Yeni Şafak / Faruk Beşer
Sözlük müfessirleri
‘Şeytan taşlamaktan tavaf etmeye fırsat bulamamak’ diye bir söz vardır ya. Bize yine bizden gelen kötülükleri ortadan kaldırmaya muvaffak olamıyoruz ki, başkalarına yönelik hayırlı işler yapabilelim. Gün geçmiyor ki, Allah’ın kitabı adına Müslümanların bizzat kendileri bir fecaat işlemiş olmasın. Çünkü tespihin ipi koptu, imame ortalıklarda yok, zincir parça parça olmuş. Neredeyse İslamî değerler yazboz resmi gibi darmadağın. Bunları asli haline getirmek çabasında olanlar var ama birisi gelip bir tekme vuruyor ve yapılan her şeyi darmadağın ediyor. Yıkmak kolay, bir taş çekmekle bütün bir duvar yıkılabiliyor. Sonra yeniden yapmak zaman alıyor. İnsanda başkalarının duymadığı garip şeyler bulup dillendirmekle dikkat çekme gibi bir zaafın bulunduğu açık.
Kendi küçücük zamanımızı, mekânımızı ve hâkim kültürü yegâne doğru zannetme, tabir caizse karıncanın içine düştüğü damlayı okyanus görmesi gibi, kendi yaşadığımız dünyaya evrensellik verme ve ilginçtir ki, bu sebeple de Kuranıkerim ayetlerini tarihsel sanma gibi bir yanılgıya düşebiliyoruz. Yaşanmakta olan hâkim kabul ve kanaatler neyse Kuranıkerim’i onlara göre yorumlamak için sözlükleri deşeleyenlerimiz var. Bir kelimenin sözlüklerdeki onlarca manasından biri bizim olmasını istediğimize uygunsa onu alıp ayeti ona göre yorumluyoruz. Örnek mi istiyorsunuz? Mesela ‘darb’ kötü bir şey ise Kuranıkerim’de darba izin veren ayeti; buna hangi sebeplerle, hangi şartlarda ne ölçüde izin verilmiş, zorunlu bir tedip aracı mıdır, olmazsa ne olur gibi yönlerinin düşünülmesi yerine ya tarihsel sayıp meseleyi kökten halledeceğiz ya da buna sözlüklerden başka bir uygun anlam bulup vaziyeti kurtaracağız. Şimdi bakalım darb kelimesi sözlükte hangi anlamlara geliyormuş? Tabii, sözlük büyüdükçe anlam sayısı da çoğalır ama ‘darabe’ fiili en azından şu anlamları ifade ediyor:
‘Vurmak, nabız çarpmak, çadır kurmak, misal vermek, para basmak, kazık çakmak, akrep sokmak, yürüyüp gitmek, kuş uçmak, Allah için yolda olmak, erkek dişisine aşmak…’
Kelimenin sözlükteki anlamları bu minval üzere elliye kadar çıkıyor. Bu anlamların kelimenin aldığı edatlara göre değiştiğine de bakılmıyor. Kelimenin soyut/mutlak ve asıl anlamı ise vurmak. Şimdi siz de ayetin hangi anlama gelmesini istiyorsanız ona göre bunlardan birini seçersiniz. Bazı büyük hocalar büyüklüğe yaraşır ferasetle ‘yürüyüp gitmek’ anlamını daha uygun bulmuşlar. Buna göre eğer hanımı serkeşlik ederse adam çıkıp biraz dolaşır, sakinleşince dönüp gelir diyorlar. Sözlükten bu anlamları okuyunca neden acaba sonuncusunu seçmemişler diye merak ettim. Bir arkadaş, onu vaktiyle Hüseyin Atay Hoca seçmişti, sen geç kaldın dedi. Tabii, böyle olunca, dediğimiz gibi ayetin zahir anlam sınırları içinde uygun bir tevili yok mudur diye bakmaya da fırsat kalmıyor.
Bir başkası da Nebe Suresi’nde cennet nimetleri sayılırken geçen ‘kevaib’ kelimesine tefsirlerde verilen anlamın şık olmadığını engin bir çıkarsama ile sezmiş, sözlüklerden uygun bir anlam aramış ve kelimenin aslı ‘kûb’dur, bu da küp gibi yuvarlak ve yumru demektir. Nimet olarak meyvelerin sayıldığı bir sadette bunun yumru bitkiler patates, turp vb şeyler olması gerekir, ‘etrab’ kelimesi de bunu destekler, çünkü o toprak anlamındaki ‘türab’dan geliyor olabilir keşfinde bulunmuş. Nasıl, muhteşem değil mi? Hatta birisi bunu dile getirdikten sonra şöyle bir meydan okuyuşta bile bulunuyor: Bunları böyle anlamamak Arapça’dan bîhaber olmak demektir! İşte bizim hal-i pürmelalimiz bu. Peki, nasıl başkalarına laf anlatma imkânımız olsun ki?
Oysa Kuranıkerim Mekke ve Medine havalisindeki Arapların konuştukları dil ile inmiş, kelimeleri onların anladıkları anlamda kullanmıştır. O halde onun anlamının belirlenmesi ancak o ilk manaların tespitiyle mümkündür. Bütünüyle ‘eser’ denen sahabeden menkul bilgiler, hadis kitapları ve özellikle de ‘kitabu’t-tefsir’ bölümleri, İbn Abbas’tan itibaren ilk müfessirler bu anlamların tespit edileceği kaynaklardır. Taberî bunları büyük ölçüde toplamıştır.
Sözlükler ise Sahabe sonrası İslam’a giren kabilelerin kelimeleri farklı kullanmasıyla Arapça’da bozulmanın başlaması sebebiyle yazılmış, bir bakıma bizdeki ‘tarama sözlükleri’ türünden kaynaklardır. Onlardan yararlanmamak tabii ki olmaz ancak, Kuranıkerim’in nihaî anlamı onlarla belirlenmez. Onun için bu işin üstatları tefsire dair ilk bilgilerin de aynen usulü fıkıhtaki sahabe kavli gibi dışına çıkılamaz bilgiler olduğunu söylerler. Tefsir budur. Tevil ise, tefsirin ihtimallerini aşmadıkça kıyamete kadar devam eder.