Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan köşe yazısında İslam’ın zenginliğe bakışını yorumlamaya devam ediyor:
Sadece belli ayetleri böyle bir ön yargı ile okursanız ondan bu sonucu çıkarabilirsiniz. Gerçekten de Kuranıkerim’e göre yeryüzündeki fesadın çoğunun sebebi, sefahat içinde yaşayan zenginlerdir. Böyle olanlar için pek çok ayette ‘mütref’ kavramı kullanılır. Mütref, bolluk içinde sorumsuz ve şımarık bir hayat yaşayan, böylece Allah’ı ve O’na kulluğu unutan, sonuçta da insanları yoldan çıkaran varlıklı kimse demektir. Buna kapitalist de diyebilirsiniz. ‘Bizim bir ülkeyi helak etmeye karar vermemiz, oranın şımarık müreffehlerine emrimiz ulaştığı halde onların orada isyan yaşamaları sebebiyledir, böylece onlara sözümüz hak olmuş olur ve oranın altını üstüne getiririz’ (İsra 16). Bunun gibi ibadetten uzaklaşmanın, Allah’ı anmamanın/zikir, zayıfların ezilmesinin, servetin bir dûle, yani yoksulları ezen zorba bir güç haline gelmesinin baş sebebi ve aracı, hep hesabı verilmeyen, kullanılmasının bir ölçüsü ve sınırı olmayan zenginlik olarak gösterilir.
Ama Kuranıkerim’in hiçbir yerinde bizatihi servet ve zenginlik, ya da zenginler kötülenmez. Bütün kötülük servetin sağladığı imkânın zayıfları ezmede ve Allah’a isyanda kullanılmasıdır. Böyle olursa zenginlik insana fakirlikten daha çok günah işleme fırsatı vermiş, böylece de zengin fakirden daha kötü durumda olmuş olur.
Oysa dünya bütünüyle insan için yaratılmıştır. Hedefini şaşırmadan kul onun hepsine de malik olabilir. Bu sebeple Kuranıkerim maldan mülkten ve servetten ‘tayyibat’ diye söz eder. Tayyibat, temiz, hoş, güzel ve yararlı şey demektir. Yine Kuranıkerim’de ondan fazla ayette maldan mülkten ‘hayır’ diye söz edilir. Demek servet aslı itibariyle hayırdır, şer değildir. Şerli olan onun kötüye kullanılmasıdır. Yine pek çok yerde mal mülk, ‘fadl’ kelimesiyle anlatılır. Yani mal aslında Allah’ın bir lütfudur, fazlıdır. Belki en önemlisi de Kuranıkerim’in servet için ‘kıyam’ tabirini kullanmasıdır. ‘Allah’ın sizin için kıyam olarak yarattığı mallarınızı onu kötüye kullananlara bırakmayın (Nisa5). Kıyam, hem ayağa kalkabilme, hem de ayakta durmayı sürdürebilme demektir. Yani düşmüşseniz dünyalığa sahip olmadan ayağa kalkamayacağınız gibi, ayakta iseniz, böyle kalmayı da ancak malla sürdürebilirsiniz. O halde bütün mesele serveti kazanmanın meşruiyeti, kazandıktan sonra da onun kontrolünü sağlayabilme meselesidir.
Kısaca dünyayı mamur edenler de, berbat edenler de zenginlerdir.
Şu ayeti kerimeyi iyi anlamaya bugün her zamankinden daha muhtacız:
‘Onlara karşı elinizden gelen her türlü gücü hazırlayın. Böylece hem Allah’ın düşmanlarını, hem kendi düşmanlarınızı hem de daha başka sizin bilmediğiniz ama Allah’ın bildiği düşmanları korkutup caydırmış olursunuz’ (Enfal 60). Bugün ve her zaman için servetten ve bilgiden daha büyük güç yoktur, olmamıştır.
Kuranıkerim’in açıklamasından ibaret olan Sünnet/Hadis de bundan başka bir şey söylemez:
‘Allah takvalı, zengin ve mütevazı kulunu sever’.
‘Güçlü mümin Allah nezdinde daha hayırlı ve daha sevimlidir, ama her birinde ayrı bir hayır vardır’.
Mehmet Akif’in sözünün özetini tekrar hatırlayalım: ‘Resulüllah’ın serveti açıkça kötülemesi şöyle dursun, o buna en küçük bir işarette bulunmuş olsaydı sahabeden kimsenin bir danesi bile olmazdı’.
Oysa Medine’de kısa süre içinde sahabenin durumu iyileşmiş ve bu günkü ölçülerle bile zengin diyebileceğimiz Müslümanlar ortaya çıkmıştı. Mesela Hicret'in ikinci senesindeki sefer sırasında üç yüz Müslümanın yetmiş devesi varken, yedi sene sonra Tebûk seferinde on bini atlı olmak üzere otuz bin süvari sefere çıkmıştı. Bu bir zenginleşmenin ifadesidir. Bir sahabînin şu sözleri de bunu anlatır: ‘Rasulüllah hepimizin sadaka vermemiz gerektiğini söylediğinde bizler çarşıya gider ve taşımacılıkla zar zor üç beş kuruş kazanabilirdik. Bu gün ise bazılarımızın yüz binleri var’. İbn Mes’ûd esirlere yiyecek ve zorunlu eşyalar temin edilmesi için doksan bin miskal para bırakmıştı. Zübeyr b. Avvâm öldüğünde elli bin dinarlık, bin atı ve pek çok malı vardı. İbn Sa’d’a göre onun birden çok arazisi, Medine’de iki evi, Basra’da iki evi, Mısır’da ve Küfe’de birer evi bulunuyordu. Bu dönemde Talha b. Ubeydillah da Küfe’de bir ev inşa etmişti. Irak’ta elde ettiği günlük gelir bin dinar veya daha fazla idi.
Abdurrahman b. Avf’ın yüz atı, bin devesi ve on bin koyunu bulunuyordu. Servetinin dörtte biri seksen dört bin dinar ediyordu. Sadece bir arazisini kırk bin dinara satmış ve fukaraya tasadduk etmişti. Zeyd b. Sabit, sadece altın ve gümüşleri yüz bin dinarı bulan bir servet bırakmıştı. Mesleme b. Abdülmelik’in imkanları o denli geniş idi ki, üç milyon dirheme mal olan bir kanalın inşasını ümmet adına tek başına üstlenmişti.
Yani onlar kazanmasını da nereye harcayacaklarını da iyi biliyorlardı. Bunun için dünyaya hakim oldular, ahireti de kazandılar.