Müslüman tasavvurunun gerek gelenekçi ve gerek modernist etkilerle kirletilmeye çalışıldığı, insanların vahyin özünden kopartılarak fıtratlarına yabancılaştırıldığı, bilginin asıl kaynağının yok edilmek istendiği ve cahiliyyenin küreselleşemeye çalışıldığı bir döneme tanıklık ediyoruz. Cahiliyyeden uzaklaşmak ve üzerimize bulaşan kirlerden arınabilmek için, Rabbimizin bizlerden beklediği ise, ifsad edilmiş ve bozguna uğramış yönlerimizi vahiyle arındırmak, ıslah ve inşa faaliyetleriyle yeniden “Hadi” olan Kur’an’ın çağrısına kulak vererek, özümüze dönmektir.
Biliyoruz ki Rabbimiz insanı en güzel biçimde yaratmıştır. Onu başıboş bırakmamış, Kitap ve Resul göndererek hakikati bulma yollarını kolaylaştırmıştır. İnsana düşen ise, hakikati bulmak, tevhit ve adaleti tesis etmek ve Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim kılmaktır.
Ancak insanoğlu zaman zaman heva ve hevesinin peşinde gitmiş, vahyin hayata müdahil kılınması gerektiğini unutmuş ve Kur’an’ın ilkelerinden uzaklaşmıştır. Bu bağlamda Rabbimiz Furkan Suresi 30. ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Ve elçi dedi ki: Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar."
Fussilet Suresi 26. ayette ise “İnkar edenler dediler ki:
"Bu Kur'an'ı dinlemeyin ve onda (okunurken) yaygaralar koparın. Belki üstün gelirsiniz."
Ayetleri siyak ve sibakı boyutuyla değerlendirecek olursak, özellikle Mekke dönemini düşündüğümüz zaman, Kur’an’a ilgi duyup ama onu “ebter” görenler yani alay edenlerin olduğunu görüyoruz. Ya da henüz geçiş dönemini yaşayan insanların Müddessir Suresi’nde de belirtildiği üzere “elbiseni temizle” ifadesiyle Kur’an’ı anlarken ön yargılarından tam olarak sıyrılamayanların da var olduğunu kavrayabiliyoruz.
Medine döneminde ise, Hucurat Suresi’nde ‘tertilen’ Kur’an okuyup ‘kavrayarak’ İslam dairesine giremeyen Bedevilerin hitabına yer verilir; derler ki:
"İman ettik."
Rabbimiz de der ki:
“De ki: Siz iman etmediniz; ancak İslam (Müslüman veya teslim) olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir.”
Kur’an’daki bu canlandırma o toplumdaki birtakım insanların Kur’an’ı henüz iyice sindiremediklerinin ve tam olarak iman etmediklerinin bir göstergesidir.
Said Halim Paşa “Buhranlarımız” başlıklı kitabında bundan tam bin yıl önce Oğuzların İslam’a girerken bile Şaman ve Brahman kültürlerinden sıyrılarak, Kur’an’ın, özellikle de gaybi konuların ve kıssaların mesajını özgün olarak kavrayamadıklarını belirtir; bu nedenle İttihat ve Terakki döneminde de halkın öncelikle İslamlaştırılması zorunluluğundan bahseder.
Peki, özellikle Furkan Suresi 30. ayette geçen “mehcur” kelimesiyle ne kastedilmektedir?
Razi’ye göre “mehcuren” kavramı Kur’an’a inanmayı terk ettiler, dinlemekten yüz çevirdiler, kabul etmediler anlamlarına gelmektedir.
Taberi ise “mehcuren”in kökünde “alay etmek”, “saçmalamak” anlamları olduğunu söyler ve “terk edenler”i “Kavmim Kur’an’la alay ettiler.” veya öncüllerinden arınamadıkları için “Saçma sapan sözler sarfedip haksız iddialar ileri sürdüler.” şeklinde değerlendirir.
Elmalı Hamdi Yazır ise, ayete iki açıdan yaklaşır:
1- Terk edip uzak durmak; onunla amel etmemek.
2- Hakkında saçma sapan konuşmak.
Kur’an yol gösteren bir hayat kitabıdır. Günümüzde sadece vahiyden ve fıtrattan uzaklaşanlar Kur’an’ı terk etmiyor. Kur’an’ı tuttuğu ve tazim ettiği halde onun muhtevasını yaşamlaştırmayan, onunla özdeşleşemeyen kişiler de adeta onu mehcur bırakıyor.
Günümüz Müslümanları olarak bizler Kur’an’ı nasıl mehcur bıraktığımız noktasında şu soruları yeniden gündemleştirmeli ve Kur’an’ın anlaşılması önündeki engelleri yok etme çabası içinde olmalıyız.
1-Kuranı anlama yöntemi konusunda Müslümanlar olarak ne kadar ilgi ve bilgimiz var?
2- Müslümanlar olarak gaybi konularda, Muhammedi Sünnet ve ameli konularda ne kadar Rabbimizin bildirdiği muhkem ve delaleti açık nasslarla hayatı kavramaya çalışıyoruz? Ve sanki bu halimize tekabül ediyor gibi rabbimiz Nisa Suresi 126. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin.”
Günümüz de Kur’an’a sağır ve kör kesilenler kadar, onu elinde tuttuğu halde vahyi hitaba kendi elbisesini giydiren eğilimler var.
Hz. Muhammed döneminde Taberi’nin hatırlattığı gibi ön yargı ve zihinsel kirleri nedeniyle Kur’an’ı anlarken saçmaladığı veya vahyin mesajını zihninde bulanıklaştırdığı için vahyin aslını mehcur bırakanlar gibi, bugün de Kur’an’a yaklaşırken gelenekçi veya modernist ön kabullerinden arınamayan bu nedenle de vahyi/tevhidi algısı bulanmış birçok insan var.
Bu yüzden Seyyid Kutub’un vurguladığı “Kur’an Neslini Yeniden İnşa Etmek” için modern dünyanın ve muharref geleneğin bizlere dayattığı din algısına, heva ve hevesin kışkırttığı hazlara karşı, bedensel ve zihinsel kirlerden arınarak, mümkün olduğunca ön yargısız vahiyle hayat bulmak için vahyin kılavuzluğunu üstlenmeye çalışıp, iyiliği emreden, hayra çağıran bir topluluk olma görevimizi bir an önce kuşanmalıyız.
Kelamıyla bizlere değer katan ve insana Kur’an’ı ve beyanı öğreten Rabbimize hamd için temiz fıtratı aramak ve arınmış bir fıtratla vahye tanıklık çabamız en büyük duamızdır.