Kur’an Sünnet Algımız ve Islah Dili

​​​​​​​Özgür-Der’in 2017-2018 Müzakereli Usulu’d-Din Programlarının 2.si; “Kur’an Sünnet Algımız ve Islah Dili” başlığı ile Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleşti.

Yöneticiliğini Kenan Levent’in yaptığı programda konuşmacılar Ramazan Yazçiçek ve Oktay Altın, müzakereciler ise Şuayp Mekeç ve Musa Üzer oldu.

Programın yöneticisi Kenan Levent konuşmacılara sözü vermeden, Kur’an ve Sünnet üzerinde fazlaca fikir üretildiğini, birçok tartışmaların ve ihtilafların ortaya çıktığını belirtip bu konulara yaklaşırken, bilgilenme, öğrenme ve sorunlara çözümler üretmede temel kaynağın Kur’an olması gerektiğini vurguladı. Levent devamında şunları ifade etti: “Hidayet kaynağı olan Kur’an anlaşılır bir kitaptır bununla birlikte Kur’an’ın inzalinden bugüne araya 1400 yıllık bir zaman girdi ve dilsel ve mekânsal farklılıkların oluşması sebebiyle Kur’an’ı anlamada bazı sorunlar ortaya çıktı. Kur’an’ı anlama meselesinde bazı yanlış yaklaşım biçimlerinin olduğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi sadece meal ve Arapça sözlükler yardımıyla Kur’an’ı anlamaya çalışmak. Bu tutum sahipleri tarihsel müktesebatı es geçiyor. Diğer bir yanlış yaklaşım, Kur’an’ın anlaşılmayacağı yalnızca uzmanlar tarafından anlaşılacağı şeklindeki görüşle karşımıza çıkıyor. Kur’an’ın karşılaştırmalı meal çalışması ile temel mesajı anlaşılabilir. Fakat bazı konular uzmanlık gerektirir. Diğer bir yanlış yaklaşım ise atomik yani her ayeti ayrı ayrı, parçacı bir şekilde ele alan yaklaşım. Bu yaklaşımında sakıncaları olabiliyor. Bu noktada bütüncül bir perspektifin önemi belirginleşiyor.”

Kenan Levent usule dikkat çekerek Kitab’ın izlenilen usule onay vermesi gerektiğini, Kur’an okuma ve çalışmalarının maksadının iyi bir mü’min olmak, sabikun olmak mı yoksa bazı meseleleri örtmek, entelektüel/akademik çaba veya kişisel egoların tatmini mi olduğunu belirlememiz gerektiğini belirtti. Levent son olarak şunları söyleyerek sözlerine son verdi:“Hadis metinlerinin mahiyeti ve sıhhati hususunda çalışır, tartışırken Peygamberimizin (s) “Üsvetü’l Hasene” özelliğini ıskalamamalıyız. Tartışmaların daha sıhhatli olması için Rasul’ün(s) şu 5 özelliğini göz ardı etmemeliyiz: 1) tebliğ 2) teybin (açıklamak) 3) talim (öğretmek) 4) tezkiye (temizlemek, ki bu zihni, itikadı, düşünceyi, ameli şirkten temizlemek demektir 5) şahitlik. Tartışmalarımız bu bağlamda yürütülmelidir.”

Ardından sözü alan Ramazan Yazçiçek, “Kur’an’a yaklaşılırken şu üç konuda özellikle hassas olunmalıdır. Birincisi medyatik kirli bilgiden uzak durulmalı. Namaz kılmayanlar namazın hangi dilde, Arapça ile mi Türkçe ile mi yoksa Farsça ile mi, kılınacağını soruyorlar. Kur’an, kelam-ı beşeri midir kelam-ı vahiy midir konusunda tereddüdü olanlar Kur’an hakkında ahkâm kesiyorlar. İkincisi kavramlar aslına rücu ettirilmeli. Kavramların içinin boşaltılması, anlam kayıplarının yaşanması gibi sıkıntıların önüne geçilmelidir. Üçüncü olarak da usul temel bir mesele olarak ele alınmalı. Usul es geçilirse yanlışlıklar ortaya çıkar, Kur’an’ı, ed-Din’i anlayamayız. Batı zihniyetinin asıl hedefi Müslümanlar arasında ihtilaf çıkartmak değildir, asıl hedef Kur’an üzerinde şüphe ve tahrif oluşturma, Rasul’ü (s) itibarsızlaştırmadır. Peki bu durum karşısında, ne yapmalıyız? Dini sahibinden yani Kur’an’dan öğrenmeliyiz. Kur’an’da bu hususta şöyle deniyor ‘Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz?’. Bu beyhude bir çabadır. Kur’an peygambere itaat edin diyor. Bugün dini, Kur’an’ın indiği ilk zeminden yani peygamberden öğrenmeliyiz. Peygambere itaat Kur’an’ın emridir. Bu hususta Oryantalistler kelimeleri manipüle ediyorlar ve diyorlar ki sünnet çok sonraki asırlarda kavramsal çerçeveye oturtuldu. Bu iddia yanlıştır. Sünnet kavramı ilk 30 yıl içerisinde kavramsal olarak oluşturuldu. Sünnetin tanımı hususunda ise İbn-i Teymiye’nin sünnet tanımını yeterli buluyorum. İbn-i Teymiyye’ye göre sünnet, Rasul’ün (s) ibadet olarak emrettikleridir. Burada ilk olarak ibadet ikinci olarak emir ifadelerindeki bağlayıcılığı görüyoruz.”

Yazçiçek konuşmasının devamında hadisin mahiyeti, senedi, metni, vürudu gibi muhtelif konularda tartışmaların, farklı görüşlerin ortaya konmasının mümkün olabileceğini fakat sünnetin meşruluğu hakkında tek bir şüphe ve soru işaretinin olmadığını ifade etti. Bize intikal eden müktesebata baktığımızda hadis usulünün isnat usulü şeklinde yaygınlaştığını, çok gerekli olmasına rağmen metin tenkidine yeterince yer verilmediğini belirtip bununla birlikte metin tenkidinin sünnetin meşruluğuna şüphe ile yaklaşmayı beraberinde getirmemesi gerektiğini söyledi. Yazçiçek şunları söyleyerek tebliğini sonlandırdı:“Günümüzde önemli bir hata da usulün modern telakkideki metodoloji ile karıştırılmasıdır. Metodoloji kavramı, içinde seküler ve faydacı mantığı barındırır. Usul ise asılın çoğuludur. Asla uygun olandır. Bu sebeple hakikate, asıla usul ile ulaşılabilir. Güzel bir söz vardır ‘Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir’. Vusul bir yere ulaşma demektir. Hakikate usulsüz ulaşılamaz. Kur’an ve sünnet algımız tarihi süreç içerisinde sapmalara, fesada uğramıştır. Tarihteki bozulmalar günümüze sirayet etmiştir. Bu sapmalar günümüzde sufilik, tarihselcilik, mealcilik, liberal İslam, ılımlı İslam söylemleri ile tezahür etmiştir. Tarihteki ve günümüzdeki sapmaları şu şekilde sayabiliriz:1)Rasul ’den (s) sonraki can yakıcı olaylar ve akaidi koruyalım derken ifsada yol açan Haricilerin sapması. 2)Haricilerin karşı kutbunda yer alan Mürcie. Mürciler Müslümanları korumak pahasına akideyi tahrif etmişlerdir. 3) Ümeyyecilik yani Arap ırkçılığı. Kur’an’a, sünnete, dine kavmiyet temelli bakmak ifsadı doğurdu. 4) Arap ırkçılığının karşıtı olarak ortaya çıkan Şuubiye hareketi. 5) Batınilik. Batıni yaklaşımlar Şia ve tasavvuf eliyle ortaya çıkmıştır.  6) Modernizm, çağdaş, oryantalist, akılcı usçu okumalar. Tüm bu yaklaşımlar birbirini beslemektedir. 7) İçtihat kapısının kapanması, mezhepçiliğin yaygınlaşması. Az da olsa müçtehid imamların varlığını unutmamak gerekir. 8) Sonuncusu ise ulema iktidar ilişkilerindeki bozulma. Kur’an’ın siyasi konulardaki hükümlerini yönetime arz etmesi gereken âlimler iktidar erkinin kuklası durumuna düşmüşlerdir. Kur’an ve sünnet algımızın bozulmasına sebep olan temel sapmalar bunlardır.”

İkinci konuşmacı olan Oktay Altın ise şunları belirtti: “Vahyin indirildiği ortamda mesajın doğru anlaşılması hususunda sıkıntılar olmuyordu. Tek tük olan sıkıntılar ise Rasulullah (s) tarafından düzeltiliyordu. Vahiy karşısında sahabenin durumunu ifade eden en doğru kelime teslimiyettir. Sahabe eğer söz konusu olan vahiyse gelen emre kayıtsız şartsız teslim oluyordu. Fakat günlük hayattaki problemlere doğrudan vahiyle müdahale olmamışsa Rasul (s) ile görüş alışverişinde bulunuyor, kendi görüşlerini ifade ediyorlardı. Kur’an ve sünnet algısına dair tartışmalar, sorunlar ve soruların başlangıç tarihi Rasulullah’ın vefatıdır”

Oktay Altın Kur’an üzerinde bir tartışmanın olmadığını, Kur’an’ın kendisini dirileri korkutup uyandıran, adaleti sağlayan, müjdeleyen, hükmeden, öğüt veren bir kitap olarak tanıttığını belirtti. Altın “Kur’an okurken bizim zihnimizde canlanan şeyin ilk muhatap tarafından anlaşılan şeyle aynı olup olmaması önemli bir sorundur. Yani Kur’an’ı nasıl anlayacağız? Bu konu için geçmişte oluşturulan külliyatın önemli olduğunu düşünüyorum. Bu müktesebat bizim için bir avantajdır. Tabii ki her dönem kendi algısını yansıtır ve bu külliyat tek doğru, mutlak değildir, yanlışları da ihtiva eder. Nüzul sebeplerine dair rivayetleri bu hususta örnek olarak verebiliriz. Bir ayeti doğru anlamak için o ayetin nüzul sebebini bildiren rivayetlerden yararlanırız. Fakat bazen rivayetlerde sıkıntılar oluşabiliyor. Bir ayetin nüzul sebebi olarak birden fazla rivayet gelmiş olabiliyor ya da bir rivayet birden fazla ayetin nüzul sebebi olarak aktarılmış olabiliyor.

Tarihte Kur’an ve sünnet algısı ile ilgili iki sorun ortaya çıkmış. Bu sorunların ilki harfi okuma yani literal okumadır. İkincisi ise lafzı göz ardı eden batıni okumalardır. Felsefi batını tefsirler, İbn-i Sina, İhvanu-s Safa metinleri bu okuma biçimine örnek verilebilir. Bunlar bir sistem kurmuşlar ve Kur’an’ı o sisteme uydurmuşlardır. Bunun bir örneği de Hint bölgesinde ortaya çıkan Kuraniyyun hareketidir. Peki, biz nasıl bir okuma yöntemi kullanacağız? En doğrusu farklı okuma yöntemlerini bağlamsal olarak en doğru yerde kullanarak okumadır. Ancak kullandığımız yöntemlerin tek ve mutlak doğru olmadığını akıldan çıkarmamalıyız” diyerek sözlerine devam etti.

Oktay Altın sözlerine şu şekilde son verdi: “Rasul ’ün (s) konumu hususunda ayetler bizim ona itaat etmemizi emreder. Rasul (s) bizim için bir örneklik teşkil eder. Sünnet, hadis, haber, eser konularındaki tartışmalarda iki kesim ön plana çıkıyor. İlki hadis kaynakları tamamen doğrudur. Bu kaynaklarda tek bir yanlış yoktur. Din ilimdir, ilim sünnettir, sünnet hadistir anlayışı ile hareket edenler. İkincisi ise meseleye daha mutedil bir yaklaşım sergileyenler. Rivayetler değerlidir. Fakat rivayetlerin tamamı doğrudur anlayışı yanlıştır. Eksik olan metin tenkididir” diyerek sözlerini bitirdi.

Konuşmacıların tebliğleri bittikten sonra müzakereciler tebliğler hakkında değerlendirmelerde bulundular. İlk olarak Musa Üzer, Ramazan Yazçiçek’in tebliğini müzakere etti. Üzer, Yazçiçek ’in konuşmasında öne çıkan kısımları belirttikten sonra, “Peygambersiz bir dinin ötesinde Kur’an’sız bir din oluşturuluyor. Günümüz hegemonik kültür atmosferinde kişi sayısı kadar hakikatin ve hakikate giden yolun olduğu yönündeki bir anlayış var. Egosantrik bir bakışla dini olanın kişinin kendisi tarafından belirlenmesi durumu söz konusu”diyerek “Kur’an Sünnet Algımız ve Islah Dili”  başlığı altında Türkiye’deki dini telakkinin, toplumsal dönüşümün de ele alınması gerektiğini belirtti.

Musa Üzer kabaca Türkiye’deki dini perspektifi 3 şekilde tasnif edebileceğimizi bunların ilkinin sufi, ikincisinin selefi ve sonuncusu da Kur’an çalışmaları yapan kesimler olarak isimlendirilebileceğini ifade etti ve sözlerine şöyle devam etti : “İlk iki yaklaşımı Kur’an ve sünnet algısı hususunda eleştirmek çok kolaydır. Fakat esas olarak bizim de içinde yer aldığımız Kuran çalışmaları yapan kesimlere eleştiri, uyarı ve nasihatte bulunmamız gerektiğini düşünüyorum. Çoğumuzun da içinde bulunduğu bu kesim 70’li 80’li yıllarda taklidi imandan tahkiki imana varma konusunda çabalar ortaya koydu, çok değerli kavram çalışmaları, tefsir ve konulu Kur’an çalışmaları yürütüldü. Fakat 30-40 yıl sonrahala 80’lerde, 90’larda tartışılan konu başlıklarını tekrar etmek, hatta bu tartışmaları geçmişten daha kötü bir üslupla ve bağnaz bir tarafgirlikle sürdürmek çok yanlıştır. Bu tutum geçmiş birikime, onca yapılan çalışmaya da haksızlıktır. Bu açıdan yeni bir merhale ve durum değerlendirmesine ihtiyaç var.”

Ardından Üzer: “Bir başka husus yine Türkiye’de egemen sistemin baskılarına, politikalarına rağmen ortaya çıkan dindar çevrelerdir. Bu müspet bir olgudur. Bu insanlar Kemalist Cumhuriyetin baskı, eğitim vs. tüm politikalarını reddederek bir tercihte bulunmuşlardır. Bu geniş İslami duyarlılık halkasınısahih bilgi açısından geliştirici bir dil üretilmesi gerekirken bu müspet hali olumsuz gösteren çevreler büyük bir yanlışa düşmektedirler.

Ramazan Yazçiçek’in de konuşmasın da değindiği medyatik bilgi kirliliğine sebep olan isimlerin Kur’an’daki Tağut kavramının yaşadığımız ülkedeki karşılığı olan tağuti Kemalist sistem hakkında tek bir şey söylediklerine şahit olmuyoruz.

Adeta bir “Kur’an tarikatı” görünümündeki bu tavır ve tutumlardan uzaklaşmak gerekir. Bu çevreler hegemonik kültürün hayatın her alanına sirayet ettiğini ıskalamaktadırlar. Nasıl bir dünyada ve nasıl bir hegemonya altında olduğumuzu gözden kaçırarak hayata bakan çevreler anakronik ve komik duruma düşüyorlar. Vahyi bilinci salt daraltılmış bazı meseleler hakkında tek bir görüşe sahip olmaya indirgeyen bakışaçısı siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik, sanatsal, sportif, edebi hangi vasatta yaşadığımızı, nasıl olmamız gerektiğini bize dayatan hegemonyayı ıskalayarak hareket ederken daraltılmış meseleler hakkındaki kanaatlerini ise mutlaklaştırıyorlar. Ahlak, özgürlük, adalet, insan, aile, toplum, devlet, güzel, çirkin, anlamlı, anlamsız vs her değer alanının içeriğinin hegemonya tarafından doldurulduğu vasatta, bu gerçek göz ardı edilerek salt kavram, tefsir, meal çalışmaları yapma durumu gözden geçirilmelidir. Hayatı bütün üniteleri ile birlikte ele alacak vahyi perspektif ile dini “tartışılabilir olan”dan “yaşanılabilir olan” bir hale getirmeliyiz” diyerek sözlerine son verdi.

Oktay Altın’ın konuşmasını müzakere eden Şuayp Mekeç, Altın’ın konuşmasından öne çıkanları belirtikten sonra “Tarihselciler felsefi yorumlarını, kendi yaklaşımlarını Kur’an’a onaylatmış oluyorlar. Tarihsel okuma biçiminin yeni açılımı geleneğin esnek yönlerini kullanmak olarak zuhur etmiş durumda. Bunlar hadis rivayetlerini de kullanarak kendi görüşlerini geleneğe onaylatmış oluyorlar” dedikten sonra Kur’an çalışmalarında üslup kayması, ölçüsüzlük ve bir takım yanlışlıklar ortaya çıktığını, bu yanlışlardan birinin tarihselcilikten etkilenme şeklinde, diğerinin ise ilahiyat çevrelerinin hayattan kopuk gündem ile irtibatlarının zayıf olması şeklinde ortaya çıktığını belirtti. Mekeç Altın’ın “mensuh” kavramına konuşmasında getirdiği yaklaşım yerine meseleye merhale kavramı ile yaklaşılmasının daha doğru olacağını düşündüğünü belirtti. Kur’an’ı, dini anlamak için bir müfredata ihtiyaç olduğunu, müesseseleşebilmenin yani şuranın önemini ve Kur’an bütünlüğü ile ortak bir aklın yani meşveretin eksikliğini hatırlatan Mekeç müzakeresine son verdi.

Müzakerelerden sonra konuşmacılar dinleyicilerin sorularına cevap verdiler ve program sona erdi.

Haber: Ömer Faruk Şeker

Fotoğraf: Afgani Türkmen

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi