlış bilen veya yaşayan toplum söylemi üzerinden bir dil geliştirmeliyiz.
Biz bugün modernleşmenin araç gereçlerini kullanıyoruz. Matbaayı yaygın olarak daha yüz senedir kullanıyoruz. İnternet yeni bir araç. Bu araçlarla birlikte bilgi edinmenin kolaylığından bahsedilebilir ama bilginin yüzeyselliği de unutmamak lazım. Dini bilgiden mahrum bırakılmış, tedrisat geleneği inkıtaa uğramış bir toplum olduğumuzdan meallerle ulaştığımız Kuran okumaları ve bu araçlarla ulaştığımız bilgiyle vardığımız noktayı mutlak bilgiye ulaşmışçasına, halkın dini anlayışını küçük görerek davranmak ne kadar hakkaniyetli bir davranış olacaktır.
Sonuçta okuduğumuz mealler birçok tefsir çevirilerdir, okuduğumuz eserler de çeviriydi tüm bunların bize büyük katkısı oldu. Ama temel bilgiye ulaşmak konusunda daha işin başındayız. Bir ilim geleneğimiz yok, Kurani hükümleri hayata yansıtma, kavram çalışmaları, ilim bahisleri arasındaki irtibat konularında makul görebileceğimiz bir zeminimiz yok.
Kurana nasıl yaklaşacağız? Bomboş kafayla Kuran’ı anlamak mümkün mü?
Birçok tefsir usulü kitabı var. Tefsirler var. İçinde doğru bilgiler var yanlışlar da var, ama bir tecrübe mevcut ve bizler bunlardan yararlanacağız.
Hadis Rivayetlerinin ve Siyer aktarımlarının İslam kültürü üzerindeki etkisi çok büyüktür. Hadisler, yaşanmış hayata dair aktarımlardır. Üzerinde tedvin, tasrif ve tasnif çalışmaları yapılmış, asırlardır da kayıt altında bize intikal etmiş bir külliyattır. Elbette zanni (kişisel aktarımlarla ve toplu uygulamalar üzerinden gelen bir süluku var) yolla toplanmış bilginin yekûnudurlar. Mutlak ayet hükmünde değillerdir ama yaşanan bir tecrübeyi, toplumsal öğeleri, o dönemin dil unsurlarını ve Allah Rasulü ve Sahabe dönemine ait bilgiyi ihtiva ediyorlar. Kuran’ın yaşanma biçimini, Allah Rasulü’nün (s) örnekliğini ve ibadetleri, yaşayan sünnetten öğrendiğimiz gibi rivayetlerden de sahihlik kriterlerini kullanarak yararlanırız. Kültürel mirasımızın, fıkıh geleneğimizin temel karineleri bu metinlerde mevcuttur. Muhaddisler kendi tercihleriyle hadisleri toplamış ve yazmışlar, neticede onların kişisel tercihleri üzerinden bir derleme baştan söz konusu olmuştur. Zaten Kuran gibi bir mutlaklığa ve katiliğe sahip olamazlar. Bu gün İslam’ın uygulanmasında, ibadetlerin şekli, vakti, rüknü gibi uygulamaları biz içinde yaşadığımız toplumdan, anamızdan-babamızdan öğrendik. Ed-din bizlere bu yolla ulaştı. Tabi ki Kurani bağlam ve sahih gelenek üzerinden mukayese ettiğimizde eksikler hatta bidatler de söz konusudur. Ama ümmetin ortak aklı, tedrisat geleneğimiz ve en önemlisi üst çerçeve olarak Kuran’ın rehberiyyetinde usul meselelerimizi netleştirmemiz mümkündür. Allahu Teala muhkem ayetleri esas alarak rasihun vasıflarınızla meseleleri çözeceğimizi beyan ediyor.(Ali İmran 7) Bu yolla doğruya en yakın bir içtihada ulaşmak mümkün olacaktır. Zira tesettür, iffet konuları, namaz rükunları ve kılınış şekli, diğer ibadetlerimiz, İslam’ın ahlak adalet uygulamaları nasıl geldiyse ve biz dini bu temel üzerinde nasıl yaşıyorsak yeniden Kuran’ın üst hakemliğinde ortak aklımıza, içtihatlarımıza ve birikimimize güvenerek bunu her zaman yapabiliriz. Kuran-ı Mübin’in inzal olduğu gibi aslıyla aramızda bulunmaktadır. İslam’ın Kuran’daki uygulamaları mütevatir gelenekle varlığını sürdürmektedir. Unutmayalım; Bizler Kuran’ı toprak kazılarından bulduğumuz tabletlerden öğrenmedik.
Kuranı anlama çalışmalarında kavramları ve kelimeleri çözümleyerek onu anlamaya çalıştık, bu tarz parçalı bir okuma biçimi olduğu için zaman zaman da bütünlükten uzaklaştık.
Kurani kavramları, hükümleri ve had cezalarını modern şartlanma içinde anlamaya çalıştık. Batıda aydınlanma sonrası Kilisenin hegemonyasına karşı geliştirilen ilahiyat tezleri, dil-anlam bilimcilerin yöntemleri ilahiyat fakülteleri müdavimleri arasında ve bazı Kuran meali-tefsirine odaklı çalışmalarda muteber hale geldiler. İslami toplum inşa etme, dini yaşama odaklı değil teorik bilgiyi merkeze alan uğraş sahipleri arasında ve kendilerini İslami tecrübe ve Sıddıklar, salihler geleneğine bağımlı hissetmeyen bazıları işi tarihselciliğe, modern retorikçiliğe kadar götürdüler. Maalesef ahkam ayetlerinin uygulanma konularında dahi başlattıkları bu tartışmaların buralara uzanması düşündürtücüdür.
Kuranı yaşamak için okumalıyız. Kuranı sahabenin okuduğu anladığı gibi okumalıyız. Kuran’ın insanoğlunun yeryüzündeki gidişatını yönlendirdiğini, tüm hayat alanlarında İslami bir uygarlığı inşa etmeyi hedeflediğini unutmamalıyız. O hayat kitabı olduğu için onda tekrarlar vardır.
Kuran hükümleriyle, ahlak adalet maslahat değerleriyle bizlere üst bir çerçeve çizmiştir. O asla soyut bir kitap değildir. Sünnet onun uygulanışıdır. Biz İslam’ın ne olduğunu, nasıl yaşandığını ancak sünnetten anlayabiliriz. Rabbimiz bizleri, Müslümanca yaşayan hikmet basiret üzere akleden, İslami bir dünya kurmayı gaye edinmiş, Kuran’ın ve Sahih Sünnetin rehberliğinden ayrılmayan mümin kullarından eylesin.